Hangi balıklar tüketilmeli? Bütün çöplerin, zehirli atık suların nihayet bulduğu denizlerin artık bu kirliliği kaldıramayacak hale gelmesi, içinde yaşayan canlılarla birlikte insanlara da zarar vermeye başladı. Deniz dibine çöken en tehlikeli maddeler, buralarda yaşayan balıklarla birlikte insan vücuduna taşınıyor. Dip balıklarını sık tüketen kişilerin vücudunda uzun vadede kurşun, kadmiyum, cıva gibi tehlikeli ağır metallerin birikimi sonucu karın ağrıları, sinir sistemi bozuklukları, böbrek hasarı, kemik erimesi, çocuklarda otizm belirtileri gibi rahatsızlıklar oluşuyor. Normalde besin değeri çok yüksek olan ve sağlıklı olduğu takdirde haftada bir öğün tüketilmesi önerilen balıkların, artık yaşadığı yere göre daha iyi seçilerek ve daha seyrek alınması gerekiyor. İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Kimyasal Oşinografi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nuray Balkıs, dip balıklarının ve özellikle midyelerin kesinlikle tüketilmemesi gerektiğini söylüyor. Midyelerde toksik oranı yüksek İnsanların denizi çöpün atılabileceği son durak olarak düşündüğünü belirten Doç. Dr. Nuray Balkıs, belli miktara kadar denizin kendini temizlediğini ama limitler aşılınca kirliliğin biriktiğini ifade ediyor. Dipteki çamurun kirliliğin en son çökeldiği kısım olduğunu ifade eden Balkıs, "Analiz yaptığımız zaman suda metal oranını düşük buluruz ama dipte yüksek çıkar. Dipte beslenen balıklar, besin maddeleriyle birlikte ağır metal, pestisitler, petrol ve başka organik kirleticileri de yiyor. Kirlilik izleme çalışmalarımızda, dip balıklarında ve özellikle midyelerde ağır metal oranının Çevre Bakanlığı'nın su ürünleri yönetmeliğinde verdiği toksik miktarlarından yüksek çıktığını görüyoruz. Ben kendi adıma Marmara'dan çıkan midye ve dip balığı yemem." diyor. Marmara ve Boğaz riskli Denizin yüz metrelik üst kısmında yaşayan hamsi, istavrit, uskumru, palamut gibi göçmen balıklara yüzey balığı, daha aşağıda bulunan mezgit, berlam, kefal, levrek, lüfer, barbunya, kalkan gibi balıklara dip balığı deniyor. Toksik (zehirli) etkili ağır metal denince ilk başta kurşun, kadmiyum, cıva geliyor. Bu maddeler balığı yiyince hemen zehirlemiyor. Zaman içinde birikerek tesir ediyor çünkü ağır metaller vücuttan kolay atılamıyor. Uzun süreli bir tedavi gerektiriyor. Doç. Dr. Nuray Balkıs'ın verdiği bilgilere göre, Marmara ve İstanbul Boğazı'nın tüm dip balıklarını yemek sakıncalı. Karadeniz'de zaten kirlilikten dolayı 100-150 metreden derinlikte balık kalmamış durumda. Akdeniz'de de özellikle körfezlerin kirlilik oranı yüksek olduğu için buralarda tutulan balıkların ağır metal oranı yüksek çıkıyor. Körfezlerde kirlilik VAR İstanbul'da ağır sanayi işletmelerinde biyolojik arıtma sisteminin tam oturmadığını belirten Doç. Dr. Balkıs şu bilgileri veriyor: "Atık su Karadeniz'e gitsin diye 50 metre derinlikten Boğaz'a veriliyor. O kirli su akıntı ve rüzgârın etkisiyle Marmara'ya geri dönüyor. Sanayi kuruluşlarının atık suyunu arıtması lazım ama ne kadar denetleniyor bilemiyoruz. Araştırmalarımızda balık popülasyonunda da ciddi bir azalma olduğunu görüyoruz. Eskisi kadar çok balık çıkmıyor. En temiz Akdeniz ama körfezleri ayrı tutmak lazım. Çünkü körfezler sanayinin etrafına kurulduğu küçük alanlardır. Su sirkülasyonu az, kirlenme yüksektir." Doç. Dr. Nuray Balkıs'a göre, tuzlu su balığı gibi lezzetli olmasa da nehir balıkları ve açık denizde kurulan balık çiftliklerinde yetiştirilen somon, çupra gibi balıklar ağır metal riski açısından değerlendirildiğinde daha sağlıklı görünüyor. Kaynak : Samanyolu haber 02/11/2009 Çok vahim bir durum, sanki ufacık yerel göletlerin kirlenmesinden bahsediliyor koca denizler için
