9 Eylül... Şansımız varmış... Birkaç kıta gezdik. Şunu iddiayla söyleyebilirim... Dünyanın hiçbir yerinde İzmir'deki kadar güzel batmaz güneş. Yine öyle bir vakit... Bitmeyen enerji, kavuniçi bir top olmuş, trajik bir yangının küllerinden yeniden doğan şehrin ufuk çizgisinde, körfeze usul usul iniyor. Rakının dibine vurma saati... Takvimler, 1923'ü gösteriyor. Adres, numara 248, Kordon... Naim Palas... İkinci kat... Cumbada oturuyor Mustafa Kemal. Sevmez fazla yemeği. Leblebi var yine önünde... Garson titriyor. Çünkü çocuk, Rum. Sesleniyor Gazi, şefkatli bir ses tonuyla... "Vre Dimitri" diyor, "gel bakayım." Çocuk, "buyur pasam" diyor, ş'lere dili dönmeyen, kırık dökük Türkçesi'yle. "Sizin Kosti" diyor... İşgal sırasında İzmir'e gelen Yunan Kralı Konstantin'i kastederek... Sizin Kosti, geldi mi buraya? Geldi pasam... Oturdu mu bu masaya? Oturdu pasam. Güneş batarken rakı içti mi? İçmedi pasam. E o zaman sormadın mı çocuk, ne halt etmeye almış İzmir'i? İşte böyle batar güneş orada. Nereye götürsem bilmem ki, nereleri gezdirsem, bugün sizi İzmir'de... Mustafa Kemal Bulvarı'na mı götürsem, Alsancak'a mı? Lozan Meydanı'na mı, Montrö Meydanı'na mı? Hasan Tahsin'in ilk kurşunu attığı yerde dua mı etsek, Zübeyde Hanım'ın kabri başında rahmet mi okusak? Anacığını emanet etmiş, adam gibi adam bu şehire... Kız almış. "Denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız hem deniz kokan" bu şehirden... Evlenmiş. Latife Hanım'ın köşküne mi götürsem? 26 Ağustos kapısından mı girsek fuara, Kahramanlar kapısından mı? Oradan girmiş süvariler İzmir'e... Çok şehit vermişiz. İsimleri meçhul. Onun için kısaca Kahramanlar demişiz, o semtin adına... İlk girdikleri noktada da, Şehitler Abidesi var... Bu vatan için İzmir'de ilk düşenler... Onların isimlerini biliyoruz... Oraya mı gitsek acaba? İkinci Tümen Dördüncü Alay'dan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet... Şehitler Abidesi deriz ama, ismi başkadır aslında... "Vatan ve Namus Anıtı..." Oraya mı gitsek? Başlarında Yüzbaşı Şerafettin vardı. O caddenin şimdiki adı. Oraya mı gitsek? Fahrettin Altay Meydanı'na mı, yoksa Cumhuriyet Meydanı'na mı? "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri" diyen heykele... Cadde mi gezsek... Dumlupınar caddesi, Şehitler, Gaziler, Vatan, İstiklal, İnönü, Akıncılar, Şehit Fethi caddesi... Yoksa bulvar mı gezsek... Gazi, Fevzipaşa. Mahalle desen... Egemenlik mahallesi, Kurtuluş, Mehmet