Bir haftalık Alanya tatilinden sonra istirahata çekilmiştik. Efendim, Alanya’da ki turistlerden turistlik virüsü kapınca (!) semtimizde de turist turist gezmeye başladım. Hanım durmadan açılmayan bavullarımızdaki eşyaların içinde bana yapıldığına inandığı muskayı arıyor. Yok, efendim neymiş bana büyü yapılmışmış. Üzerime ölü toprağı serpiştirmişler falan. Yahu aslında kafama takılmadı da değil, elim bir türlü işe gitmiyor. En yeni elbiselerimi giyip bir holdingin genel müdürü gibi geziyorum. Çok ilginçtir daha önce iş elbiseleri tulumları ile gezdiğim kaldırımlara artık sığamıyordum. Yok, yok bu Alanya bana yaramadı. Ters tepki yaptı. Bu turistliğin sonu hayır’a alamet değil. Sonunda dükkânımı da Adıyamanlı bir ustaya birkaç bin dolara sattım. Dükkânı da belli bir kira bedeli ona verdim. Ota elektrikçisi, kaportacı, demirci üç tane kiracım vardı. Bende daha lüks bir eve kiracı olarak taşınmıştım. Lokantaya gidip Adnan ağabeyle takılıyordum. Adnan ağabeyin işlerinde nedense beklenen patlama olmuyordu. Gelirler giderleri karşılamıyordu. Dolayısı ile arka arkaya kesilen çekleri ödemekte zorlanıyordu. Yine sattığım dükkân parasından kendine yardım ettim. Sonunda Adnan ağabey “madem çalışmıyorsun gel lokantanın başına “müdür” ol” dedi. Ona ben bu işten anlamam desem de o” hep beraberiz bu işin ucundan birlikte tutarsak işleri düzeltiriz” dedi. Turistliğe alıştığım için bana bu teklif cazip geldi. Pizza pati o’ya müdür olarak atandığım ve iş başı yaptığım günün sabahı, kör olası kaldırımlar sanki daha da daralmıştı (!) 20 sene çalışıp müdür olanlara karşı biraz mahcuptum ama biz ülke olarak tepeden inme müdür ve bakan-la-ra alışıktık! Binlerce dolar harcanarak hizmete giren Sefaköy’ün en görkemli altlı üstlü 300 metre kare pizza restoranına müdür olarak işe bismillah başladım. Efendim yine bu durumu izah edecek sözleri zamanında atalarımız söylemiş! Mesela ne demişler; “Dışı seni yakar içi beni” Davulun sesi uzaktan hoş gelir” Üzümünü ye bağını sorma” Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” “üzüm üzüme baka baka kararır” dahası da var ya! Şimdi olayı örneklerle kısa kısa anekdotlar ile anlatmaya çalışacağım. Yazımda, bahsedeceğim meslekleri yapan okuyucularımdan özür dileyerek, kendilerinden önemle rica ediyorum ki asla yazdıklarıma alınganlık göstermesinler! Ben sadece yaşadığımız günü, gördüklerimi kaleme alacağım. Kişi ve kurumlar üzerinde yorumu siz okuyucularıma bırakacağım. Evet, belki restoran işletmesinden anlamıyorum ama ticaretin içinden gelmiş biri olarak neyin, nasıl kar bırakacağının hesabını iyi yaparım. İnsan psikolojisinden iyi anlarım. Adnan ağabey bugüne kadar gelmiş geçmiş tanıdığım en dürüst adamların başındadır. Yanlışları yok mu, elbette hemen herkes kadar onun da hataları var! Mesela İnsanlara güvenmek ve o güvenilmeyen insanların yaptıklarını görmezden gelmek belki de en büyük hatalarından biriydi. Bir iş yerinde disiplin sağlanamazsa o iş yerinde aksamalar olur. Kişilere kaldıramayacağı değerleri yüklerseniz bu basit kişiler sizin ekmeğinizden edebilirler. Adnan ağabey önce, bol kepçe sulu yemek çeşitleri ile esnaf ve halk lokantası açmak istiyordu. Tüm alt yapıyı buna göre hazırlamış, masa sandalyesini tabağını kaşığını bardağını buna göre almıştı. Aşçısını garsonunu bulaşıkçısını buna göre işe almıştı. Tüm bu hazırlıkları bünyesinde tutarken