Vaktinde böyle bir konu açmıştım . "Midye sağlığımızı tehdit ediyor " http://www.balikavi.net/forum/showthread.php?t=13387
Lüfer ve levreği dip balığı yapan bir acayip yazı olmuş. Sonuçta doğru bir tavsiye yapıyor olsada, maalesef yanlışları çok. Temel yanlış şuradan geliyor. Bazı balıklar veya türler, zehirlilik ve kirliliğe karşı dürençlidir. Örneğin halicin yengeçleri. Bunların çoğu dipte yaşar, ama hepsi değil, örneğin halicin kefalleri. Bu türler, haddinden fazla zehirli, pis atık alıp (yem veya sudan) vücutlarında bunları bulundurabilirler. Doğal yoldan bunları elimine edip, kurtulurlar. Bu gibi türler, siz yerken fazla zehri hala vücutlarında tutuyor olabilirler. Şu an marmarada dipte yaşayan tüm balıklar, kaya balığı, kırlangıç, barbun vs. hepsi bu tehdide maruzdur. Bunlar zaten kirlilğe dayanıklı oldukları için soyları tükenmemiş balıklar genelde. Kısaca, bu gibi dip balıklarını yemek, eğer o dip balığı o anda fazla zehir almışsa sakıncalıdır. Eğer bir balık böyle zehir bulunduran balık, midye, yengeç filan bolca yemişse, o da bu soruna maruz kalır. Örneğin levrek, bu gibi zehir taşıyan balıkları bolca yiyebilir, onlardan gelen zehir kendi vücuduna geçebilir. Fakat, bu genelde balıklar için sorun değildir. Gelir ve geçer. Ama bazı balıklar ve diğerleri, bazı zehirleri vücutlarında biriktirirler. Asıl sorun budur. Midyeler, ağrı metalleri vücutlarında biriktirir. Bu nedenle bilhassa büyük midyeler, büyük oranda ağır metaller içerir. Ama deniz kestanesi ağır metali biriktirmez. Lüferler, bir ağrı metal olan civayı vücutlarında biriktirirler. Yedikleri balıklar, yengeçlerden vs. gelen civa vücutlarında birikir. Bu nedenle bilhassa büyük lüferleri yemek sakıncalı olabilir. Ağır metaller içinde en tehlikeli olan ikisi civa ve kurşundur. Kurşunun vücuttaki yarı ömrü 40 günü aşar. Civanın ise yılları bulur. Bu nedenle, insan vücudu bu metalleri tüketme hızından daha hızlı alırsa, biriktirir. Bu da, kurşun biriktiren midyeyi bol bol ve her gün filan yerseniz, çabucak önce delirip sonra öleceğiniz anlamına gelir. Aynı şekilde, vücudunda civa biriktiren lüfer, kılıç balığı, köpek balığı gibi türleri yerseniz, civada birikir. Fakat civa daha kritiktir. Bazı balıkların bir defa yenmesi bile ölümcül oranda civa almanıza sebep olabilir, örneğin köpekbalıkları. Bazı balıklardaki civa ise, 3-4 defa yendiğinde tehlikeli olabilir. Örneğin kofana. Fakat, lüferdeki bir sefer yemekle alacağınız civa oranı, hamilelerde bebeğe zarar verecek kadar yüksek olabilir. Evet, o harikulade lezzetinin ardında böyle kokrkutucu gerçek yatar lüferin. PEki şimdi ne yapacağız? Lüfer yemeyecek miyiz? İddiaya göre, ülkemiz sularındaki lüferlerin sürekli olarak civa içerip içermedikleri kontrol ediliyor. Şu ana kadar, lüfer yemeyi kesmeyi düşündürecek kadar civa olan lüfer görülmemiş. Ama bilhassa amerika'da, hamilelerin lüfer yemesi yasak. Bazen, lüfer avı ve satışıda yasaklanıyor bu yüzden. Amerika'daki balıklar bizdekilerden daha pis sularda yüzüyor, üstelik onlar genelde daha büyük, yani daha çok yaşayıp daha çok civa biriktirmiş oluyor. Olayın kabaca aslı bu şekilde. Sonuç değişmiyor, ama detaylar biraz daha karışık kısaca.