Akif, Millet, Kubilay, Sakarya, Ülkü, İnönü, 19 Mayıs, Tınaztepe, Kocatepe, Duatepe, Zafertepe, Hürriyet mahallesi... Semt mi gezsek... Çankaya da var, Bayraklı da... Hatay var kardeşim, Hatay. Okul mu gezsek... Atatürk Lisesi, Cumhuriyet Lisesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Hakimiyet-i Milliye, Misak-ı Milli, Gazi ilkokulu... Atatürk Stadı'nda Altay'ı mı seyretsek, Alsancak Stadı'nda Altınordu'yu mu? Sadece şehir değildir orası. "Milli mücadele müzesi" dir. Adım attığın her yerde gördüğün isimlerle. Bahçedir... Kanla sulanan, terle yeşeren. İstanbul'daki gibi Birinci Ahmet Çeşmesi falan yoktur orada... Ankara'daki gibi Cinnah caddesi, Arjantin caddesi de bulamazsın pek... Recep Tayyip Erdoğan Kavşağı'nı teklif etmez hiç kimse... İşgal edildiği gün, bir ulusun kurtuluş savaşını başlatan... İşgali bittiği gün, o ulusun kurtuluş savaşını bitiren... Dünyadaki tek şehirdir. Ve bugün, o gün... 9 Eylül. Ne güzeldir bugün İzmir'de olmak. Ve ne zordur bugün İzmir'de olamamak. Kıymetini bilmek lazım. YILMAZ ÖZDİL
9 Eylül İzmirimin kurtuluşu kutlu olsun. Boyoz, kumru, imbat... İsmet İnönü. Latife Hanım. Kubilay. Metin Oktay. Mustafa Denizli. Ayhan Işık. Sezen Aksu. Halit Refiğ. Adnan Saygun. Süleyman Ferit Eczacıbaşı. Attila İlhan. Homeros. Necati Cumalı. Tarık Dursun K. Dario Moreno. Kayahan. Ateşböceği Ercan Bostancıoğlu. Alev Alatlı. Muharrem Candaş. Alaaddin Şensoy. Haluk Bilginer. Nuri Çolakoğlu. Ersun Yanal. Hüseyin Yurttaş. Karantinalı Despina. Turgut Pura. Zuhal Yorgancıoğlu. Gürsel Aksel. Dinçer Sümer. Hüseyin Baradan. Halit Ziya Uşaklıgil. Ertuğrul Özkök. Nehir Erdoğan. Ekrem Akurgal. Halikarnas Balıkçısı. Necdet Karar. Gönül Yazar. Caroline Koç. Salah Birsel. Şükran Kurdakul. Ali Gevgilili. Özdemir Hazar. Bilge Umar. Gaskonyalı Toma. Ergun Babahan. Selmi Andak. Ferdi Özbeğen. Barbaros Şansal. Hidayet Karakuş. Ece Aksoy. Nalan Altınörs. Yasemin Dündar. Pakize Suda. Şenay Düdek. Tanyeli... Ece Çoker. Türkiye'de dünyaya gelen ilk tüp bebeğimiz... Nüfus kâğıdında "doğum yeri İzmir" yazıyor. Zübeyde Hanım. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran adam gibi adamın, anacığı... Emanet etmiş. İzmir'de yatıyor. Muzaffer İzgü. Feyza Hepçilingirler. Avram Ventura. Kibariye. Sefer Usta. İpek Tuzcuoğlu. Tan Sağtürk. Franco Sponza. Erdal Şafak. Necdet Tokatlıoğlu. Yaşar Aksoy. Rüştü Şardağ. Ebru Akel. Yüksel Ak. Semra Aksu. Didem Taslan. Jülide Ateş. Cansu Dere. Esra Eron. Yıldız Tilbe. Harika Avcı. Hanri Benazus. Korcan Karar. Yeşim Turan . Petek Dinçöz. Niran Ünsal. Gül Gölge. Pınar Aylin. Tanju Okan. Atalay Noyaner. Nazan Öncel. Teoman Önaldı. Ümran Baradan. Ali Kocatepe. Leyla Umar. Rakım Elkutlu. Şapka Ertekin. Şükrü Saracoğlu. Herve Giraud. Sadi Hoşses. Avni Anıl. Yusuf Nalkesen. Yorgo Seferis. Şahan. Zeynep Tokuş. Hasan Mutlucan. Ayşegül Yeşilnil. Susuz Dede. Gökşin Sipahioğlu. Efkan Efekan. Lale Oraloğlu. Burçin Büke. Kâmran Usluer. Reyan Tuvi. Meltem Cumbul. Burcu Güneş. Ahmet San. Işıl Kasapoğlu. Kemal Kamil Aktaş. Yıldırım Önal. Nedret Güvenç. Ege. Vefik Ataç. İlker Sarıer. Eryetiş Kurtaral. İsmet Arzuman. Cemalettin Özdoğan. Yankı Yazgan. Ali Artuner. Güngör Mengi. Emel Müftüoğlu. Ayla Dikmen. Kenan Onuk. Marika Corsini. Yalçın Pekşen. Saba Tümer. Hüsnü Şenlendirici. Maria Rita Epik. Hanife Çetiner. Ünal Ersözlü. Hakkı Gürüz. Baskın Oran. Çağan Irmak. Köşeye sığmayanlar... Ve, bi de sen. Bu satırları okuyan İzmirli. Memleketimi sanatla, fikirle, modayla, sporla, lezzetle besleyen, güzelleştiren... Denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız, hem deniz kokan şehrim... Yılmaz Özdil
Izmir'in kurtulusu ,Ege'nin kurtulusudur. Türk Halki'nin Kuva-i Milliyesi ile, düzenli ordulari ile, milisi, efesi, çetecisi, köylüsü, esnafi, kadini, kizi ve kizani ile yürüttügü ulusal kurtulus eylemi, adim-adim, köy-köy, kasaba-kasaba, kent-kent, Ege'yi özgürlügüne kavustururken, tüm ulusun özgürlügünü de getirmekte ve Cumhuriyet Türkiye'sinin kurulusunu müjdelemektedir. İzmir'liyiz, gavur değil...
güzel yurdumuzun güzel izmirinin kurtuluşunun yıldönümü kutlu olsun ,izmirin kurtuluşunda yer alan analarımızın,ninelerimizin ,dedelerimizin, kahramanca savaşan askerlerimizin ruhları şad olsun . vatan bütündür ,bölünemez bölmek isteyenler olursada kanımızın son damlasına kadar savaşarız Ne mutlu Türküm Diyene
kutlu olsun... Hasan Tahsin den 9 eylül'e... İzmir'le başladı kurtuluş savaşı ve İzmir'de bitti... Ve yeniden İzmir lazım bize İyi bakın ona...
Canım İzmir'im.... Bir başkadır İzmir, hele benim gibi uzakta olup özlemek. Belkahveden aşağı sallanırken her seferinde aracımızın camlarını açıp içeri İzmir havası dolsun deriz ailemle. Eşim ve ben unutsam bile oğlumuz Asrın hatırlatır bize. İzmir'de yaşayanlar bilir, İzmirden birkaç günlüğüne ayrıldın mı İzmir'i ararsın döndüğünde ise "İzmir gibisi yok" dersin... Sevgiler...