ne olduysa birden pizzacılığa döndü ve bunun için büyük küçük fırınlar getirtti. Fazladan havalandırmaya ihtiyaç doğdu. Alanya’dan tekrar usta ve garsonlar getirtti. Gelenler hep tanıdık arkadaşları olduğu için duygusal bağlılık işçi işveren arasındaki olmazsa olmaz otoriteyi, saygıyı, disiplini olması gereken seviyede tutmakta hep duygusallık bağı yüzünden zorlandı. Hiç kimsenin gönlünü kırmak istememesi, kendi sonunu belirleyen en büyük yanlış kararı idi. Tüm sulu yemek düzeneği yanına, birde pizza araç gereç usta ve garson ilavesi maddi bir külfet getirmişti. Durun; yanlışlık daha bitmedi. Tüm bu düzeneklerin yanına birde lahmacun fırını koydurttu! Lahmacun fırını, hamur kazanı, tezgâhı ustası ve köşesi, kabkacak yeni maliyet yeni gider kapısıydı. Adnan ağabeyin ilk sulu yemek işi yapmak istediği aşçı, bu karombolde bu lokantanın kendisi için zaman kaybı olduğunu ve ilginin üzerinden gittiğini hissettiği an lokantadan ayrılmıştı. Meydan Alanya’dan gelen pizza ustasına kalmıştı. Bu ustanın pizzacılığın yanında sulu yemek işine de bakması en büyük yanlışlardan biriydi. Çünkü bu usta pizza ustalığının yanında ağırlıklı olarak Fransız ve Alman mutfağını biliyordu (!) Hani, şu salatayla başlayıp peynirle biten yemek çeşitleri; İyi de ağabeycim, Fransızlar şarapsız yemek yemezler ki! Bizim lokantamız içkisiz lokanta. Sonra “Sefaköy” Turistlerin kaynadığı bir Bakırköy veya Bodrum, Alanya, Çeşme değil ki! Artı bu turistlerin yediği her yemeğin içinde domuz yağı ve kırmızı şarap vardır. Geçtik efendim, bizim pizzacı ve ekibi Türk mutfağını hafife almışlardı. Kuru fasulyeyi bir gün suda bekletip ikinci gün pişirdiklerinde bile fasulye taneleri halen kendilerinin pişirildiğinin farkında bile değiller (!) Fasulyelere göre onlar halen Pamukkale de kaplıcada tatil yapıyorlar. Taneler halen kıtır kıtır. Çok sevgili kardeşimiz Pizzacı ustamızın yaptığı mercimek çorbasının içinde mercimekler kavrulmuş fakat patlamamış mısır taneleri gibi çıngıl çıngıl! Hele ki ustamızın bir sütlaç yapması vardı evlere şenlik. Bir gün içinde süt var pirinç yok, bir gün içinde pirinç var süt yok! Yahu güler misin ağlar mısın? Sulu yemek ustası gittiyse, kaldır abim sulu yemek tezgâhını. Fakat size bir sır vereyim mi sevgili okurlar? Lahmacun fırını kurulmuştu ya, onun başına koyulan İbrahim usta; hem lahmacun, hem sulu yemek, hem tatlı üzerine bir numaraydı. (Ha bu arada Alanya’dan gelen ekip aslen Alanyalı değiller. Meşhur ustamız Edirneli, diğer yanında gelen kardeşlerimiz de Adana Urfa Maraş vs.) Her işten anlayan fakat lahmacun fırının başında nöbet bekleyen İbrahim ustanın günlük lahmacun satış ortalaması 10 adet! İbrahim ustanın bize günlük maliyeti tezgâh, maaş, sigorta ve kişisel masrafı abartısız 100 lahmacun! Zarar 90 lahmacun. İbrahim ustanın varlığını çoğu zaman unutuyorduk. O bodrumda lahmacun fırını başındaydı. Pizza ve sulu yemekler üst kattaydı. Pizza için malzeme almaya bodruma depoya inildiğinde, İbrahim ustanın TV de gündüz kuşağındaki dizi filmleri bazen ağlarken, bazen gülerken izlediğini görüyorduk! Kocaman üzüm küfesi gibi kapaklı çöp kutusunu yanına almış, çöp kutusu ağzına kadar boş cappy meyve kutuları ile doluydu. İbrahim ustamız terledikçe, içi yandıkça çekmiş buz gibi cappyları! Helal hoş olsun. Ben olsam bende içerdim! Yazın ortasında her an lahmacun siparişine