Dıştan Takma Motorların Ülkemizdeki Tarihçesi.

Konu, 'Motorlar' kısmında alpargun35 tarafından paylaşıldı.

  1. alpargun35

    alpargun35 c.alp argun

    Mesajlar:
    388
    Şehir:
    İZMİR
    ================================================================================

    Bir zamanlar bu outboard teknolojisi öylesine geriydi ki; yanımıza ıskarmoz ve kürek almadan denize çıkamazdık.
    Şimdiki makineler gerçekten hepsi birbirinden güzel.
    Bakın, size bu dıştan takmaların biraz Türkiyedeki tarihçesinden anlatayım.
    Benim hatırlayabildiğim ilk çocukluk yıllarımda, Türkiyede yamaha diye bir motor yoktu. Sadece Johnson, Evinrude, Seagull ve Penta (Volvo penta değil) marka motorlar vardı.



    Çok az sayıda da Mercury vardı. Mercury’lerin eski modelleri ise beyazdı.
    Daha sonraki yıllarda Mercury acentesı açılınca o da yaygınlaşmaya başladı.
    Sonra bir ara kırmızı volvo pentalar çıktı ve kayboldu.
    Penta olarak bahsettiğim motor ise; seagull cinsi ilkel bir motordu ama biraz daha heybetli idi.
    O zamanki motorların hiçbirine güvenemezdik ve yanımıza mutlaka ıskarmoz ve kürek alırdık.
    Çünkü ne zaman nerde arıza yapacakları hiç belli olmazdı.
    Johnson ve Evinrude’lara 20 ye 1 oranda yağ koyulurdu. Eski beyaz mercury ler de öyleydi.
    Seagull ve Pentalara ise 10 a 1 oranda yağ koyulurdu. (Düşünsene 10 litre benzin 1 litre yağ)
    Siyah Mercury’ler geldiğinde onlara 50 ye bir oranda yağ koymaya başladık. Çünkü bilyeli grank ve piston kolları ilk onlarda başladı.
    Daha önceki modeller yataklı olduğundan, yağ sarfiyatı fazlaydı. Zaten yağların da kalitesiz olması bunu gerektiriyordu.
    Epey yıllar sonra, motorlar 150 ye 1 yağ oranına kadar ulaştı ve sonunda yağ enjection sistemine geçildi.

    Eski motorların pervanelerinde esneme lastiği yoktu.
    Bunun yerine, bir yere çarptığında pervane fazla hasar görmesin diye, pim sistemi vardı.
    Eksozlar da pervanenin ortasından değil, biraz arkasından bir yerden çıkardı.
    Bu pimler zırt pırt kırılırdı. Bir tahtaya bile çarpsan pim kırılırdı. Bu yüzden yanımızda pim, pense, çekiç ve bir kalın tel taşımaya mecburduk.
    Pimi değiştirmesi de zor olurdu. Ya makineyi söküp tekneye alacaksın, ya denize gireceksin, yada cambazlık yapacaksın.
    Yine siyah mercury’lerle birlikte ortadan eksozlu pimsiz (Lastikli) uskurlarla tanıştık.
    O zamanlar bütün yenilikleri Mercury yapardı.
    Fakat sonradan çıkan Johnson ve Evinrude lar da bayağı düzeldi ve aralarında güzel makineler vardı.




    Daha sonraları Yamaha çıktı. Ama şimdiki Yamaha’ların aksine, o zamanki Yamahalar teneke cinsi çok adi motorlardı. Ucuz olduğu için alınırdı.
    O yıllarda bazı markaların bazı makineleri güzeldi ama bazı makineleri ise çok berbatdı. (Sonraki yıllardan bahsediyorum)
    Örneğin 75 yıllarında çıkan, 3 silindirli 70 HP Jonhson ve Evinrude’lar, yine 50 HP çift silindirmi Jonhson ve Evinrude’lar şahane makinelerdi.
    Fakat yine aynı markaların, çift silindirli 40 HP makineleri rezil makinelerdi.
    Yani hala Jonhson güzel makine diyemiyorduk, Johnson’un şu model, şu beygir makinesi güzel diyorduk.
    Aynı şey Mercury’ler için de geçerliydi.

