Cuma günü hava kararmasına bir saat kala ancak varabilmiştik mekana, tekneyi suyla buluşturup, kıyıdan aldığımız duyumla, kirpileri çıkarıp kalamar yoklamaya başladık. Hava kararmaya yüz tutarken 3 tane kalamar alabildik. Teknede ışığımız olmadığından ava devam edemedik. Bu arada daha denize çıkmadan ilk avımızı da gerçekleştirmiştik. Bir sokak köpeginin ağzından yemlik ahtapot... Teknemizi kıyıya alıp, Gelibolu'nun yolunu tuttuk. Rakı ve Fasıl ekibi eşliğinde, Limanda sardalyaları mideye indirdik. Sevgili Üstadımızın evine geçip cumartesi için planları yaptık... Sabaha karşı 04.00 de kalkacak, limanda ilerya toplayacaktık safağa kadar. Şafakta 1-2 saat Levreğe bakıp, peşinden Sinarit, Akya ve geçen hafta 15 kiloluk Tombik almış olan üstadımızın pompasıyla Orkinos bakacaktık. Planlar baştan bozulmaya başladı. Aldığımız küçük tüpümüze Lüks Başlığı uymadı. Şarjlı, lüks tipinde ışıldağımızı tekne başına asıp ilerya yakalamak çok zormuş. Bir saatten fazla uğraşmamıza karşın; bir ilerya, birkaç kalem zargana ve birde ahtapot alabildik. Havanın açmasına yakın, suya birinde ilerya diğerinde kalem zagana iki takım indirdik. Bir takımda, planlanan diğer avlar için ipekle donatılıp suya indirildi bu arada... Kıyıya yakın, Levrek sularında rolantede ilerlemeye başladık. Daha ikinci koyu sıyırırken, benim makinanın kalamasından cırrrrrrrrr diye sesler yükselmeye başladı. Üstadımız Aygün abim, hemen tekneyi boşa aldı, ve balığın üzerine döndü. Bu arada eleman makinadan tüm gücüyle yolunu almaya devam ediyordu. Yaklaşık bir dakka süren bu macera sonunda; elimizde tamamen çiğnenmiş şekilde, ama hala canlı olan ilerya kaldı... Elimizdeki tek ilerya nalları böylece dikmiş oldu. Yapacak birşey olmadığından bu takımıda zargana ile yemleyip yolumuza devam ettik. Lakin başka vuruş olmadı... Ve "Levreğe ileryadan başka yemle bir daha gezmeyeceğim" yeminleri arasında ilk postayı sonlandırdık. Kötüleşen deniz bize, "hadi dönün kardeşim birazdan delireceğim" dercesine ültimaton geçiyordu. Bizde denizimizin uyarılarına kulak verip, ayaklarımızı ve teknemizi karayla buluşturduk. Saat 10.00 dan 12.00 a kadar kıyıdan tüm sahtelerimize dans ettirdik. Sonuç Levrek 2 Amatörler Balıkçılar 0 olarak skor tabelasına işlendi... Ama durmak yok, hemen arabaya atlayıp tekrar limana, "akşam hava belki durulur bakarsın, canlı yem olmazsa ne yaparız" düşünceleri içinde yollandık. Limanda ne görelim; gece bize gölgesini göstermeyen ileryalar cirit atıyor. Hemen kepçeyi kaptım. Tekne altındaki ileryalar, kendilerini davet ettiğim kepçeme bir seferde teşrif ettiler. 6-7 kadar ileryamız olmuştu. Yemli takımlada 3-4 tane kaya balığını kovaya girmeye ikna etmiştik. Macera devam ediyordu. Süreç; arabaya atlama, av yerine ulaşma, denizin "yine mi siz" dercesine bizi karşılamasıyla devam etti. Denize çıkamayacağımızı, yinelelenen ihtardan sonra aklımıza koyup; bırakma takımlarımızı hazırlamaya koyulduk. Bir tanesini kaya balığıyla, diğerini ileryayla yemleyip takımları denizle buluşturduk. Kaya balığını atar atmaz, "oh be ne güzel yem tamda