hazır, havalandırması yeterli olmayan sıcak fırın karşısında durmak kolay değil elbet. Toparlayalım efendim. Ben evden lokantaya gelirken üç tane lahmacuncunun, beş tane sulu yemek satan lokantanın önünden geçiyordum ve hepsi çok güzel iş yapıyordu. Bizde ise sulu yemek + lahmacun+ pizza vardı ama giderleri karşılayamıyorduk. Kendi bünyemiz içinde müthiş bir rekabete girmiştik. Pizza fırınları, sulu yemek tezgâhları ile var olma savaşı veriyordu. Fakat her iki grubun ustası da aynı kişiydi! Pizza ustamız Adnan ağabeye sulu yemek işini de kendisinin yapabileceğini her zaman ima ediyordu. (Zaten esas sulu yemek ustası bu durumu hazmedemediği için adına basılmış dağıtamadığı özel kartvizitlerini (!) alarak lokantadan ayrılmamış mıydı?) Bizde çıkarılan ideal yemek menüsü hatırlayabildiğim kadarıyla, kaşarlı domates çorbası, mantarlı tavuk sote, imambayıldı, kuzu haşlama, incik vs etli yemek ve ızgara çeşitleri. Ve bodrumdaki lahmacun tezgâhı… Müşteri lokantadan içeriye ayak bastığında; kendisini Galata Köprüsü’nün altındaki lokantaların önünde, ayakçı garsonlar tarafından “Gel bey ağabey balık ekmek 4 lira” çekiştirilenler gibi hissediyordu. Tabi bizde bunu pizza fırını, sulu yemek ve lahmacun faktörleri yapıyordu. Müşteriyi pizza kaptıysa sulu yemek ve lahmacun zarar yazıyordu. Yok, müşteriyi mantar sote kaptıysa, pizza ve lahmacun kafa kafaya vermiş ağlıyorlardı. Yok, müşteriyi incik veya kuzu haşlama kaptıysa sulu yemek, pizza, lahmacun tezgâhı yanında tüm şirket ağlıyordu!
Sonuç itibariyle bir kazanıp iki kaybeden veya hiç kazanmayan, kazanamadığı gibi her gün içeri giren bir restoranın müdürüydüm ben! Bundan yani zarardan kurtulmak için ne yapmalıydı? Önce gelir ve giderleri bir dengeye oturtmak lazımdı. Tabi ki müşteriler bizim lokantada ki başıboşluğu anlamakta zorlanmadılar. Bizi en zayıf noktamızdan vurmaya başladılar. Bu neresiydi derseniz kuzu haşlama, incik, imambayıldı bölümüydü! 40 milyonluk et tüketen ve 20 milyon lira para toplayan et bölümünde saat 12.00 ile 13.00 arasında yemekler bitiyordu! Hele ustamızın yanımıza gelip elinin tersiyle alnının terini silip sonra bize “ et ağırlıklı sulu yemekler ne çabuk bitti be ya” diyerek övgü beklediğinde; Adnan ağabeyin istem dışı bir kahkaha atarak “biter tabi oğlum, 40 liraya et alıyorsun ve o et yemeğinden biz ancak 20 lira topluyoruz. Aha da adisyonlar, hesapla da gör.” Dediğini hiç unutmam. Adnan ağabey olan bitenin farkındaydı. Ama o dediğim gibi küçük hesapların adamı değildi. Aslına bakarsanız o işinin hakkını veremeyen insanların geldiği gibi kendiliğinden gitmesini istiyordu. O hiçbir çalışanına seni işten çıkarıyorum diyemezdi. Bu kendini batıracak bir karar olsa bile! Vallahi yıllar sonra Sefaköy’de beni gören lokanta müşterileri yahu sizin yemekleri unutamıyorum neydi o be? Öğle yemeğinde bir tabak etli yemek ile karnımız doyuyor ve üstüne orta kahve içiyordum. Sahi neye kapattınız?” Adamın ağzının ortasına yumruğumu patlatmamak için kendimi zor tutuyordum. Diğer yandan biz Adnan ağabeyle masraf olmasın diye kaşarlı domates çorbası içip bir pizzayı ikiye bölerken, yanımızda çalışan 14 yaşındaki komi, kuzu haşlama istiyor!!! Ve bunu yaparken hiçte çekinmiyor! Para kazanan bir müessese olsa eyvallah... ya da arada canı çekse de istese neyse, bir gün haşlama, bir gün incik diğer gün imam bayıldı derken biz oturduğumuz