    Mercury’ler genelde az arıza çıkaran ama çıkardımı da tam çıkaran makinelerdi.
    Mesela 20 beygirlik bir Mercury bütün sezon arızasız çalışmasına rağmen, eğer sezon sonu kuyruğunu söküp şaftını yağlayıp tekrar takmazsan, o şaft granga kaynardı ve kesmeden bir daha çıkarmak mümkün olmazdı.
    Zira Johnson ve diğerlerinin kromçelik şaftlarının aksine Mercury’lerin şaftları sıradan çelikti.

    İlk dıştan takmalarda ateşleme sistemi rezaletdi.
    Küçük makinelerde volantın altında bobin ve meksefe sistemi vardı. Büyük makinelerde ise otomobillerdeki gibi distürbitör vardı.
    O zamanlar plastik teknolojisi de çok geri olduğundan dolayı, o bobinlerin üzerlerindeki plastikler zırt pırt çatlar ve etrafa kaçak yaparak yolda bırakırdı.
    O bobinler kullanılmayan motorlarda bile arıza yapardı.
    Meksefeler devamlı bozulur, platinler meme yapardı zımparalardık, tekrar platin ayarı yapardık.
    Rahat etmek isteyenler bunları her sene sezon başında değiştirirdi ama çok da ucuz şeyler değillerdi.
    Daha sonraları yine Mercury ile elektronik ateşleme sistemi başladı ve bu problemler ortadan kalktı.

    Remote kontroller çift kolluydu, ilk defa mercury’lerle birlikte tek kola döndü.
    Şimdiki spiral kablolu direksiyon sistemi de yine mercury ile başladı.
    Daha önceleri teknenin hertarafına iliştirilmiş halkalar, makaralar ve çelik tel vasıtasıyla direksiyon kullanılırdı.
    Bu yüzden direksiyonlar çok boşlukluydu ve çok arıza yapardı.

    Bir ara Evinrude ve Johnson tarafından Elektromanyetik şanzımanlar çıkarıldı. Pek de arıza yaptıklarını görmedim ama nedense o sistemi kaldırdılar.
    Sanırım tek kollu remote kontrol’a geçince gereksiz buldular.
    Bu elektromanyetik kuyruklu motorların remote kontrolları da tek kolluydu (Gaz için). yanında da 3 tane düğme vardı. İleri, Geri ve Boş düğmeleri.
    Bir ara tek yine elektro manyetik kuyruklularda yine tek kollu ama bu defa ileri geri de kola alınmış şekilde çıktı ama onlar da hemen kayboldu.

    Eskiden yüksek beygir makineler yoktu.
    Sürat teknesi dendiği zaman 40 beygir 50 beygir veya en fazla 70 beygirlerden bahsedilirdi.
    Koca İstanbulda belki 1 veya 2 tane 100 beygir makine vardı.
    70 beygirler bile ilk zamanlarda istanbulda belki 30 taneyi geçmezdi.
    Ancak Türkiyede yoktu derken, Yurtdışında vardı.
    İlkönceleri Johnson, Evinrude 135, Mercury ise 150 beygire kadar motor üretiyorlardı.
    Johnson ve Evinrude’lar V4, 90 beygir ve üstü Mercury’ler ise dik 6 idi. (Düz 6)
    V4 Johnsonlar 4 karbiratör (Dışardan baktığın zaman 2 görürdün) , dik 6 Mercuryler ise 3 karbiratördü.
    1977 (yanılmıyorsam) yılında Jonhson v6, 6 karbiratörlü 150 , 175 ve 200 beygirleri çıkarttı.
    Bunlar biraz zayıf olmalarına rağmen, fena da makineler değildi.
    Hemen ardından yine Johnson ve Evinrude V6 235 beygiri çıkartı.
    78 yılında ise Mercury V6 175 ve 200 beygirini çıkarttı. (Şu anda yarışlarda kullanılan seriinin babası) Buna BlackMax adını verdiler.
    Hem o yıllarda hem daha öncesinde ve hem şimdi yarışlarda nedense hep mercury tercih edilir. Ama ben Mercury’nin (Eski dik 6′lar hariç) bu büyük makinelerini hiç sevmem.
    Bir tane 200 beygirim vardı, arızadan neredeyse hiç kullanamadım. Hemde büyük arızalar.
    Belki o makinede şansızımdır diye bir tane daha aldım, o da öyle çıktı.
    Belki ilk modeller olduğu için öyleydiler, şimdiki V6 Mercuryler böyle mi bilmiyorum
    İlk zamanlar plastik benzin tankı diye birşey yoktu. Depolar üstü kırmızı boyalı, bildiğimiz saçtan yapılmışdı ve en fazla 3-4 yıl dayanırdı.
    Johnson ve Evinrude’ların çok komik ve çok arıza yapan bir benzin emiş sistemi vardı.
    Depodan motora çiftli bir hortum giderdi. Hortumun biri karterden depoya hava basardı, diğer hortumdan ise o basınçtan dolayı karbiratöre benzin giderdi.
    Depo kapağı gevşek kalırsa motor stop ederdi.