azımın içine düştü" diyen bir ahtapotçuk, ikindi çayı niyetine kaya balığıyla yavaşca evine doğru seyretti. Boş takımı tekrar yemleyip, ahtapotumuzun mahallesinden uzak bir mekana indirdik takımları. Sonuç Levrek 3 Rengi Değişmeye Yüz Tutan Balıçılar 0 olarak tabelada değişti. Kalan ilerya ve kaya balıklarını denize yolculadık... Geriye; "Ne yapalım yahu, görüyorsun işte denizin halini. Eğer hava müsade etseydi 8-10 kiloluk bir trofeyle dönecektik eve" gibi güzel düşünceleri beynimizde bir sağa bir sola yatırarak, Pazar günüde havanın daha kötü olacağını bilerek, İstanbul'a dönmek kalmıştı. Yazlığa çıktığımızda, yağan yağmurun etkisiyle olacak ki, denizin yattığını gördük. Bize birşeyler anlatmak istercesine bakıyordu sanki. Üstat Aygün abi, derin uykusundan uyandı ve denize bakıp; "hadi ne duruyorsunuz alın takımları gidiyoruz" dedi. "Ya size çok acıdım, bir yolluk vermeden göndermek olmaz. Hadi gelinde alın kısmetinizi" şeklinde bir ses geliyordu derinlerden... Bu ses, denizin sesi olmalıydı... Alelacele takımları kapıp, tekneyi suya attık. Üstadımız Aygün abinin hazırladığı derin su takımları, biri bütün kalamarla diğeri bütün ahtapotla yemlenip sudaki yerini aldı... Nihayetinde azman zarganamız yoktu yemlik... Rölantede, bazen biraz üstünde 25-30m lerde gitti geldi bizimle sevgili kalamar ve ahtapot. Ses yok, ne sinaritten, akyadan ne de orkinostan ve dolayısıyla çıkrıklardan... Deniz; sanki biraz önce bizi çağıran o değilmiş gibi, ani bir kararla "artık gitmeniz gerekiyor" diye söylenmeye başladı. Tekne ve biz tekrar, çokçada sevmediğimiz karayla buluştuk. Bizi tekrar kucaklayacağı günlerin hayalleri ile denize hoşcakal diyerek, dönüş yoluna hareketlendik... Rastgele...
Sevgili Baris Bey Bazen nazli kaprisli bir kiz gibidir deniz. Aglar sizlar ...Yorar parcalar.Sen istedikce, o vermez.Ama aslinda askinizin sadakatini test ediyordur.Devam edersek sevmeye, asindirirsak kapisini, binbir hediyeyle... Bir de bakarsiniz askimiza ask olmus , odullerle bizi karsilamis. Bu yuzden dahasina rastgele diyorum. O kadar guzel ve icli anlatmissiniz ki...tebrik ediyorum.Saglicakla kalin.Yeni paylasimlarinizla ulusmak ozlemiyle..
Sorma Hüseyin abi bana 02/06 dan beri naz yapıyordu ki , bu hafta sonu yarı kızgın yarı kapalı ama az da olsa bir kaç gülümse gösterdi bu nazlı kız. Acıdı heralde birazda , bu kadar süredir ne zorluklara göğüs gerip onu görmek , kokusunu duymak için yollara düştüğümü görünce. Barış bey Hüseyin abim çok güzel anlatmış denizi aylarca gidersin yüzüne bakmaz, sonra bir açar gönlünü seni kral yapar. İnşallah bir dahaki sefere rast gele.
"Sevdadır yüreğimde deniz" İmza ayarımda dediğim gibi; ben denize kızmam, küsmem... Sevdamdır benim... Balık bahane, deniz şahane... Rastgele...
evet Barış Kardeş ...Saroz böyledir işte ...bir hazinen üstünde yüzer gibi ,ama delikli paraya da kurşun atar gibi ...bizim oralarda balıkçılık o yüzden çok güzeldir ...sinarit,akya ,trança kovalarsın ama elin bomboş dönersin ,bazen de öylesine gidersin rüyalar gerçek olur ...Bundan sonrası için rasgele