İki yüzelli bini aşkın şehidin kanıyla sulanan vatan toprağı... Düşmanın dahi kahramanlığını, insanlığını övdüğü Mehmetçiğin yazdığı bir destan Çanakkale... Aslında Çanakkale Zaferi için ne söylense az...
Ellerine sağlık Burak, güzel bir konu açmışsın. Her Türk evladı hayatında bir kez dahi olsun gidip Gelibolu yarımadasını gezmeli ki bu Vatanın kıymetini bilsin. Ben geçen yıl gittim ve inanın o duygularla gözlerim yaşardı. Bu vatan için canını, kanını veren aziz şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorum. Ruhları şad olsun.
.....Bununla birlikte, bütün bunlar başarılsa bile, zafere ulaşmak için en kötü olasılığı düşünerek hazırlanmalıyız. Sizi inandırmak isterim ki, bu çok çetin bir iştir. Eski silâh arkadaşlarımız, kurmay okullarında öğrendikleri manevra kuramlarına dayanarak, bu cephedeki Türkleri, zaman bile vermeden en az iki kere yenilgiye uğratacaklardır, ama kâğıt üzerinde ! Fakat gerçekten yarımadanın engelleri, Türklerin “T” taktiğini kullanmalarına yarıyor. Mevzilenme, siper savunma işlerinde Türkler her zaman çok iyi. Oysa, bilgisiz olan bu askerler kendilerine verilen görevleri aynen yerine getirmek konusunda çok mert hareket ediyorlar. Bir yere tam siper ettiler mi, araziye yapışıyor ve üzerlerine gelen her hedefi vuruyor. Bu çeşit savaşlarda Türk askeri çok usta. Gerçekten ben hayatımda bu derece cesur asker görmedim. Bazıları ideal nitelikteler. Hücuma kalkıp, ilerlemeye başladık mı, üzerlerine yağdırdığımız mermi sağanağına aldırmadan, soğukkanlılıkla ayağa kalkıyor, siperlerden fırlıyor ve başlıyorlar ateş etmeye, el bombası atmaya... Ian Hamilton, GELİBOLU HATIRALARI (1915)'den alıntıdır. Ian Hamilton : 16 Ocak 1853’te Yunanistan’a bağlı Korfu Adası'nda doğdu. 1915'de Çanakkale'de Fransız ve İngiliz Kara Kuvvetleri başkumandanlığına tayin edildi. 13 Mart'ta, Anadolu kıyılarına kara kuvvetleri çıkarma göreviyle Londra'dan hareket etti. 16 Mart'ta Mondros'a geldiğinde emrindeki sefer kuvveti 17.000'i Fransız 75.056 asker, 132'si Fransızlara ait 140 top ve 8 uçaktan oluşuyordu. İan Hamilton'ın emriyle, Boğaz'ı geçmek isteyen Müttefik donanma Çanakkale'de başarısızlığa uğrayınca Gelibolu'ya asker çıkarma kararı alındı. Ancak çıkarma 25 Nisan’da bu karardan bir ay sonra gerçekleştirilebilmişti. Ne varki bu girişim de başarısızlıkla sonuçlanınca ağır eleştirilere hedef olan Hamilton, görevden alınarak İngiltere'ye çağrıldı (Ekim 1915). Bundan sonraki askerlik yaşamında geri hizmetlerde görev yapan İan Hamilton 1947 yılında Londra'da öldü.