yerde bayılıyorduk ama yine de sesimiz çıkmıyordu! Müşteri geldiğinde ağzı açık TV de film seyreden garson ve komilere rica minnet müşteriye baktırır duruma geldik! Büyüğü, küçüğü durumu, sıkıntımızı anlasınlar diye bekliyorduk ama nafile… Bu bolluğu gören, bilen, duyanlar her gün ”işçi alıyor musunuz” diye kapıya irkiliyorlardı. Lokantada servis tabakları büyüklüğünde yemek tabağı kullanırsan, elbet o tabağın içine üç porsiyon yemekte koysan o tabak boş gibi durur. Biraz daha, biraz daha, tabağı doldurursan sermayeyi de kediye yüklersin! Mesela lokantaya kasa başına müdür olarak atanmadan önce burada kasa da duran Adnan ağabeyin bir yakını yaşlı bir amca (benim tepeden müdür olmamı hiç azmedememişti. ) Ben geldikten sonra her sabah alışveriş arabasını alarak güya ucuz olsun diye semt pazarına veya halk pazarına kıvırcık, salatalık, maydanoz, biber, taze fasulye vs. Almaya giderdi. Ama suratı bir karış, sanki zannedersin lokantanın bütün yükünü o çekiyor. Yeminle bu asık suratı görmekten tiksinir olmuştum ama sırf büyüğümüzdür diye ses çıkarmıyorduk. Onun derdi “kasa” oradan kaldırılması çok zoruna gitmişti amcanın! Aslında onun eve gitmesi beklenirken o lokantanın kendisine çok ihtiyacı olduğunu sanıyordu! Pizza ustamız yaptığı listeyi ve toplanan ticket ve sodexho kuponlarını alıp arka taraftaki bu kuponları alan tek markete alışverişe gidiyordu. Bu ustamız memleketten çoluk çocuğunu da getirmiş, Adnan ağabey ona bir ev tutmuştu. Ayrıca ev kirasını da üstlenmişti. Diğer Alanya’dan gelen yardımcı ustalar, bodrumdaki özel odada kalıyorlardı. Bulaşıkçı kadın ve şef garsonlar, komiler ise kendi evlerine gidiyorlardı. Bir ara tam on üç personel vardı burada. Zamanla, iş olmadığı için aldıkları parayı hak etmediğini düşünen sağduyulu insanların işten ayrılmasıyla, kadro sayısı sekizlere kadar düşmüştü. Ustamız market dönüşünde kasaba uğrayıp günlük et ihtiyacımızı alıyordu. Kuzu etinin metro grosmarkette fiyatı 1500 lira, kasapta 3000 liraydı! Kasap, Adnan ağabeyin çocukluk arkadaşı olduğu için ona ayıp olur endişesi ile Adnan ağabeyin eti bilerek 3000 liraya aldığının da altını çizmek isterim! Efendim bir sabah erkenden restorana geldiğimde ihtiyar amcayı ve ustamızı ellerinde alışveriş listeleri ile para almak için beni beklediklerini gördüm. Ellerinden listeyi aldım ve kontrol ettim. Listedeki dün aldığımız bazı sebzeleri ve tavukları sordum bitti dediler. İçeri girip derin dondurucuya ve tezgâhtaki buzdolabının altına eğilip listedeki sebze ve tavuk etlerini çektim çıkardım. Aa varmış dediklerini listeden sildim! Bundan böyle alışveriş işini ben elime aldım. Buzdolabındaki etlere işaret koyuyor, kullanılanı, kullanılmayanı takip ediyordum. Çoğu zaman Adnan ağabey ile ben erken çıktığımız için dükkânı pizza ustamız kapatıyordu. Tabi o an kendisiyle birlikte çalışan komi ve garsonlar ile kepenkleri içerde kalan arkadaşların üzerine kapatıyorlardı. Personeli takibe aldığım için bir akşam kepenkler indirildiğinde aniden yanlarında oldum. Çok konuşan ve işe yeni giren birkaç haftalık garsonun elinde işaret koyduğum poşeti göstererek “ne var onda?” dedim. Garson “şey ağabey hık mık ev için bugün kasaptan et almıştım da o var!” Bir yanlışın olmasın sakın? Dedim. “Yok, ağabey (yemin billâh ederek) doğru söylüyorum.” Düşünebiliyor musunuz arkadaşlar. Kendinize yakın bildiğiniz