İzmir,,,Anlatılmaz yaşanır, Bu vatan için canını feda eden,bu memleket için evini barkını ,terk eden, Ve bu güzel İzmir'i bizlere yaşatan,Tüm Ecdadımı saygıyla anıyorum.. İZMİR, İÇİN,,, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
izmirin dağlarında çiçekler açar yaşa çok yaşa MUSTAFA KEMAL paşa Allah bize o günleri bir daha yaşatmasın türkiyede barış dünyada barış
İzmir Marşı İzmir’in dağlarında çiçekler açar. Altın güneş orda sırmalar saçar. Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar. Yaşa Mustafa Kemal Paşa,yaşa; Adın yazılacak mücevher taşa. İzmir dağlarına bomba koydular Türk’ün sancağını öne koydular. Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular. Kader böyle imiş ey garip ana Kanım feda olsun güzel vatana. İzmir’in dağlarında oturdum kaldım Şehit olanları deftere yazdım. Öksüz yavruları bağrıma bastım. Kader böyle imiş ey garip ana Kanım feda olsun güzel vatana Türk oğluyum ben ölmek isterim. Toprak diken olsa yatağım yerim. Allahından utansın dönenler geri Yaşa Mustafa Kemal Paşa,yaşa Adın yazılacak mücevher taşa
9 Eylül İzmirin Kurtuluşu 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar (Başkomutan) Meydan Muharebesi'nin kazanılması ile Yunan ordusu imha edilmiştir. 1 Eylül 1922'de "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir" emrini verir. 9 Eylül 1922'de ordumuz İzmir'i alır. Atatürk İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf (Orbay) Bey'e telgrafta: "Birliklerimiz İzmir doğu sırtlarında düşmanın son direnişini kırdıktan sonra bugün mağlup düşmanla beraber İzmir'imize zaferle girdik. Ben yarın öğleden itibaren İzmir'de bulunacağım"der. Aynı gün Yunan'ın ateşe verdiği Kasaba'ya (Turgutlu) varıp burayı ve yanan köyleri geçer. Armutlu'ya gelinir. Burada mola verilir Mustafa Kemal koyu bir güneş gözlüğü taktığı için tanınmaz. Orada bulunan bir ihtiyar, koynundan bir resim çıkarır, bir kaç kere önce resme, sonra Mustafa Kemal'e bakar. Mustafa Kemal gözlüğünü alnına doğru kaldırınca ihtiyar daha yakına yanaşır ve daha dikkatli bakar. Birdenbire yüzünün rengi değişir, her yanı titreyerek, "Bu sensin, bu!"diye bağırır. Sonra orada bulunanlara dönerek, haykıra haykıra "Ey ahali koşun, koşun! Bu odur, Kemalimiz geldi!"der demez bütün halk otomobile koşar. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı kimi toprağı, kimi tekerlekleri öpüyor, kimi Mustafa Kemal'in boynuna, eline sarılıyor kimi otomobili omuzlarında taşımaya çalışıyordu. Mustafa Kemal 9 Eylül 1922 Cumartesi günü karargahı ile Belkahve'ye varır. Bir incir ağacının altında Kadifekale'de şanlı bayrağımızın dalgalandığı İzmir'i uzun uzun seyreder. Düşman devletlerin karma donanması körfezdedir. Hava kararıncaya kadar burada kalır. Geceyi geçirmek için Nif (Kemalpaşa)'ya gelinir. Rüşen Eşref Ünaydın anlatır: "Seni, bir iki basamak merdivenle ilk katına çıkılan, zaten sanırım o ev sadece bir katlı idi, o evin kapısından içeri girişte, başları beyaz örtülerle sımsıkı sarılı köy kadınları karşıladılar. ....Yedi sekiz kadın... Gölgeler gibi çekingendirler. Seni o dar girişte görünce, yerlere doğru eğildiler; sarılıp dizlerinden öptüler; baş örtülerinin ucu ile ayaklarından tozlar aldılar, bir ikisi o tozları gözlerine sürdüler! Ve onların gözlerinden senin ayakkabılarına yaşlar damladı. Sen onları ağır başla selamladın. Onlar senin önünde el bağladılar, yaşlı gözlerle sana uzun uzun baktılar. Bu el bağlayışlar, bu susuşlar sana bir sonsuz minneti ve hayranlığı bin sözden ne kadar daha iyi anlatıyordu." Atatürk yanında Mareşal Fevzi (Çakmak) Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Paşa ve karargahı ile 10 Eylül 1922 günü İzmir'e girmiş burada Fahrettin (Altay) Paşa İle buluşarak doğruca Hükümet Konağına gitmiştir. İzmirliler kurtarıcılarını büyük bir törenle, sevinç ve coşkunlukla karşılamışlardır. İzmir