Bir kaç sene önce, sınır deresindeki tekneler ve dere ağzındaki blok taşlar, büyük bir selin gelmesiyle denize sürüklenmişti. Aşırı yağışlar neticesinde dereler taşmış, çukurluk olan yerlerde dere ve denizle bağlantısı olan ve sonradan bağlantısı kesilen irili ufaklı lagünler oluşmuştu. Sel ile gelen birçok balık çeşidi de buralarda sıkışmış ve mahsur kalmıştı! Tabi bu alanlar, sahildeki uzun kum bandı ve longoz; uluslararası sözleşmelerle korunan nitelikli bitki türlerinin bulunduğu zengin kumul ve sulak alanları, florası ve faunası nedeniyle oldukça önemli bir coğrafyamızı oluşturur… Daha sonraları kuraklıktan sular çekilmeye başlayınca, lagünlerin dere ve denize olan bağlantıları kopmuş, havaların aşırı ısınmasıyla bu lagünlerdeki balıklar oksijensizlikten ölmeye başlamışlar. Ali arkadaşım Kocadere de bulunan teknesine gidiş gelişinde, yolu üzerindeki bu lagünlerde gördüklerini şöyle anlatıyor: “Su yüzeyinde ters dönmüş can çekişen balıkları görünce ne yapacağımı şaşırdım. Bu balıklar içinde 15–20 kilolarda yayın balıkları, 5–6 kilolarda sarı sazanlar, 40–50 cm boylarında kefaller vardı… Kıyıda toplayabildiklerimi kıyıdan, lagün içindekileri de küçük bir botla topladım ve Kocadere’ye saldım. Balıklar biraz durduktan sonra kendine geliyor ve dibe dalıyorlardı. Kocaman kefalleri ise çuvalla toplayıp daha yakındaki denize saldım. Bu balıklar hem denizde, hem tatlı suda yaşıyorlardı! Zaten kıyı boyunca tekrar Kocadere’ye geliyorlardı. Günlerce bu işi tekrarladım.“ Ali arkadaşım devamlı balık avladığı için kendisini arayanlar onu genelde bu tarafta sınıra yakın buluyormuş. Köye gelip Ali’yi soranlara verilen cevap” Ali gâvur sınırında balıkta” olduğu için sonunda lakabı “Gâvur Ali” ye çıkmış. Ali arkadaşım “anlatayım yani” diyerek anlatmaya devam ediyordu. “Bir süre sonra tekrar yağmurlar yağdı ve uzun sert geçen bir kıştan sonra bahar ayının o mis gibi kokan havası ve nilüfer çiçeklerinin kapladığı lagün kenarından, teknemin yanına bakım için gidiyordum. Bu gidiş gelişler esnasında, Kocadere tarafı değil ama deniz tarafından henüz kıştan kalmış, kapanmamış küçük bir su bağlantısının olduğunu ve bu kanaldan, içeriye kefal balıklarının girip çıktığını görüyordum. Durup suya dikkatlice baktığımda küçük ilaryaların peşine düşen, garip türde balıkların olduğunu fark ettim. Sel zamanı Kocadere’den lagüne karıştığını sandığım bu balıkların ne olduğunu bilmiyordum. Küçük teknemi lagünden çıkarıp denize atmak için ayaklarımı sıvamış ve suya girmiştim. Ayağımda sivrisinek ısırıklarından kaşıyıp kanattığım yerlerde öyle bir acı hissettim ki anlatamam! Hemen sudan çıktım Teknedeki eski bir gömleğimi parçalayıp ayaklarımı sardım. Acaba dikenli bir tel mi var diye suya baktım. Suda 15–20 kadar renkli balıkların bir ileri bir geri volta attığını gördüm. Tekneyi başı karadan çekip lagün ve deniz arasındaki kumsalda bıraktım. Motoruma atlayıp eve gittim. Evden ayağıma çizmelerimi ve el oltalarımı alıp tekrar bu lagüne döndüm. Etrafta yakaladığım çekirge, sinek ve böceklerle bu balıklardan sekiz tane yakaladım. İsteseydim daha fazlasını yakalardım… Anlatayım yani ” Hep bir ağızdan “anlat anlat” dedik. ) “Durun” dedi Ali arkadaşım “ağzım kurudu” bir kadeh çok sevdiği kırmızı şarabını çekerken, kayınçom ve Yasin de viskilerinden bir tek attılar. Tabi ki bende bir bardak meyve suyunu yarıladım) Ali ağzına attığı kabuklu fıstık içini hem çiğniyor, hem kaldığı yerden kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya anlatıyordu; “Ben o balıkları eve getirip akvaryumun içine saldım. Bende de akvaryum aha bu kadar (büyük yemek masasını gösteriyor) tabi zamanla benim süslü balıklar tek tek azalmaya başladı anlatayım yani…” “Arkadaşım, bu balıkların ne yediğini de bilmiyoruz ki! Onlar da yer diye, diğer balıklara attığımız yemi biraz