insanların ihaneti ile karşılaşsanız ne hissederdiniz? Tabi ki Adnan ağabeyin getirdiği ustanın elindekilere bakacak değildim. Onun belki geçerli sebebi olabilirdi ama bu yanındaki kişinin restorana ait bir eti evine götürmesine nasıl göz yumabiliyordu? Adnan ağabey, bu kâr yapmayan lokantayı, ayakta tutabilmek için dört tane daire iki tane araba sattı. Bunlar yetmedi, tefecilerden borç para aldık! Tüm bu sıkıntıları burada çalışan herkes biliyordu. İnsanların bu kadar vefasız ve yüzsüz olduğu, içten pazarlıklı olduğu bir yerde, müessesenin beti bereketi olur mu? Tabi personel bukalemunlaştı. Müessese müdürü olarak işe el atmıştım. Buzdolaplarında bitmeden alınan malzemelerin nasıl ayaklanarak adres değiştirdiğini görmüştüm. Ertesi sabah Adnan ağabeyle olanları paylaştım. Tabi suratı asıldı ve üzüldü. Kimseye bir şey demedi diyemedi. Akşama doğru Adnan ağabey yanıma gelip gülerek "bulaşıkçı kadını takip et" dedi. Bir süre sonra bulaşıkçı kadın; “Adnan ağabey ben beş dakika eve kadar gidip geleceğim müsaade var mı?” dedi. Allah sizi inandırsın, kadın yeleğini ters giymiş ve her bir cebi top gibi şiş. Göğsüne soktuğu pizza sucukları başını çevirdiğinde uçları dışarı çıkıyordu. Heyecandan kalp atışları fazla attığı için göğsüne soktuğu sucukların görünen kısımları, kadının aldığı nefese göre bize aksiyon yapıyordu! Sucuklar, kaşar peynirleri, etler, tavuklar ve bilumum kahvaltılıklardan, bulaşıkçı kadın yürüyen bir şarküteri olmuş (!) Kadına bir mini buzdolabı ve küçük bir tüp taksak, meydanda kira vermeden çalışan seyyar büfe olurdu. ) Ağzım açık kaldı. Adnan ağabeye müdahale edecek mi, diye baktım; Adnan ağabey oralı bile değil. “tabi gidebilirsin bacım “dedi. Kadın bir hışımla lokantadan çıktı ve karşıdaki sitenin karanlık koridorlarında kayboldu. Adnan ağabey bana bakıp bakıp gülüyordu! Az sonra bulaşıkçı kadın yeleğini düz giymiş bir şekilde restorana geldi. “Sağ ol Adnan ağabey” dedi. Adnan ağabey: - Bir şey değil canım lafı mı olur! Tabi bir süre sonra bu aşağılık hırsız kadın. Adnan ağabeyi çıldırtacak ve suratına deste deste paralardan öyle bir tokat yiyecek ki, ömrünün sonuna kadar unutacağını sanmıyorum! Sevgili okuyucu dostlarım ben gördüğümü yaşadığımı yazıyorum. Kimsenin günahlarını üstlenecek lüksüm yok, cehennemde yanma heveslisi de değilim. Bu yüzden yazdıklarımın hep arkasındayım. Yazılarım geniş bir yelpazede yayınlandığı için Pizza patio da çalışanlar veya müşteriler bana bu konuda yorum yazabilirler. Devam edecek. Selam ve saygılarımla... M.Talip Girgin
Sevgili Ertan kardeşim aslında daha önce dediğim gibi bu yazıyı kendime saklamıştım Fakat "tecrübeleriniz toprak olmasın" diyen Bülent Şenver abimin bu sözü aklıma geldi ve yayınlamaya karar verdim. Daha çok enterasan konular var bu yazı dizisi içinde. Devamında görüşmek dileği ile. Not: Ayrıca; balıkavı. net'te sessiz okuyucu arkadaşlarıma konuyu takip ettikleri için teşekkür ederim. Bir yazının okunması yazanına şevk verdiği gibi o sitenin okuyucu kitlesinin eğitim düzeyini de gösterir. Ben burada bu potonsiyelin var olduğunu görmekten gurur duyuyorum. Bizler yeri gelir balık tutar onu yazarız, yeri gelir hayatımızdaki yaşanmışlıkları birbirimize aktarırız. Bunda amaç dostlarımızın bunlardan istifade etmesidir o kadar. Yorum yazan veya yazamayan okuyucu arkadaşlarıma tekrar sevgi ve selamlarımı sunuyorum...
