İlk günkü şevkimiz kırılmıştı ama her yeni günde yeni bir umutla, tekrar işimizin başına gidiyorduk. Etrafımızdaki iş yerlerinden, bankalardan, bazen 40—50 kişilik tabildot yemek siparişler geliyor, paket paket pizza siparişleri gidiyordu. Satamadığımız (!) sekiz silindirli yarı otomatik fındık motor (Nova) şavroletimiz, götürdüğümüz pizza ve yemeklerden gelen paraya ortak oluyordu! Aynı anda hesabı alamazsak, boşları almaya gittiğimizde aldığımız hesap, yaktığımız benzinle fifti fifti oluyordu! Sefaköy’de, kendi demirbaşları olan, tabağını, çanağını, çatalını, kaşığını, bıçağını ekmek sepetini; pizza pationun birinci sınıf malzemeleri ile değiştirmeyen hiçbir iş yeri kalmamıştı! Ne kadar eski, yamuk yumuk kaşık, çatal, bıçak, tabak varsa piyasadan tedavülden kalkan eski paraların bankalar tarafından toplanması gibi (!) bizde Sefaköy’ün bütün eski sofra malzemelerini yenileri ile değiştirmiştik. Sattığımız yemeklerden, çalıştırdığımız işçilerden, doyurduğumuz müşterilerden ettiğimiz zararı karşılayabilmek için gözünün biri anyaya biri Konya’ya bakan, Ceketinin kollarını kullanmayıp omuzlarında taşıyan, yürürken Karadeniz’ takası gibi sağa sola dalgalara yaslanan, Sefaköy’ün tüm bankalarında hesabı olan tefeciler kralından ardı ardına %17 faiz ile para alıyorduk! Pizza pati o’ya açıldığı zaman harcanan parayla tam dokuz tane wosvagen transporter alınıyordu! Bizimde cebimizde çek koçanları vardı ama bankada ne paramız vardı ne kredimiz. Üç yüz bin dolarlık işyeri açmış bir iş yeri sahibinin bankadan üç bin dolar alamaması ne kadar aşağılayıcı bir durum değil mi? Diğer taraftan elin adamı sana soruyor “Çekinizi hangi bankaya yazayım?” Paranın para kazandığı bir dönemde, Adnan ağabey Alanya’dan koşarak gelmiş, Ülkemizin işsizlik sorununa katkısı olsun diye varını yoğunu ortaya dökmüş; her işini yasalara uygun yaparak ve yaptırarak istihdam yaratmaya çalışmıştır. Bilinçli veya bilinçsiz iyi niyet esasına göre direnmeye çalışmaktadır. “Devletin politikası kayıtlı istihdamın artışına hizmet etmediği ayan beyan görünmektedir. İşyerleri için kayıtlı istihdam yaratmak ateşten bir gömlek giymeye benzemektedir! İşsizliği azaltmak, kayıtlı istihdamı artırmak ve istihdamın verimli gelişmesini sağlamak, ülkemizin başlıca gündem maddeleridir.” &&&& Adamın biri Elinde bir defter “Selamünaleyküm” diyerek külhanbeyi gibi daldı içeriye. “Aleykümselâm” dedik hep bir ağızdan. “Ben sucuyum, sizin su saatiniz nerde?” dedi. Vallahi yalan olmasın kesin tarihi hatırlamıyorum. Zaten o dönemde sucular iki üç ayda bir gelirdi. Şimdiki gibi her ay gelip gırtlağımıza basmazlardı. Zor zahmet su saatimizi binanın arka tarafında, üst katların giriş kapısının hemen dışında perişan bir halde bulduk. Su saatini her kim taktıysa, saat savaştan çıkmış gazi gibi bir bacağı 60 cm, diğeri 40 cm takılmış yan duruyordu. Üzerindeki camı kırılmış, rakamlar birbirine girmiş vs. Sucu büyük ve çok önemli bir iş yapıyormuş gibi ağır ağır eğildi ve rakamları okudu. Elindeki bakkal defteri görünümündeki düzmece deftere baktı ve “OOOOooo Oh siz ne yapmışsınız yahu? 300 ton su harcamışsınız. Hamam mı işletiyorsunuz? Yanmışsınız siz. Bu bir çuval para yapar!” Tabi biz şaşırdık. Adnan ağabey bana bakıyor ben ona. Yahu kardeşim keşke iş olsun da biz 3000 ton su harcayalım! Ne kadar su harcarsak o kadar iş yapmış oluruz. İyide bu 300 ton suyu kim harcadı. Ülen yoksa bizim hatta mı girdiler. Tabi o an her türlü düşünce zuhur etti beynimizde. Kimlerden şüphelenmedik ki. Binadan kim çıkıyorsa "hırsız suyumuzu çaldınız" deyip yakalarına yapışacaktık neredeyse. Tabi alıştık artık, etrafımızda çanak çömlek, kaşık, bıçak, et çalanları, ekmek sepetimizi bile çalanları gördükten sonra imam geçse sakalına sarılacağız (!) “Hırsııız... söyle sen mi çaldın suyumuzu? Neyse efendim, sucu kardeş elini sakalına götürdü; "yahu korkmayın bu kadar, her şeyin bir kolayı var! Atın bi sakal; isterseniz Terkos’u kurutun…!" Neyse bu deprem şokunu bir sakalla atlattık. Atlattık ama bu hareket karşısında öyle bir utandık ki, sanki ulusal bankalardaki paraları çuvallara doldurup kaçırmış gibi kendimizi aşağılık hissettik! Sanki Büyük Millet Meclisinde her Milletvekiline memleketlerine yardım, yatırım yapsın diye verilen yirmişer milyon dolarları biz batırmış gibi milletin suratına bakamaz olduk. Çuvalla para harca, parmakla gösterilecek bir iş yeri kur, gelsin bir sucu bozuntusu senden sakal alsın! Yok yahu bu hazmedilecek gibi değil. Hemen bir tesisatçı çağırıp su saatini duvarı deldirip içeri aldık. Su saatinin üzerindeki rakamı yazdım. Rakam 5670. Ertesi günün akşamı su saatine baktım 5670 Ertesi günün akşamı tekrar baktım su saati yine 5670 Bir hafta sonra yine baktım 5670 Bir ay sonra yine aynı 5670. Su saati bozuk işte kardeşim ne bakıyorsun anlamadın mı daha? Adamın biri elinde defteri “Selamünaleyküm” deyip daldı içeriye. “Ben sucuyum dedi su saatiniz nerede?” Adama baktık ve “sen yeni misin birader, filanca kişi nerede?” Diye sorduk. Yeni sucu “ağabey onun işi vardı beni gönderdi” dedi. “Su saati karşıda tuvalette, bakabilirsin” dedik. Adam içeriye girdi ve birkaç dakika sonra hışımla dışarı çıktı "abi siz ne yapmışsınız yahu hamam mı işletiyorsunuz? 400 ton su harcamışsınız?" Hemen gidip su saatine baktım. İki aydır çalışmayan su saatimizin rakamı birden 6070 olmuş! Adam tornavidanın ayarını bu kez fazla kaçırmış (!) Tutmayın beni! Bu çaylak sucuyu yaka paça dışarı attık. Az sonra esas adam geldi. Benim yüzüme baktı ve sonra yanındaki tahsilâtçısına baktı ve "tamam kardeş, bunlar olayı çözmüş" dedi ve başka bir şey söylemeden çekip gittiler. Daha sonra dilekçe verip su saatimizi değiştirdik ve bir daha bu sakalcıları görmedik. Adnan ağabey lokantada müşteri var diye suculara vereceğim tepkiye müsaade etmemişti ama ben bu sucuların ağzını burnunu kıramadığım için sinirden yerimde duramıyordum.
Ertesi sabah Adnan ağabeyle istişare yapıyoruz. Önümüzde ödenecek yüklü çeklerimiz var bu arada garsonlardan Celal yanımıza geldi “abi şurada çorba içen adam kendi kendine konuşuyor” dedi. Bırak konuşsun sana ne? Dedim. “Abi küfür ediyor ama” dedi. Bırak kendi kendine etsin sana ne? Dedim. “Abi size ediyor ama” deyince. Yerimizden kalkıp vatandaşın oturduğu yerdeki direğin arkasına kadar Adnan ağabeyle gidip kulak verdik. Adam harbiden hem çorbamızı içiyor, hem müesseseye küfür ediyor. Adam şöyle diyor; "Ülen şu zenginliğe bak be? ................. da ne para var be! Biz aç sefil gezelim bunların işi iş." Adnan ağabeyi kolundan tutup masaya oturttum. Vatandaşın yanına gidip ayağa kalkar mısın? Dedim. Adam ayağa kalktı yerde birde çantası vardı, bırak çanta kalsın dedim ve adamı kolundan tutup dışarıya çıkardım. Dışarıda ne mi oldu? Allah ne verdiyse (!) Sucunun da, manavın da, kasabın da, işçilerin de bütün hesaplarını kestim. Boşuna dememişler "Dışı seni yakar içi beni." Lokanta da bir öğlen, işler yolunda. Bir masa var ki etrafında oturanlar kıtlıktan çıkmış gibi yiyor içiyorlar. Sanki müessese kendilerininmiş gibi de rahatlar. "Oğlum at bi karışık