daha fazla atıyorduk. Ama günden güne bizim süs balıkları azaldı azaldı ve sonunda hiç kalmadı. Bu balıklar bizim bütün süs balıklarımızı yedi. Tabi bizim verdiğimiz yemleri de yemedikleri için zamanla bunlar birbirlerini yemeye başladılar, kimin gücü kime yeterse! Herkesin işi gücü var biz bunlarla her zaman uğraşamıyoruz tabi. Çocuklar okula gidiyor. Biz de 20 tane süt ineği var. Bakım ister. Onları sağmak ister. Kimin gözü görür akvaryumu? &&& “ Saatin kaç olduğunu hatırlamıyorum ama yatsı okunduktan epey sonra çok yorgun halde işten gelmiştim. Koskoca evde benden başka kimse yok. Yemeklik ne var diye dolabı açtım, gözüme birkaç yumurta, domates, sivri biber vs. Birde kırmızı şarap; hayat iksiri gibi bana bakıyor. İyi ama bunun yanında meze lazım. Koştum bakkala! Biraz sucuk, fındık fıstık alayım dedim. Ama bakkal çoktan kapanmış. Buzlukta balık, tavuk veya et’te yok. Yahu krizim tuttu bu şarabı içmeliyim… Akvaryumun yanından geçerken gözüm akvaryumda tek kalmış azman gibi balığa ilişti. Yanından geçerken o da beni izliyordu. Aklıma müthiş bir fikir geldi… Anlatayım mı yani?” (İyi bir şey olmadığı kesin) ) —Anlat anlat! “Vallahi arkadaşlar balık midemde kırmızı şarabın içinde bir yüzüyor ki (!) o da, bende acayip kafayı bulduk. kih kih kih.” Not. Ali’nin bahsettiği bize göre piranhaydı. Ama kendisi bunu hiç telaffuz etmedi. Şimdi ana yurdu Güney Amerika ve Afrika olan bu balıklar, Avrupa’da zaman zaman kendini tatlı sularda gösterirler! Bu piranha’lar, aslında birer akvaryum balıklarıdır. Bakımı güç ve maliyetli olan bu balıkların doğal hayata uyum gösterecek yeteneğe ve dirence sahip oldukları bakıcıları tarafından bilinir. Akvaryumlarda ve özel havuzlarda bakılmak için getirilmiş fakat bakımı zor olduğu için bu balıklar, tatlı sulara, akar derelere salınmışlardır. Muhtemelen hiç ummadığımız tatlı sularda sessizce yaşamlarını sürdürüyorlardır! Çoğu zaman insanlarımız kendilerini bekleyen bu tehlikelerden habersiz olurlar. Siz, siz olun bilmediğiniz sularda daha fazla dikkatli olun. Bu hayvanlar uygun sularda tam bir koloni oluşturur ve sessizce kurbanını beklerler… Ava giderken sakın avlanmayın, benden söylemesi! Efendim Ali arkadaşım anlattı biz dinledik. Bunların tümü yalan diyebilirsiniz ama ben TALİP GİRGİN; Osmanlı imparatorluğunun uzantısı olan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı isem. Siz okurlarıma bunu araştırıp resimlemezsem cüce olayım. Şimdi Ali arkadaşımın anlattığı başka bir hikâye var ki, Piranhalar hiç kalır! Nerdeyse memleketimin göllerine, derelerine bırakın girmeyi, su kenarlarında çadır kurmaya bile korkar oldum! Öyle bir yaratık ki, hem suda hem karada yaşıyor… Görseniz (!) tarih öncesi canavarların değişen iklim şartlarında, sessizce ormanın derinliklerinde, dağların zirvesinde veya çöllerin en ortasında, gelişimlerini tamamlamaya çalıştıklarını düşünmeye başladım! Mutasyona uğramış yaratıklardan haberi olanlar, haberi olmayan avcı arkadaşlarımızı uyarmak zorundadır. Bu bizim insanlığa ve doğaya olan sorumluluğumuzdur… Yazı devam edecek…
Paylaşım için teşekkürler. Devamını ve başka yazılarınızı eksik etmeyin. Pirana hikayesi tatlı sularımızda bir şehir efsanesidir. İstanbul, Marmara ve Ege de baktığı pirana (ve diğer türlerde akvaryum balıklarını) çeşitli nedenlerle hobiden sıkılınca akarsu ve göllere salındığı zaten hep konuşulur. Mısırdan kaçak getirilen Nil timsahı yavrularının satılması yasaklanınca İstanbul civarındaki göllere atıldığını bir petshop işletmecisinden duymuştum. Neyse ki bu balıklar kışın hava ve su sıcaklıkları 0 derecelere yaklaştığında dayanamayıp ölüyorlar. Küresel ısınma devam ederse Yıldız parkında doğaya ve soğuğa uyum sağlayarak yıllardır yaşayan ve son yıllarda ciddi çoğalan yeşil papağanlar gibi yeni türler görülmesi kaçınılmaz görünüyor.