Hükümet Konağı balkonundan, Konak alanını hınca hınç dolduran İzmirlileri, selamlayarak kısa bir konuşma yapar. "Bu başarı milletindir" der. Daha sonraları da yapılan her türlü hamleyi ve başarıyı hiç bir zaman kendine değil, canından çok sevdiği milletine mal etti. Konak Meydanı'na İzmirli Türklerin büyük kurtarıcılarına armağanı olan bir açık otomobil getirirler. Otomobilin her yanı kırmızı beyaz kurdelelerle küçük beyaz güllerle süslenmiştir. Gül bahçesi gibi arabayı beğenerek seyreder. İzmirlilerin inceliğinden duygulanır. Fakat; çiçeklerin arasındaki kuzuyu fark edince, Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey'e dönerek: "Aman! Çabuk gidin söyleyin; şu kuzuyu kesmesinler..." Ruşen Eşref Bey anlatır: "Aşağıya çok hızla koştum. Fakat; kapını önüne varınca gördüm ki beyaz mermere al kanlar yayılmış, vaktinde yetişemediğimi arz için başımı ve ellerimi kaldırıp yukarı sana doğru baktım. Gördüm ki balkondan çekilmişsin şimdi o anı bir daha hatırladıkça, saldırgan ordusunu yok etmiş bir Muzaffer Başkomutanın bir kuzu kanı dökülmesine bakamayacak derecede bir insan yüreği taşır olduğunu hasretle bir daha anıyorum." İzmir'de Düşman Bayrağına Saygı Aynı gün öğleden sonra bir atın kuyruğuna bağlanmış yerde sürüyen Yunan bayrağını görünce "Bayrağı ters taşıyabilirler fakat; yerde süründürmesinler, bu bizim adetlerimize yakışmaz" diye haber gönderir ve bayrak atın kuyruğundan kaldırılır. Daha sonra Mustafa Kemal yanına yazar Ruşen Eşref'i ve yaverlerini alarak otomobiline biner, biri otomobilinin önünde diğeri arkasında yer alan iki kısraklı süvari bölüğünün arasında, Konak Meydanı'ndan Karşıyaka'da onu konuk etmek için hazırlanmış eve gitmek üzere ayrılır. Karşıyaka'daki kalacağı eve geldiğinde evin mermer taraçasına çıktıktan sonra kapının önüne ipek bir Yunan bayrağı serilmiştir. Üzerine basılacak bir yol halısı gibi yayılmıştır. Kadın ve erkek orada bulunan İzmirliler: "Buyurunuz geçiniz.... Bizim öcümüzü yerine getiriniz. Yabancı kral bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti. Siz lütfedin, bu karşılıkla o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir"diye yalvarıyorlardı. Mustafa Kemal yerde serili bayrağın önünde durur, ağlayarak yalvaran kadın ve erkeklere tatlılıkla bakarak; "O geçmişte kötü etmiş. Bir milletin istiklalini temsil eden bayrak çiğnenmez. Ben onun hatasını tekrar edemem"der. Bayrağı kaldırtır ve bembeyaz mermerlere basarak içeri girer. Ruşen Eşref Ünaydın "İşte sen İzmir'e ilk gün zaferinle böyle girdin"der. İzmir Hemşehriliği İzmirliler Atatürk'e 14 Eylül 1922 tarihinde hemşehrilik teklif ederler ve Atatürk tarafından kabul edilir. Atatürk, 24 Eylül 1922 tarihinde İzmir Muhterem Hamiyetli Ahalisine hitabı ile yazdığı mektupta: "İzmir Belediye ve Yönetim Meclisleri aracılığı ile bana İzmir Hemşehriliği sanı verildiğini öğrendim. Ülkemizin Akdeniz'e karşı ışığı olan, düşman işgalinden kurtulması için bütün ülkeyi seve seve yıllarca sıkıntılara sürüklemiş bulunan İzmir'imizin hemşehrileri arasında sayılmak bana sonsuz bir sevinç ve övünç olmuştur. Bundan yaklaşık üç yıl önce İzmir felaketi ile yüreği en büyük üzüntü ve aynı zamanda en güçlü bir inanç kararlılığı ile çarpmış; başladığımız bağımsızlık savaşında bana en güçlü umutları vermiş olan yiğit Erzurum halkı da beni hemşehrileri arasına almakla ödüllendirmiş oluyordu. Bana ulusal savaşımızın, önemli bir girişiminin başlangıcını anımsatmakta bulunan Erzurum hemşehriliğine, savaşımızın zaferini müjdeleyen İzmir hemşehriliğini ekleyerek, değerli bir ödül vermiş oluyorsunuz. İzmirli hemşehrilerime sevgi ve bağlılıkla teşekkürlerimi sunarım. İzmir'in acılarını gidermek için genel görevlerimizin verdiği zorunluluktan başka özel ve içten bir ilgi ile çalışmak, benim için bir ülkü olacaktır. Hepinize selam ve sevgi hemşehrilerim"der.