iki porsiyon ızgara." Diğeri pizza, diğeri kuzu haşlama; Tam on kişi şen şakrak slov parça eşliğinde bol bol kahkaha atıyor eğleniyorlar. Erkekler, bayanlar hepsi kodaman kılıklı. Hele en başta oturan kişi, sanırsın fabrikatör! Belli ki o' arkadaşlarını yemeğe davet etmiş, bir şeyi kutluyorlar! Çoktandır böyle yağlı müşteri görmeyen çalışanlarımız da daha bir heyecanla işlerine sarılıyorlar. Kulakları çınlasın garson Celal kardeşim hakikatten aldığın para helal olsun. İşini en iyi yapanların başındaydı. Pire gibi on kişiye hizmet ediyordu. Bu Celal kardeşimizin bir akşam sabrına hayran kaldım. Bir adam karısı ve ufak çocuğuyla lokantamıza akşam yemeğine gelmişlerdi. Ortam o kadar güzel ki; Sefaköy’ün hemen hepsi buraya hayrandı ama pahalıdır diye gelmeye çekiniyorlardı. Adnan ağabeye defalarca şu kapının önüne fiyat listesi asalım dediysem de onu ikna edemedim. Adnan ağabeyin gerekçesi “cebinde bir lirası olan gelip burada ki müşterilerin huzurunu bozar” oluyordu. Aslında haklıydı. O tip insan burada tonlarca vardı. Neyse efendim adam, hanımını karşısına alıp akşam yemeğini slov parça eşliğinde yerken küçük çocukları da masada ne varsa yere boca ediyordu. Tuzluk, biberlik, kürdanlık, peçetelik, kaşık, çatal, bıçak… Anne baba hiç oralı bile değil. Dalmışlar bir muhabbete yirmi bin fersah çıkamıyorlar! Celal kardeşim müşterinin masasına koşarak gidiyor ve masayı eski haline getiriyordu. Bunu yaparken en ufacık bir kızgınlık belirtisi göstermiyordu. Tabi ekmek parası herkesin sıkıntısı var, belki üç beş kuruş bahşiş alırım diye bütün gece bu veledin yaptıklarını düzeltti, kahrını çekti. En az on kere çatal değiştirdi. Bu saygın, aydın müşteriler giderken Sevgili kardeşim Celale; bir lira dahi bahşiş vermediklerinde onun yıkıldığını görmüştüm. Ve ben, hizmetini dört dörtlük yapan bir garsonun hakkının, ödenen hesaptan ayrı ödenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şayet bu insanlara küçükte olsa gönlümüzden bahşiş vermek gelmiyorsa, onlardan ekstra bir şey istemeye de yüzümüz yok demektir. Hiç kimse babasının hayrına birisinin çocuğuna bakmaz ki! Anne baba rahat yemek yesinler diye çocuğu elinden tutup gezdirmeye varıncaya kadar yapmıştı! Neyse Celal kardeşim, bu on kişilik masayı kontrolü altına almış, gak diyene et, guk diyene su veriyordu. Adisyonlar sayfa sayfa olmuş herkes kazanacağı üç beş kuruşun hesabını yapıp hayaller kuruyordu. Nihayet yemekler yendi, kahveler içildi. Sıra hesabı almaya geldi. Kalantor görünüşlü şahıs, tabaktaki hesaba bakmadan; "bu hesabı Çelen tura fatura edeceksiniz. Kimin derlerse komiser Kemal’in dediğini söylersiniz" deyip yine aynı kalabalık grupla, kakari kukari yaparak lokantayı terk ettiler. Celal bir yandan biz biryandan ve tüm çalışanlar bir yandan arkalarından baka kaldık. Bizim sermayemiz, işçilerin alınteri; kakari kukari ile bir lira ödemeyen insanlarla (insan denirse) çıkıp gitti dükkanımızdan! Ben faturayı alıp Çelen tura gittim ve olayı anlattım. Orada ki sorumlu ne dedi dersiniz? Tabi ki bu uzun uzun bipli kelimeleri kimse duymak istemez (!) ama ben ve O'gün hizmet eden tüm kadromuz adına, komiser Kemale bir çift söz söylemek istiyorum. Yediğiniz içtiğiniz onca insanın hakkı; size haram zıkkım olsun diyorum. Gerek bu dünyada gerek ahrette burnunuzdan fitil fitil gelsin diyorum. Daha da diyecek bir şey bulamıyorum. &&& Akşam olmuş üç beş kişi eşleriyle akşam yemeği yiyordu. İçeriye Peter Falk kılıklı iki sivil polis girdi. Bunlardan biri benim çocukluk arkadaşım hemşerimdi. Hoş