çanakkale şehidine Bir orduya bir bölükle, Boş karınla, boş tüfekle, Karşı duran yiğidim. Ey benim yalın ayak, Yama tutmaz libâs giyen şehidim. Aşsız, susuz düşmana saldırıpta, Aç karnından, kurşun yiyen şehidim. Düşmanın çiğnediği vatanda can, Bedenime yüktür, diyen şehidim. Senin candan ve cânandan, Yücede tuttuğun vatan, Kolyuğa pazarlanıyor. Sığıntılar başa geçti, Sahipler azarlanıyor. Parçalayıp bölmek için, Sinsice hızarlanıyor. Bizi adam belleyip, Emanet ettiğin yurt, Uğruna şehid olup, Bağrında yattığın yurt, Soysuzlar eline düştü, Kölelik yoluna düştü.. Senin diktirmediğin, Bayraklar dikiliyor. Tüm temel değerlerim, Sırayla yıkılıyor, Hazan vurdu çınarı, Yapraklar dökülüyor.. Biz uyurken düşmanlar, Etrafımızı sarmış. Meğerki içimizde, Nice Anzaklar varmış. Hilâlli maskelerle, Haçlı içime girmiş. Maskeli soysuzlara, Inananda hakkın var. Tek dişli canavara, Yamananda hakkın var. Yabancı bayraklarla, Gönenende hakkın var. Bizi affet demeye, Bunların yüzleri yok. Bunlar serapa kabuk, Bomboşlar, özleri yok. Affetme yiğidim, ihânetlerini, Can verdiklerini, verenlerin. İki elin yakalarında olsun, ahirette, Bayrağı kumaş, Vatanı toprak, Bağımsızlığı boş görenlerin.. Ergenekon çevirdi, yine dört yanımızı, Demirdağları bulmak, borcumuzdur şehidim. Nevruz vakti, bu çemberden çıkmaya, Ateşle geçit delmek, borcumuzdur şehidim. Seni geçilmez eden, Çanakkale ruhunu, Silkinip, tekrar bulmak, borcumuzdur şehidim…. İlhan Esen(alıntıdır.) Ruhları Şad Olsun
bu forumda bu konuyla ilgili ne güzel şeyler söylenmiş ama bence sözlerin en güzelini düşman söylemiş: ....ÇANAKKALE GEÇİLMEZ.... eee söyleyene diil söyletene bakmak lazım........
Çanakkale savaşları dünyanın o güne kadar gördüğü en kanlı en çok ölümlü savaşlardır.Dünyada hiçbir savaş artık askerler ceset kokusuna dayanamayıp bayıldığı için cesetlerin toplanması amacıyla geçici ateşkesle bölünmemiştir. Çanakkale Savaşları insan için sözün ve düşüncenin bittiği noktadır.Orada öyle bir halet-i ruhi oluşmuştur ki o topraklara şu anda ayak bassanız ürperirsiniz ve "Allah Allah" diyerek ölümüne hücum eden askerlerimizin sesleri kulaklarınızda yankılanır.
...... Yürüdük ölümün içinden, ölümün üstüne Kimi kolunu verdi, kimi bacağını Kimi yirmi, kimi otuz yılını Bir taze nesil ektik Boğazın dağına taşına Özgür ve onurlu yaşasınlar diye, Bu toprağın çocukları yarın… ..... Prof. Dr. Murat Tuncay Sayın Hocamın Çanakkale hakkında yazdığı şiirinin beni en fazla etkileyen kısmı... Nur içinde yatsınlar...
Sedat abiye sonuna kadar katılıyorum.Her türküm diyen insanoğlunun (kadın,erkek,yaşlı,genç,çocuk) gidip bir kerede olsa oraları gezmesi lazım.Ben üniversiteyi çanakkalade okudum ve inanın en az 30 defa ziyaret etmişimdir.Her gittiğimde ayrı bir duygu yoğunluğu yaşadım.Havası bile insanı etkilemeye yetiyor.