Vay anasini, tabi insanlar neyin nereden, nasil, ne zorluklarla geldigini nereden bilsin degil mi?E "banane" demesi de cok kolay tabi napsinlar..(!)Ne diyeyim is duygusallik kaldirmiyor sanirim.Acikcasi bekliyordum 4. yazi grubunu; ancak vazgectigini dusunmeye baslamistim sevgili agabeyim.Gorunce "heh" demisim.Ellerine saglik, daha neler cikacak bakalimSaygilarimla...
Talip GIRGIN bey,yazdıklarınızı buyuk dikkatle okudum.İsim geregi 25 yılı bir fiil bu sektorde gecirdim.( Bursa'da Ç.Palas Ot.Muh.Srv. Coast Kontrol, son 3 senede baska bir restoranda restoran sorumlusu olarak.) Bu sure zarfında, yazdıklarınızın aynısı, sanki o anları yasattınız bana.Yuruyen sarkuterilermi dersiniz,rutin kontrollerde zulalara saklanmıs koli koli ickilermi dersiniz,Personel yemegini begenmeyipde hımkırana kadar maaliyeti yuksek yemekleri yiyenlermi dersiniz, musteri geldiğinde,''sende nereden geldin be kardesim'' der gibi surat asarak servis yapan garsonlarmı dersiniz. Ama bu tur insanlar cok kısa sure icerisinde temizleniyor,sadece insanlara verdigi uzuntu bitmiyor. Bizde bir atasozu vardır. ''Dostunla ye ic ama, alısveris yapma '' diye. Siz buraya takılmıs ve bu soruna care uretememissiniz. Yani teshis var,tedavi olmadıgı gibi, mikropların yayılmasını engelleyici bir cozumde uretmemissiniz. Tabiiki tam anlamıyla iyi niyetinizden kaynaklanmıs tum bu olanlar. Birde benim anlayamadıgım su; ızgara ve fırının oldugu yerlerde sulu yemek olmaz, sulu yemeklerin oldugu yerde de ızgara ve fırın olmaz. Bu cesitlilik birbirini yok etmeye calısır ve maglup olan tarafta genelde sulu yemek olur ve gece cope dokulur,yada hayvanlara yemek olarak verilir.Lokantacılık lıtaraturunde bu boyledir.Ama saglık olsun kardesim. Bundan sonra ki yasamınızda saglıklı ve basarılı bir hayat gecirmeni dilerim.Hersey gonlunce olsun. Tevfik.