Konu dip balıkları tamam ama dipte çok çok fazla zaman kalmış, tabiri caizse 4 kiloluk çipura falan bu zararlı maddeleri bünyesinde taşır diye düşünüyorum. prof.dr İbrahim saraçoğlunu izliyorudm geçenlerde oda aynısını söyledi.
buda benden o zaman< Zaman 1980' leri hemen başları, Daha anadolu yakası sahil yolu yapılmamış, kıyı şeridinde bir çok yazlık evin önlerinde kayık iskeleleri ve soyunma kabinlerinin olduğu zamanlar, Kartal'da doğan denize aşık Murat diye bir çocuk yaşar, ailenin uzun aradan sonra 2 kız evlattan sonra olan ilk ve tek erkek çocuğu, çok kıymetli çokkk Anne bilse illegal işlere bulaşacağını, kıyametleri koparacak Bir gün önceden mahalledeki kankalarıyla plan yaptıktan sonra ertesi gün evin kapısını açıp, ayağının birisini kapının dışına atar ve bağırır; Anneeee apartmanın önündeyim, misket oynayacağım. Anne başlar ; oğlummm ben seni sokakta mı doğurdum, otur evde diye Plan yapılmıştır, kankalar dışarıda beklemektedir, ekip tamamlandıktan sonra, 10 dakika yürüme mesafesi olan sahile gidilir, yolda bakkaldan 2 ekmek alınır. Kartal'dan Yunus'taki kumculara doğru olan kumsal, eski Kartal belediye plajına gelmeden hemen önce, İnönülerin ve Zeki Müren'in yazlık evlerinin tam orası, üst baş hemen çıkartılır, altta şortlar, mayolar (hadi konunun orijinalliği bozulmasın beyza donlar ağırlıkta), birde deniz gözlüğü, haydi bakalım denizeee, yarım saat uğraştan sonra tam bir ekip çalışmasıyla en ufağı 10 santim kadar olan midyelerden bir sürü toplanmıştır bile, iki tane büyük taş biraz arayla konur, arasındaki kum kazılır, ekip hemen kumsaldaki dallardan, ufak tahta parçalarından toplamaya girişir, bir kenerda zulaladığımız peynir tenekesinin alk kapağı zuladan çıkartılır, orada denize giren büyükçe abilererin yanına giderek; abi ateşin varmı, ateş yakalım getirelim, diyerek , vasati 40 çöp olan bir kısmı yakılıp tekrar kutuya geri konmuş, bir kısmı yanmayı bekleyen, malazlar kibrit ödünç olarak alınır, tahta ve dal parçalarının altına konmuş gazete kenardan tutuşturulur , ateşin çevresinde secde vaziyetinde 5-6 çocuk ateş körüklemece, puffffff, pufffffff Ateş hallolduktan sonra, teneke taşların üzerine konur, üzerinede midyeler dizilmeye başlar, Birkaç dakika sonra midye aralanır, suyunu bir salar, bir müddet sonra midyeler ters çevirilir, mir miktar daha su çıktıktan sonra, kabukların rengi değişmeye ve aralık büyümeye başlar, 10 dakika geçmeden işlem neredeyse tamamdır, iki kapak iyice aralanmış, midye içeride toparlanmaya başlamıştır, , ekmekler kırılıp midyelerin leziz shovu eşliğinde kenarlarından ufak ufak tırtıklanmaya başlanmıştır bile, midyeler son bir kez kontrol edilir artık kapaklarla bağları tamamen kesilmiştir, hemen alınır, saçak kopartılır, geri kalan kısım hoooop ekmeğin arasına, Allahım o nasıl bir tatdır; o ne muhteşem bir lezzettir, mmmmmmmm Yemekler yenmiştir, biraz nefeslendikten sonra suda biraz çırpınmaca, oynamaca, sonra üst baş giyilir, ıslak şortların izi pantolonların popo kısmında kuruyan tuzun da etkisiyle o dönem adına kıçında harita çıkmış len denilen model olmuştur, mutlu bir şekilde eve dönüş yoluna konulur, Gerçek problem tam bu aşamada başlayacaktır, kapı