siz bizim için öldünüz ya biz kimin için ölecez dur yolcu Bilmeden gelip bastığın, Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda, İstiklal uğrunda, namus yolunda, Can veren Mehmed’in yattığı yerdir. Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele, Mehmed’in düşmanı boğuldu sele, Mübarek kanını kattığı yerdir. Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin, Bir harbin sonunda, bütün milletin, Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Değişik Açıdan Çanakkale Zaferi Çanakkale Zaferi'ne değişik bir açıdan bakmak istedim inşaallah beğenirsiniz. Çanakkale Zaferinin Ölümsüz Kahramanlarından Biri SEYİT ONBAŞI Çanakkale savaşlarında komutanından erine kadar herkes, çok büyük bir gayretle savaşmıştı. Dost düşman herkes bilir ve ifade eder ki, yaptıkları savaşın bir ‘cihad’ olduğunun şuuru içinde olan Türk Askerleri, ellerinden gelen ve insan olarak yapmaları gereken tüm gayretleri gösteriyorlardı. Bir İngiliz yazarı 18 Mart 1915 günü yapılan büyük deniz savaşında Türk topçusunun gayretlerini şöyle anlatır: “Türk askerlerinin yedi saatlik uzun bombardıman sırasındaki tutumları hayranlık uyandırıcıdır. Gelibolu kıyısında, Kilitbahir’deki Türk topçusunu izleyenler, onların önüne geçilmez bir inançla savaştığını, askerler top başına koşarken imamların dua okuduklarını anlatır. Burada görülen, savaşın alışılmış heyecanının da ötesindedir. Türk askerleri bir dini heyacan, kafire karşı savaşmanın getirdiği bir duygunun etkisindedir. Bu nedenle uçuşan şarapnellere ve patlıyan mermilere aldırmaksızın kendilerini ileri atarlar.” İşte bu cihad etme şuuruyladır ki, askerlerimiz arasında eşi ve benzeri duyulmamış olaylar yaşanmıştır. Çanakkale cihadının bu enteresan olaylarından birisi de Seyit Onbaşı’nın başına gelenlerdir. Aslında Seyit’in yaptığı kahramanlığın, bilinen tabiat kanunları ile izahı yoktur. Elbette bir izahı vardır, ama bu izah ancak Nusretullah, (Allah’ın yardımı) kavramıyla anlamını bulur. Şimdi olayı nakledelim: 18 Mart günü saat 17.00 olmuştur. Deniz savaşı bütün hızı ve şiddeti ile devam etmektedir. O ana kadar Türk topçusunun maharetli atışları ve Nusret’in gizlice döktüğü mayınlarının yardımı ile düşmanın, Bouvet zırhlısı batırılmış, Inflexible ve Irresistible ise ağır yaralanarak yan yatmış, düşmanda bir panik havası görülmeye başlanmıştı. Yan yatmış olan Irresistible’in hemen yanından, Ocean isimli zırhlı, bağından boşanmış azgın bir at gibi, tekme savururcasına, sağa sola ateş kusarak pervasız bir şekilde ileri gitmeye başlamıştı. Bilhassa Rumeli Hamidiye ve Rumeli Mecidiye tabyaları bu zırhlının açtığı ateşlerle toz duman içinde kalmıştı. Tam o sırada Rumeli Mecidiye tabyasının ağır toplarının bulunduğu kısma Ocean’ın fırlattığı büyük bir düşman mermisi düşmüş, tabyanın cephaneliği isabet aldığından büyük bir infilak meydana gelmişti. Taş toprak ve insan parçaları havaya savrulmuş, tabya toz bulutları içinde kalmıştı. Tabyada topçu yardımcılığı yapan, Balıkesir’in Havran-Çamlık (bugünkü ismiyle Koca seyit) Köyü’nden Mehmet oğlu Seyit Onbaşı, patlamanın tesiriyle üzerine örtülmüş olan taş toprak parçalarını silkeleyip, başını kaldırdı, sağa sola bakındı. Hâlâ yaşıyordu. Şükür yaralanmamıştı da. Yanı başında takım arkadaşı Ali’yi gördü: -Arkadaşlar nerdeler? -Arkadaşlar mertebelerini buldular. Hepsi şehit oldular. Sadece sen ve ben kaldık. Seyit doğrulup boğaz sularına bir göz attığında çok heyacanlandı. Düşman zırhlılarından bir tanesi (Ocean) sağa sola alev kusarak hızla ilerliyordu. Hemen istihkamdaki toplara bir göz attı. Bir tanesi dışında hepsi kullanılamaz derecede