Talip kardeş yazdığınız gerçek hayat kesitlerini kah üzülerek,kah gülerek,kah kızarak okudum.Kimse üzerine alınmasın ama patron dediğin adam biraz acımasız olacak.İnan kardeş Adnan bey gibi çok iyi niyetli patronların malesef kıymeti bilinmiyor.İnsanoğlu tam bir muamma yaratıktır.Başlarındaki patron biraz ters,sert ve kuralcı oldumu onun tersliğinden,sertliğinden,acımasızlığından yakınır dururlar.Ama ondan çekinip korktukları içinde istemeye istemeyede olsa dediklerini yaparlar.Ve hep bir yumuşak huylu şeker gibi bir patronumuz olsaydıda başımızın üstünde taşısaydık derler ama öyle bir patron gelincede şeytan ve nefislerine yenilerek daha önce dua ederek başlarına gelen bu patronu anında ekarte ederler. Hiçbirimiz düşündük mü acaba (askeri mantık niçin böyle sert ve kesin kuralcıdır diye) çünkü yüzlerce-binlerce asker başka türlü bir arada tutulamazdıda ondan.İnanın iyi niyetle nasihatle ancak belki iki elin parmakları kadar bir vatan evladını ikna edebilirsiniz,ya diğerlerini? Şu hayatta hiçbir kural,yasa boşuna değildir,konulduysa uzun hayat tecrübelerinden doğmuştur. Aslında bir işletmenin başındaki patron tam anlamıyla bir insan sarrafı olmalıdır.Çalıştırdığı elamanların kişiliklerini,ruh hallerini iyi tahlil etmeli,canıyla,dişiyle çalışıp işletmeye faydalı olanları diğerlerinden ayırmalı,diğerlerinin bilerek yaptıkları hatalarada asla göz yummamalıdır.Bir işletmedeki zararlı insan bir çuval içindeki çürük incir gibidir.Birtane çürük incirin bir çuvalı heba edeceği gibi,bir tane yanlış insan işletmeyi hallaç pamuğu gibi atabilir. Talip kardeş yaşanmış bu gerçek hayat hikayesini bizlerle paylaştığın için sana çok teşekkür ederim.Bizler bu sitede aslında sadece balık avcılığımızı paylaşmıyoruz.Bir anlamda sıkıntılarımızı,heyecanlarımızı,üzüntülemizi,mutluluklarımızı,sevinçlerimizi velhasıl farkında olsakta olmasakta hayatlarımızı paylaşıyoruz. İşte bu sosyal paylaşım sitelerinin asıl anlamı ve güzelliğide burada zaten.Sana şu anki hayatında başarılar ve mutluluklar dilerim,herşey gönlünce olsun Talip kardeş...
Ya işte böyle Bahadır kardeşim. Evet bu konu biraz gecikti ama bu yazdığım tam kırılma noktasıydı. Bu yüzden biraz beni zorladı. Devamı çok daha vahim, sanki memlekette yanlış adamlar çoğunlukta Bekleyip gereceğiz...Sevgilerimle... Tevfik bey öncelikle bu içi dolu ve yazımı tamamlayıcı yorumunuz için teşekkür ederim. Yazımda da belirttiğim gibi ben işi önce personelden ele aldım ama bunun daha müşteri ve kamu boyutu var. Şayet, personel kendisinden beklenen iş gücü ve becerisini ortaya koysaydı arz ve talep patlaması yaşanacak ve bu kişilerin belki de yediği içtiği çaldığı görünmeyecekti. Fakat anlayamadıkları tek şey karşılarında patronluk değil, onlara ağabeylik yapan birisinin iyiniyeti idi. Ben bu iş yerinde her ne kadar otokontrolü kurmaya çalıştıysam da Adnan ağabeyin insancıl ve duygusal yanı bu kurallara ters geldi. Bana göre çalışanlar; Adnan ağabeyi değil, aslında kendilerini cezalandırmış oldular. İnanırmısınız halen pizza üzerine bu restoranın kalitesinde dükkan açılmadı. yazımda belirttiğim noktaya değinmişsiniz. Bizim rakibimiz sadece kendimizdi. Üç dalda oskar almak için mücadeleye gerek yoktu. Bunlardan herhangi birini yapmış olsaydık bu müessese para kazanırdı. Dükkan Sefaköyün en işlek yerinde ve Adnan ağabeyin mülküydü! Yazının devamında da tamamlayıcı yorumlarınızı bekliyorum Selam ve saygılarımla... Vallahi Basri kardeşim tüm söylediklerinize katılıyorum. Sizde yazımın eksik kalan yerlerini tamamlamışsınız. Sonuç itibari ile çoğunluğu bozan çürükler hemen ayıklanmalı ve yanlışlardan vakit kaybedilmeden dönülmeliydi. Yazımın devamında sizin de tamamlayıcı yorumlarınızla tekrar katılmanızı bekliyorum. Sevgi ve selamlarımla...
adnan abi yapilmamasi gereken her sey yapmis bu isde,mubarek adam noel baba gibi yumusak kalbliymis, bir soz okumusdum biryerde:Hicbir iyilik cezasiz kalmaz. diye.