    Yine 73 yıllarında Türkiyede Fiber tekne de yoktu. İlk Fiber tekneyi politek firması çıkardı epey müddet türkiyede fiber tekne olarak sadece bu tekne kullanıldı. (4.13 M)
    Ama çok kaliteli ve sürate elverişli ahşap tekneler vardı.
    Sonraları Tacar ve Hami Kaynak tekneleri çıktı. Özellikle Hami kaynak tekneleri dizayn ve sürate elverişlilik bakımından diğerlerine çok fark attı.

    Çok sonraları (Belki 83 yıllarında) Yamaha güzel bir atak yaparak motorlarını düzellti. Özellikle krom somun ve civatalarıyla, sessiz çalışmasıyla ve ekonomik oluşuyla talep toplamaya başladı.

    En sonraları ise sende biliyorsun, enjectionlular, 4 zamanlılar, küçük makinelerin koldan viteslileri vs. çıkmaya başladı.




    Benim şaşırdığım nokta ise yıllardır beygir güçlerinde bir artış olmaması.
    Hatta Mercury; bırak arttırmayı bir ara 300 beygir çıkarmıştı, onu da bıraktı. Sanırım şu anda en büyük makinesi 250 yada 275 filan olması lazım.
    Biz o zamanlar, bu tarihlere kadar 400, 450 belki 500 beygir dıştan takma motorların çıkacağını tahmin ediyorduk ama yanılmışız.
    Belkide uluslararası bir kısıtlama yada anlaşma var bu konuda.




    O zamanın makineleri bu gün gibi aklımda.
    Hatta şimdiki makineleri gördüğüm zaman, eski falanca beygirin block’undan gelme yani şu zamanın şu beygirinin gövdesinden evrilme filan diyorum.

    O yılların en güzel tarafı ise, balığın bol, denizin temiz olması idi elbette. O zamanda küçük bir sandalla balığa çıkmayı, şu andaki en güzel tekneyle gezmesine değişmem.
    Artık Heybelide mehtaba çıkma zamanı bitti, geriye denizin posası kaldı. Gerçi Heybelide mehtaba çıkacak adamın da posası kaldı ya. Neyse.

    Biz bu ülkede türbanı konuşmaya mecbur kaldıkça, bize ancak adamların yaptıklarının sohbetini yapmak kalıyor işte böyle.

    Saygı Ve sevgilerimle

    Barış Ulusoy==-Notamatik nickli üyeden alıntıdır.
     