hasara uğramıştı. Çalışır vaziyette olan topa ait mermileri kaldırıp namluya sürülmesine yardımcı olan vinç tertibatının parçalanmış olduğunu fark etti. Ama birşeyler yapmalıydı. Yerde, çalışabilir vaziyetteki topa ait dört adet mermi vardı. Sağına soluna bakındı başka mermi de kalmamıştı. Topun atış yapabilmesi için yerde duran mermilerin, birkaç basamaktan oluşan topun merdiveninden yukarı çıkarılıp namlu haznesine sürülmesi gerekiyordu. Ani bir kararla mermilerin yanına gitti. Arkadaşına: -Gel Ali! Yardım et de şu mermiyi sırtıma alayım. Dedi. Arkadaşı şaşkın şaşkın bakarak: -Bu mermilerin her biri 215 okka(275 Kg.) çeker. Kaldıramazsın Seyit! dedi. -Bir deneyelim! diye cevap verdi. Ellerini toprağa bulayıp tuttukları mermiyi Seyit’in sırtına koymaya muvaffak oldular. Seyit kemiklerinin çatırdadığını duyar gibi oldu. Gözlerinin önünden şimşekler geçtiğini zannetti. Boyun damarları parmak gibi dışarı çıkmıştı. Hafif sendeledikten sonra topun merdivenlerini teker teker, yavaş yavaş çıktı. Arkadaşının yardımiyle mermiyi topa sürmeye muvaffak oldu. Nişan tertibatını yeniden ayarlayarak besmeleyle ateşledi. Bu üçüncü mermi, gemiye kıç tarafından su hizasından isabet edip patladı. Geminin dümen tertibatı parçalandı. Dümensiz kalan gemi geniş yaylar çizerek başıboş sürüklenmeye başladı. Koşar adım yanlarına gelen batarya komutanı Hilmi Bey, yanlarında iki Alman subayı olduğu halde takdir dolu gözlerle bakarak: -Sen miydin Seyit? Vurdun gemiyi, dedi. Az sonra kulakları sağır eden bir patlama oldu. Denize baktıklarında az önce Seyit’in dümenini tahrip ettiği, başı boş dolaşmaya başlayan geminin, siyah dumanların içinde kaldığını, dumanlar biraz dağıldığında da yan tarafa doğru yatmakta olduğunu gördüler. Evet Ocean başıboş ve dümensiz kaldığı için Nusret’in mayınlarından birine çarpmış ve hızla batıyordu. Siperlerin arkasından ve gözetleme yerlerinden tekbir sesleri yükseliyor, alkışlarla ortalık çınlıyor, birbirlerine sarılan komutan ve askerler sevinç gözyaşlarına boğuluyordu... Seyit Onbaşı’nın attığı mermi, bir tek mermi, çılgın Ocean’ı durdurmakla kalmamış savaşın kaderini de değiştirmiştir. Ertesi günü istihkamları tek tek dolaşmaya başlayan Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Bey, Seyit’in kahramanlığını öğrenir: -Evladım bu mermileri nasıl kaldırıp, topun namlusuna sürdüğünü bize gösterebilir misin? Seyit biraz mahcup bir eda ile, aynı türden bir merminin yanına gider, ellerini toprağa sürer, besmele çekerek mermiye sarılır, fakat mermiyi yerinden bile kımıldatamaz. Bu tarihi olayın belgelenmesi için, merminin ağaçtan bir modelini yaparlar, Seyit Onbaşı’ya bunu kaldırtarak fotoğrafını çekerler. Gerçekten de bu fotoğraf dünya basınında yer almış ve bugün de arşivlerde mevcuttur. Çanakkale Şehidleri Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk. Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk. Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela... Hani tauna da zuldür bu rezil istila... ***** şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman? Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor! "Allah yolunda öldürülen kişilere 'ölüler' demeyiniz.Gerçekten onlar diridirler,fakat siz bu inceliği anlayamaz ve hissedemessiniz" (Bakara Suresi,Ayet:154) "Allah yolunda öldürülen kişilerin ölü olduklarını zannetme;gerçekte onlar diri olarak Rab'lerinin huzurunda rızıklandırılmaktadırlar" (Ali İmran Suresi,Ayet:169) Ne Mutlu Gerçekleri Görüp,İbret Alabilenlere
Söyleyecek bir söz bulamıyorum Erhan abii. Sadece yüzümde tebessüm ve gözlerimde iki damla yaş.. Ellerinden öperim.
