resim:wwwdostlukbizde.net İzmir'de kına gecesi "Haydi, Abbas, vakit tamam; Akşam diyordun işte oldu akşam. Kur bakalım çilingir soframızı; Dinsin artık bu kalp ağrısı. Şu ağacın gölgesinde olsun; tam kenarında havuzun." Böyle diyor Cahit Sıtkı Tarancı. Biz de bir akşamüstü, apartmanın en son katında balkonda, üfür üfür esen rüzgârın kucağındayız. Çilingir soframız da, karpuzundan, kavununa beyaz peynirinden, domatesine, leblebisinden bademine, beyin salatasından karidesine, yoğurdu cacığı, piyazına, zeytinyağlı dolmalarından sarmalarına kadar, yok yok. Bu gece. Hem eğlence var, Hem gözyaşı! Bu kaos içinde Bir yer bul kendine. Sıkıntıdan ister ye, İstersen iç, İstersen kına yak! Eğlen. Bak keyfine. Karşı yakadan beri yakaya kadar ışıl ışıl oldu her yer. Daha erkenden, elleriyle dizlerine basa basa yokuş yukarı kadife kaleye doğru tırmanan insanlar gördüm! Tek başına, İkili, üçlü, dörtlü ve daha fazla gruplar halinde. Bunlar evlerine giden insanlar mı? Yoksa İzmir’i kaleden seyretmek isteyenler mi bilemiyorum. Sahte haykırışları, feryadı figanları sizde benim gibi duyuyor musunuz? Sanmayın bir arbede var caddelerde, sokaklarda. Bu feryadı figanlar can havli ile bağırış ve yakarışlar lunaparktan geliyor! Pervane gibi dönen salıncakların ve hızlı trenin, insan üzerindeki etkisini, insanın da ona olan garip tepkisini, ben çok iyi bilirim çok! Kelli felli erkek gibi yaslamıştık sırtımızı trenin arkalığına. Korkuyla yüzleşmek; o ne acı tecrübe öyle! Bir daha trene binmek ha? Vallahi tövbe. Beş dakika sonra ne erkeklik kalmıştı serde ne bir güzellik, feri gitmiş yüzlerimizin! Bir tek istifra torbaları kalmıştı elimizde. Bir bankta oturmuş, dakikalar sonra ancak durabilmiştik ayakta. Sonra? Saatlerce bakıp bakıp gülmüştük birbirimize. "Sen daha çok bağırdın" diye, üç arkadaş birden yüklenmiştik kulakları çınlasın, Meloşa.( kimbilir nerdedir şimdi yine öyle çılgın mıdır? Hızlı trenlere, salıncaklara biner mi bilmem) Fuarın içinden gelen hızlı tren zedelerin haykırışları, bizi tedirgin etse bile, bunların geçici korkular olduğunu biliyordum artık. Bu sesleri duydukça, Meloş geliyor aklıma ve her ne hikmetse oturduğumuz balkonun demir korkulukları olduğu halde, yere düşecekmiş gibi oluyorum! "İyisi mi oğlum, otur oturduğun yerde" diyorum. "Aya haber sal çıksın bu gece; Görünsün şöyle gönlümce. Bas kırbacı sihirli seccadeye, Göster hükmettiğini mesafeye Ve zamana. Katıp tozu dumana, Var git, Böyle ferman etti Cahit, Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'ta; Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan." Diyor devamında Cahit Sıtkı Tarancı. İçeriden hoş geldiniz sesleri geldi kulağıma Ne yalan söyleyeyim, zor geldi oturduğum yerden kalkmak. Hoş bende misafir değil miyim burada? Zaten ne geleni tanırım ne de gideni! Doğrusu hiç te merak etmem, kim olursa olsun bana ne? Limonata bardağına yarıya kadar rakı, sonrasına biraz su doldurdum. Üzerine de buzluktan bir kare buz koydum. Arkama bir yastık. Ayaklarımı da, duvarın üstüne koydum. Ellerimi başımın arkasında, ensemde kenetleyip; Bir lahza olsun, kayan yıldız da kayboldum. “Orhan veli'nin eskiler alıyorum” şiirinde .... "Şiir yazıyorum- Şiir yazıp eskiler alıyorum- Eskiler verip musikiler alıyorum- Bir de rakı şişesinde balık olsam" diyor. Şairin bu dizeleri geçerken aklımdan ben; Balık mı, yoksa kuş mu olmalı diye karar veremiyorum! İçeriden kora eşliğinde; "Yüksek yükseeeeek, tepeelereeee ev kurmasııınlaaar- Aaaaş-rı aşrı mem-le-ke-te kız ver-me-siiiinler Anne-si-niiiin bir ta-ne-siniii hor görmesinleeeeer Uçanda kuşlara..... maaalum olsun. Ben annemi özle-diiim Hem annemi hem babamı Ben köyümü özle-diim." Adettendir, bilirim; Avucuna para koyarlar Üstüne kınayı basarlar Ellerini ayaklarını bağlayıp bir çaputa Ağlamaya bırakırlar. İçerde gelin ağlar mı bilmem ama ben ağlamaya çoktan başladım İzmir'de bazı kına gecesi merasimlerinin sonunda eğlence bitimi, şarkı türkü eşliğinde insanlar arabalara doluşur, gelinin kınalı ellerini denizde yıkattırırlarmış. ( sünnet çocuklarına da aynı şey yapılıyormuş) Allah'tan, böyle bir olayı burada yapmadılar zira ben kesin denize düşerdim. İçki bu, şişede durduğu gibi durmuyor!