çalınır, Anne kapıyı açar, nedereydin sen????? 2 saattir sesleniyorum balkondan Şeyy annee misketttt, yan mahallede Hemen popodaki harita ele verir, gel bakalım yer misin, yemez misin Harika midyelerin üzerine, güzel birde sopa yenir, doğruuuuuuu banyoya bakayım çıkışından sona, tertemiz banyoda yapılarak, ilerleyen günler için yeni planlar kafada tasarlanmaya başlanmıştır bile, Ben bu hikayeyi seviyorum, özlüyorum, çocukluğumu, herşeyi, bi okadarda kendi çocuklarımın bu tür zevklerden mahrum kalacağını düşünerek, yıkılıyorum, kızıyorum birşeylere, Bugünlük hikaye bu kadar, Sevgiler ve saygılar,
Abi hikaye harika, ben halen Boğaz'ın kuzey kısımlarında kendi çıkardığım midyeleri ve pavuryaları yerim. Balık mı? Zaten onsuz bir yaşam düşünülemez. Gerçekten söylendiği kadar zararlıysa da atın ölümü arpadan olsun diyeceğiz Ben şunu düşünüyorum her zaman, her türlü şeye zararlı, ilaçlı, hormonlu, GDO'lu filan diyorlar ama insanlar eskiden de ortalama 70 yıl yaşıyordu şimdi de. Sevgiler
Sen o balıkları tut, sobra da yemezsen Erzurum'a gönder. Makbule geçer Şaka bir yana 10 senedir, Marmara'dan tutulan bu balıkları yemiyorum.
Bir noktayı kaçırıyorsunuz galiba. Teyzem, deniz balıklarını yemeyin, çiftlik balıklarını yiyin diyor. ... FAzla mı haksızlık ettim, ne?
Özellikle kefal, barbun ve hamsi. Çiftlik balıkları konusunda Yakup hocam ne diyor acaba?Ben çekimserim.
Evdekilere yedirmediğimi sana yedirir miyim Nuri kardeşim. Bir süredir tavuk bile almıyorum. Meşhur piliç firmalarından birinde bir dostumun damadı genel müdür. ''Bunlar piliç değil, yaratık'' diyor.
Balıklar aracılığıyla civa yüzünden zehirlenme ilk Japonyada, Minamata denen yerde gözlenmiş. Demek, sadece Marmarada değil açık denizlerin kıyılarında da bu sorunlar olabiliyor. Doğal olarak, çiftlik balıklarının da, eğer çiftlikler kirli sulardaysa, güvenli olacağından emin olamayacağız.
Sayın Murat Bey, Size aynen katılıyorum.Biz de çocukluğumuzda Hereke'de denizden çıkardığımız midyeleri teneke üstünde yapıp yerdik.Lezzeti anlatılmaz,sadece yiyen bilir.En kral balığa bile değişmem teneke üstündeki midyeyi. Ama dediğiniz gibi şimdiki denizlerimizdeki midyeyi yemek intihara teşebbüs gibi bir şey. Ama balıklarımız bence nispeten diğer organizmalara göre daha masum sağlık açısından. GDO çıkardılar başımıza şimdide.Yalan efendim yalan.Yeni olan birşey değil bu zaten.Yıllardır var.En aşağı 10-15 senedir zaten yiyoruz biz bu GDO lu besinleri.Kimse kandırmaya çalışmasın vatandaşı.Eskiden domates yediğimiz zaman çekirdeğinin düştüğü yerde domates çıkardı.Şimdi nerede.İsrail tohumlar ile öyle bir oynuyor ki sadece sattığı tohumu ekerseniz domates çıkıyor.Hem de salkım salkım,bir mahsül bitiyor arkasından hemen bir mahsül daha.Sene de 4- 5 defa domates alıyorsunuz aynı tohumdan.Sizce bu domates masum mu? Diğer bir örnek; Eskiden bakkal da satılan sucuklar dolap ta dahi dursalar en fazla bir hafta on gün içerisinde küflenmeye başlardı.Şimdi marketten aldığınız sucuğun son kullanma tarihine bir bakın dostlar.5 ay 6 ay dayanma süresi var.Nasıl oluyor bu?Koruyucu maddelerle,çok da masum olmayan gıda kimyasalları ile. Hepimize geçmiş olsun dostlar. GDO YU YEDİK.