    Son düzenleme yönetici tarafından yapıldı: 11 Eylül 2010
  2. adventurer

    adventurer umut yetişken

    Yaş:
    50
    Mesajlar:
    561
    Şehir:
    istanbul
    En İyi Avı:
    iki torba midye:)
    gerçekten çok kapsamlı bir çalışma emeğinize sağlık....sökonusu dik mercuryler bendenizinde tutkusudur. bide Robinson diye bi motor vardı galiba o yıllarda Seagull a benzeyen...bu arada Seagull motorlar zamansız kaktı piyasadan şimdi olsa sıfırı gene alınırdı kanımca.
    Gülşen Bubikoğlunun bir filmindeki 5hp Johnson geldi aklıma 5bg ama 25 bg gibiydi kasası :) dedesi meyhanesini satmıştı o 5bg i almak için demek baya pahalıymış o yıllarda motorlar....
    tekrardan bu enfes çalışma için teşekkürler....
     
  3. ogrtmn11

    ogrtmn11 emrah

    Mesajlar:
    93
    Şehir:
    tekirdağ
    Sayın abim verdiğin bilgiler için çok teşekkür ederim. bende söylediğin bir kaç noktaya parmak basmak istiyorum. öncelikle ( Eski motorların pervanelerinde esneme lastiği yoktu. Bunun yerine, bir yere çarptığında pervane fazla hasar görmesin diye, pim sistemi vardı. Eksozlar da pervanenin ortasından değil, biraz arkasından bir yerden çıkardı. ) demişsin. Ben geçen sezon kullanmakla beraber yeni sattığım, yanılmıyorsam - 1994 model - 5 beygir yamaha da bu dediğin pim sistemini gördüm, hatta çokta kırdım. motor küçük olduğu için teknenin içine alıp değiştirmek çok problem olmuyordu. Daha sonra sığ sularda amatörlüğümü üzerimden attıktan sonra pim yerine küçük sağlam bir demir parçası takmıştım, bir dahada motoru hiç çarpmadığım için problem olmadı. Demek istediğim pim sistemi çokta eski değil bu tür motorları kullanan hala bir çok arkadaşımız var.
    Diğer bir konu da ( İlk zamanlar plastik benzin tankı diye birşey yoktu. Depolar üstü kırmızı boyalı, bildiğimiz saçtan yapılmıştı ve en fazla 3-4 yıl dayanırdı. ) demişsin. Bu dediğine pek katılamıyacağım çünkü az önce bahsettiğim motorumun da deposu saçtan yapılmıştı ve daha düne kadar kullanıyordum. Hemen hemen 15 sene bu depoyu kullandım. sadece dış yüzeyindeki boya tahrip olduğu için bir sefer boyadım.
    Sonuç bölümünde bahsettiğiniz gibi insanlar 21. y.y. da hala türban olayını tartışıyorken, bizim çenemiz ağırmaya devam edecektir. :(
     
  4. alpargun35

    alpargun35 c.alp argun

    Mesajlar:
    388
    Şehir:
    İZMİR
    Bende size teşekkür ederim,öncelikle belirtmekte fayda görüyorum ki,bu bilgiler ''Notamatik''nickli bir arkadaşımızdan alıntıdır.(2007)
    Bu tarzda bir yazı ,bir çalışma bu güne kadar okumadım ve paylaşma ihtiyacını hissettim,ben sadece konuyu fotolarla düzenledim.

    30'lu yıllarda üretilen bütün dıştan takmalar,aşağı yukarı tip olarak ,seagull tipinde yani çıplak motorlar,zaman içinde malum gelişerek şuan ki görünümlere ulaşmışlar.
    Seagull gerçekten iyi bir motordu ,fakat o yıllarda üretilen ''Seabee,SeaKing gibi markalarla beraber bir süre sonra zannımca gelişime ayak uyduramadı ve 90 lı yıllarda üretimi nostaljik boyutlarda kaldı diye biliyorum.
    O zamanın bu teknolojilerini, şu an örneğin, Honda'nın ''Jet Drıves Vtec ,teknolojisiyle karşılaştırırsak, inanın aradaki uçurum, insanı hayrete düşürüyor !.

    Evet haklısınız. Şu an çok ünlü bir markanın düşük Hp lerinde bu sistem vardır.
    Bende ilginizden dolayı size teşekkür ederim.