beş yaptık hayırlı olsun dedi. Bize evlerine götürmek için pizza almaya geldiklerini söyledi. Hemen hazırlattım. Sevgili arkadaşım pizzaların parasını uzattı. Almak istemedim tekrar ısrar etti. Tekrar almak istemedim “o zaman pizzaları almayız” dedi ve öylelikle pizzaların parasını almış oldum. Sefaköy’de hemen her gün bir hırsızı kolundan tutup götürdüğüne şahit oluyorduk ama bunlar bitecek gibi değil! Arkadaşım çoktandır "hayırlı olsun"a gelmek istediğini ama fırsat bulup gelemediğini söylemişti. Bir zamanlar parmak izindeyken bana gelir, ben onlara eski çamaşır makinelerinin merdanelerinden "parmak izi" alma makinesi yapardım Yemin ediyorum hemşerim çocukluk arkadaşım; ben de hakkı kalacak diye çok korkuyordu. Ona defalarca bu tür hizmetlerimden karşılık beklemediğimi, yapabileceğim ne varsa hiç çekinmeden benden isteyeceğini söylediğim halde, o hep çekinirdi. Çok mecbur kaldığı zaman, öyle nazik ve kibar söylerdi ki; yapmayacak insan bile onu kırmamak için bütün işini yapardı. &&& Bir akşam bu arkadaşımın yanında gördüğüm diğer sivil polis; önünde başka bir adamla içeriye girdiler. Arkadaşımın arkadaşı olan sivil polis hemen kapının yanına oturdu ve diğer adam yanıma geldi. Adam kıvranıyordu acelesi varmış gibi. “aaa beyefendi ben Ramazan ağabeyin (komşu makineci) akrabasıyım benim çocuğum merdivenlerden düştü hastaneye götüreceğim ama param yok. Ramazan ağabeye geldim ondan alacaktım ama o da dükkânı kapatmış. Sende varsa bana biraz para verebilir misin? Dedi. Arkasında ki polisi tanıyordum ee Ramazan ağabeyde komşumuz yan dükkânın sahibi. Hiç düşünmeden cebimde ne varsa çıkarıp verdim. Adam “Allah razı olsun” dedi ve dükkândan çıktı. İyi ama onunla gelen sivil polis halen lokantada oturuyor! Meğer bunlar kapıda karşılaşıp ikisi birden lokantaya tesadüfî girmişler. Memur arkadaş eve götürmek için pizza almaya gelmiş diğer adamla hiçbir alakası yok! Bende birlikte geldiklerini düşündüğüm için Ramazan ağabeyi arama gereği duymamıştım. Tabi hemen dışarı çıkıp baktım. Bizim vatandaş çoktan köşeyi dönmüştü(!) Buradan ona da bir paye gönderelim. "Çocuğum merdivenden düştü diye yalan söyleyip, insanlar üzerinde kimin yalan, kimin doğru söylediği konusunda, bizi çıkmaza sokan ve bundan sonra gerçekten ihtiyacı olanlara bile dolandırıcı gözüyle bakmamızı sağlayan şerefsizler ordusu! İnşallah bu yolla parasını aldığınız, dolandırdığınız insanların vebali boynunuza olsun. Aldıklarınız, çaldıklarınız haram zıkkım olsun. Çocuklarınız değil ama siz, Paris kulesi yüksekliğinden beyin üstü düşersiniz inşallah!...
doğru olan hem bu dünyada hemde ahirette cenneti yaşar...allah sizi cennetinden ebediyen çıkarmasın inşaallah.. yanlız merak ettim,şu an dükkan ne durumda,işler nasıl,sıkıntıları aşabildinizmi... selametle kalınız.hayırlı işler
Teşekkür ederim sevgili dostum sağ ol. selamlar... Teşekkür ederim sevgili kardeşim sağ ol. Gezim nihayet dün saat 12.00 de İstanbula dönmem ile sonuçlandı. Çok güzel gözlemlerim ve balık avlarım oldu. Tüm bilgileri derleyip toparlayıp siz sevgili kardeşlerimle paylaşacağım inşallah. Selamlar... Sevgili Manisalı dostum ne güzel dua etmişsiniz...Allah cümlemizi, cennetiyle şereflendirir inşallah... merak ettiğiniz konuyu söylesem ve siz "neden" deseniz... benim bunu açıklamam yine sayfalar sürer. İyisi mi bu konuyu ağır ağır takip edelim. İleriye doğru sürpriz gelişmeler ve olağan üstü haller var. Bunu kendimi zorlamadan içimden geldiği gibi yazmak istiyorum. Anlayışla karşılayacağınızı umut ediyorum. Selamlar...