18 Mart 1915 Çanakkale Savaşları Önsözüdür koca bir Kurtuluş Mücadelesi'nin.Bizlere bu toprakları kanlarıyla "Vatan" yapan Şehidlerimizin Ruhları Şad , mekanları Cennet Olsun.Kınalı kuzularını hiç çekinmeden cepheye yollayan tüm Türk Analarından,bugün de terör için Şehid ve Gazi olan tüm Vatan Evlatlarından ve de Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ten Allah razı olsun...
ALINTIDIR... Bir de "tayyareciler" fotoğrafı vardır, ne zaman Bağdat Caddesi'nde yürüsem kocaman bir pano üzerinden beni tokat gibi çarpar. Gözlerim dolar. Dün sabah gazetede görünce bizim hanım da dayanamadı, ağladı. Çocuk yaşta iki asker, üstleri başları pıyrım pıyrım, yarı çıplak. Belli ki karınları aç, günlerdir doğru dürüst kara tayın bile görmemişler. İkisi de bir deri, bir kemik. Çocukların uçakla muçakla ilgileri olamaz, "posta neferi" falan olmalılar. Bu resimden etkilenmeyen de eşektir. İnsan olamaz. Fakat hemen söyleyeyim, duygu sömürüsüne de sonuna kadar açık olan bu fotoğrafın, kurtuluş savaşımızla ilgisi yoktur. Dikkat ederseniz, ayaklarında "dolak", başlarında "kabalak" göreceksiniz, daha doğrusu, "Enveriyye" tabir edilen serpuş... Çünkü fotoğraf 1915 yılında çekilmiştir, Çanakkale Birinci Tayyare Bölüğü'nde. "Eee, ne fark eder?" diyeceksiniz. Çanakkale muharebelerini kurtuluş savaşının bir parçası sanıyorsanız, öyle. Bu yanılgıya düşen milyonlarca kişi var Türkiye'de. Daha da hazini, Çanakkale'de yedi düvelin durup dururken üstümüze saldırdığını sanan da çoktur. Dünya savaşına biz kendimiz girdik, girmek için çok kaşındık, ilk kurşunu da biz attık. Biz dediğim, rahmetli dedem değil, sizin Enver... O çocukların resmini görünce elbette çok kötü olacaksınız, olmayan eşektir. Fakat hiçbiriniz "bu durumda bir orduyu, Almanya'nın dümen suyunda, hem de hükümet üyelerinin yarısının haberi bile olmadan, üstelik bir oldu bittiyle dünya savaşına sokanlara kızmak" taraftarı olmayacaksınız.. O fotoğraftaki o çocuklar niçin aç, biliyor musunuz? Ordu müteahhitliği yapan İttihatçı zahire tüccarı, Topal İsmail Hakkı'yı kafakola alıp askere çürük, bozuk, yenmeden dökülecek kadar foşurmuş buğday ve mercimek sattığı için! Hani Nazım Hikmet'in "beygir fışkısında arpa ayıklıyor Mehmet" dediği çocuklar işte bunlardı. Osmanlı ordusunun genelkurmaybaşkanı Bronsart von Schellendorff da (evet, bir Alman generali), salçalı biftek yiyordu Tokatlıyan'da, "Rindfleisch"...