90 li yillarda istanbulda ve kahramanmarasta yesil papaganlar gormustum ve bunlarin turkiye sartlarina adapte olduklarini,turkiyede urediklerini dusunuyordum,simdilerde nekadar syiklikla goruluyor acaba yesil papaganlar.
Çok teşekkür ederim Emir kardeşim, diğer konu da beklediğinize değecek. Tekrar görüşmek üzere sağlıcakla kalın... Beğendiğinize sevindim Özcan kardeşim. Ben bana anlatılanları yazdım ancak piranhalardan daha önemli olan başka bir türden bahsettim yazımın sonunda. İnanın bu piranhaları gölgede bırakacaktır. Görüşmek üzere esen kalın... Ben teşekkür ederim Okan kardeşim, beğeniniz yenilerine teşvik ediyor tekrar görüşmek dileği ile selamlar... Teşekkür ederim İzzet kardeşim sağ olun, tekrar görüşmek üzere selamlar... Kocadere Türkiyenin batı sınırında bir yerdedir. Bölgeye izin kağıdı olmadan girilmez. Ancak şimdilerde hafta sonları kısa bir süreliğine askeriye'den izin almak mümkün... Piranha konusunu ileride tekrar resimleriyle ele almayı düşünüyorum. Ancak beklemekte olduğum bir süre var! Tekrar görüşmek dileği ile selamlar... Geçen sene yeşil papağanları Şenlikköy - Florya yol güzergahındaki ağaçların tepesinde üç beş tane görmüştüm. Halen var olduklarını düşünüyorum. Bahsettiğim balık türlerini ilk defa duydum ve gördüm(!) bu nedenle anlatılanlardan daha fazlasını sizlere sunmak için bir - iki ay gibi bir zamana ihtiyacım olacak. Çekimler konusunda profasyonel yardım bulabilirsem, ses getirecek çok ilginç bir çalışmaya imza atacağım inşallah. Tekrar görüşmek üzere selamlar... Yukarıda yazdım geçen sene üç beş tane gördüm. Florya Atatürk ormanında barındıklarını düşünüyorum. Selamlar... Kanada da olduğunuzu görünce bir dostum geldi aklıma Tom Bentley AÇIKLAMA: Arkadaşlar yazımı 10.02.2011 tarihinde 02.00- 03.00 arası, dört sitede yayına verdikten sonra İstanbul’dan ayrıldım. Ve bugün 12.02.2011 saat 14.00 te geri döndüm. Söz konusu balıklara bugünkü hava şartlarında maalesef ulaşamadım. Soğuk, buz, çamur ve suların yükselmesi büyük bir engeldi. Ormanın derinliklerine girdikçe hava koşulları çok daha zorlaşıyor. İlk gidişimde kurtların saldırdığı bir dana vardı. Sonraki gidişimde kocaman bir inek; şimdi ise manda yavrusu iri bir malağı devirmişler. Çok uzun yıllar oldu kurt görmemiştim. Zaten 30 yıl önce bir kere avdayken görmüştüm o da yolu karşıdan karşıya adeta uçarak geçti! Yere bastığını görmedim. Görenler kurtların çok büyük olduğunu söylüyorlar... Mart ve Nisan aylarında amatör balıkçı kardeşlerime güzel sürprizlerim olacak inşallah. Tekrar görüşmek dileği ile sağlıcakla kalınız...
teşekkürler,büyük bir keyifle okudum,merakla arkası yarını bekler gibiyim şimdi diğer yazılarınızı da okumaya başlıyorum...