Üzülme Engin o saydığın illerde de İzmir kadar gavur vardır kendini belli etmiyordur. İzmir de hayat göz önünde yaşanır, cesurca o yüzden gavur denir. Gizli saklı değil, birlerinden korkarak değil, apaçık ortada ben burdayım dercesine yaşanır. Ha ben İzmirliyim bana gavur mu diyorlar şöyle düşünürüm; İki yüzlü, haysiyetsiz , el altından her haltı yiyen sadece dış görünümü müslüman biri olacağıma , Beni dışardan bakıp gavur bilsinler , ben kalpten hak yolunda olup evimde kimseye gösteriş yapmadan ibadetimi yapan bir müslüman olmayı tercih ederim. Şu hikayede insanlara küpe olsun ; Nalıncı Baba Hazretleri Adsız şansız bir Allah dostu Murat Han (III. Murat) o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: - Hayrola efendim canınızı sıkan bir şey mi var? - Akşam garip bir rüya gördüm. - Hayırdır inşaallah. - Hayır mı, şer mi öğreneceğiz. - Nasıl yani? - Hazırlan dışarı çıkıyoruz. Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri ve kararlı adımlarla Beyazıd'a çıkar, döner Vefa'ya. Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarlarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatli bakınır. İşte tam o sıra, orta yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar 'Kimdir bu?' Ahali 'Aman hocam hiç bulaşma' derler, 'ayyaşın meyhur'un biri işte!' - Nerden biliyorsunuz? - Müsaade ette bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz. ÖFKELİ KOMŞULAR Bir başkası tafsilata girer. -'Biliyor musunuz?' Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır, nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem nerede namlı mimli kadın varsa takar peşine. Hele yaşlının biri çok öfkelidir. -İsterseniz komşulara sorun. Sorun bakalım, onu bir kere olsun cemaatte gören olmuş mu? Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar mı ortada. Tam Vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser. - Nereye? - Bilmem. Bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım. - Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz. Öyle veya böyle tebamızdır. Defnini tamamlasak gerek. - İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden. - Olmaz. Rüyadaki hikmeti çözemedik daha. - Peki ne yapmamı emir buyurursunuz? - Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından. - Aman efendim. Nasıl kaldırırız? - Basbayağı kaldırırız işte. - Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini... - Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasılhane bulmalıyız. - Şurada bir mahalle mescidi var ama... - Olmaz. Vefat eden sen olaydın nereden kalkmak isterdin? - Ne bileyim Ayasofya'dan, Süleymaniye'den. En azından Fatih Camii'nden. - Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Haydi yüklenelim. Ve gelirler camiye. Siyavuş Paşa sağa sola koşturur kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır: - Sultanım yanlış yapıyoruz galiba - Nasıl yani? - Heyecana kapıldık, cenazeyi sorup araştırmadan getirdik buraya, Kimbilir hanımı vardı belki, belki de yetimleri? - Doğru. Öyle ya. Neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. BİZİM EFENDİ BİR ALEMDİ Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler, sanki bu vefatı bekler gibidir. - Hakkını helal et evladım .Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, belki hatıralara dalar. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından. - Biliyor musun oğlum?' diye dertli dertli söylenir, Bizim efendi bir âlemdi vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar, ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya. - Niye? - Ümmet-i Muhammed içmesin diye. - Hayret. BAK ŞU İŞE! Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi. - Ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek, der çeker giderdi, ben menkibeler anlatırdım onlara. Mızraklı İlmihal, Hüccet-ül İslâm okurdum. - Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki. - Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. 'Öyle bir imamın arkasında durmalı ki' derdi, 'tekbir alırken Kabe'yi görmeli.' - Öyle imam kaç tane kaldı şimdi. - İşte bu yüzden Nişanca'ya, Sofular'a uzanırdı ya. Hatta bir gün - Bakasın Efendi! Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada'. dedim, - Doğru öyle ya? - Kimseye zahmetim olmasın! deyip mezarını kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. - İş mezarla bitiyor mu? Seni kim yıkasın, kim kaldırsın? dedim. - Peki o ne dedi? - Önce uzun uzun güldü, sonra - Allah büyüktür hatun, hem padişahın işi ne? dedi. ..... İşte Nalıncı Baba o adsız sansız Allah dostlarından biridir. Asıl adı, Muhammed Mimi Efendidir. Bergamalıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı'nda, Cibali tütün fabrikasının arkasında, Haraçzade Camii karşısındadır.
Bir kaç gündür giremedim siteye... Ama biliyorum ki arkadaşlarım mutlaka atlamamışlardır İzmir' imin kurtuluş gününü... Başta Aşkın olmak üzere paylaşımda bulunan tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum gönülden... Adı bile geçtiğinde tüylerim diken diken olan bu efsane şehri, öyle bir anlatmışsınız ki ...Gözlerim dolu dolu, hafiften ürpererek okudum hepsini... Doğduğum, ama doyamadığım İzmir' im... Ahmet ve nice İzmir' li gibi, o Belkahve' den dönünce ışıl ışıl sıcacık bir İzmir karşılar ya bizleri, işte ben O şanlı şehrin evladıyım der, gözümden özlemişliğin yaşlarını akıtırım... Gurur duyarım " İzmirli' yim derken... Tıpkı Ne Mutlu Türk' üm derken olduğu gibi... İyi ki varsın İzmir ! Bu ülke kurtuluşunu sana borçludur! Varsın " gavur " desin tarihini bilmeyenler, varsın cehaletlerinin nehrinde boğulsunlar, varsın ele güne alet olsunlar... Çok şükür bizler buradayız, ölmedik... Atatürk' ün çocuklarıyız, yaşıyoruz, yaşatacağız kahramanlığını var olduğumuz müddetçe. Kurtuluş günün kutlu olsun canım İzmir' im...
Hekes o kadar güzel şeyler yazmış ki, ekleyecek söz bulmak güç... Bu güzelliğe karşın, ne garip ki, bu konuya yazanların hemen hepsi ya İzmir'de yaşayan ya da bir şekilde bu kentle bağı olan kişiler. İnsanın içine bir soru düşüyor ister istemez: Neden diğer illerden arkadaşlarımızın bu başlıkta yazıları yok? İzmir'in kurtuluşu yalnızca İzmir'lilerin kurtuluşu mu oldu? Nedendir bu coşku eksikliği?.. Kimbilir belki de neden haftasonu rehavetidir... Ben İzmir'de doğmadım, İzmir'de büyümedim, yaşamımın bir dönemini de İzmir'de geçirmedim... İzmir'in kurtuluşunun tarihsel değerini kentin güzelliği ile bütünleşip bu duygular içinde olmak için o kente ait olmak mı gerek? Hiç sanmam... Bunu yaşamak için o kentin sana ait olduğunu bilmek yeter... Güzel İzmir'im, Kurtuluş Savaşı'mın önemli simgesi, kurtuluş yıl dönümün sana, bize, hepimize kutlu olsun...