resim :internet İzmir-Bornova: Tabuları yıkacağım... Her karşıma çıkanla sevgili değil, bazen arkadaş olup dost kalacağım! Henüz insanlar düğünün yapılacağı, Bornova park’ına yeni yeni gelmeye başlamışlardı. Benim de düğün başlamadan bir iki kadeh bir şeyler içmem gerekiyordu. Birçok insan gibi bende içkinin verdiği cesaret ile ancak çıkıp oynayabilir, dünyayı umursamaz bir görüntü çizebilirdim. Bütün gece püfür püfür esen rüzgârın önünde o dağ senin, bu dağ benim uçup durduk! Balkon sefasından sonra misafirler giderlerken içlerinden balkonda muhabbet ettiğimiz güzel bir kızcağız ( Afrodit'in küçüğü) onca insan içinde boynuma sarılarak, yanaklarımdan şapır şupur öpüp iyi geceler deyince ben dakikalarca kendime gelemedim. Bir süre sonra kendi kendime ” vay bee bu İzmir ne güzel yermiş! İnsanları ne kadar cana yakınmış” dedim. Dedim ama abayı da yaktım. Bana sabah olmak bilmedi! Sabah oldu, Akşam olmak bilmedi. Akşam olmak üzere, dün gece yaşadıklarım hayal mi gerçek mi bilemiyorum ve benim kalbimin atışları içimdeki düğünü çok önceden başlatmıştı. Heyecan dorukta kıvranıyorum... Parkın karşısındaki meyhaneyi gözüme kestirdim. Vardım geldim eşiğine İçeri baktım bir deli âşık gibi! Verdim selamı girdim içine. Boş masası olmayan bir yerdi, Garson, hoş geldin dedi... Koca masada tek başına oturan, Birinin yanında yer gösterdi Benim gibi yalnız, Adı “Hüseyin” soyadını söylemedi. Uşaklıymış kendisi. Banka da müdür yardımcısıymış ne, Onun da bilmem ne derdi varmış. Kadehler doldu, boşaldı. Hüseyin ağbi 45 yaşında. Ben, yirmi beş; Dertlerimiz birbirine benzemese de olduk kardeş! Dert, dert değilmidir? Sonuçta. Ben, anlatırken bulutları aşkı, uçmaktan filan... O evden, işten, geçim derdinden çocuklardan bahsederdi. Ben ona vah vah, tüh tüh, hadi ya deme ya derken; Benim aklım hep balkonda olurdu! O bana vah vah, tüh tüh, hadi yağ, deme yağ derken; Onun aklı da hep müdürlükteydi! Yeğenim geldi "Dayı nerdesin sen yahu, düğün başladı takı bitti millet seni soruyor" dedi... —Masada otururken bir şey yok, ayağa kalkınca neden herkes dönüyor? Otursanız ya kardeşim yerinize dedim... "Dayı herkes oturuyor dönen sensin" dedi yeğenim. Hüseyin ağabey ile kan ki olmuş zor kopmuştuk birbirimizden. Dışarı çıktığımda; Bir başka âşık gördüm. Elinde bir demet gül sevgilisini bekleyen, Bornova parkında. Soyadı "Özkan"mı ne öyle bir şey! Saatlerdir elinde bir demet gül başında sevda yelleri esiyor. O benden önce almış mazotu ayakta zor duruyor. Aşk adamı işte ööyle rezil de eder bööyle ben gibi vezir de! He he he, kolay gelsin sevgili Özkan... Bakın bakın belki buralardadır hi hi hi. Ben içkiyi içince ya ağlama moduna girer, Ferdiye takılırım. Ya gülme moduna girer, her şeyi alay'a alırım. ( tabi o zamanlar) "Dayııı... Bak üç oldu ayağıma basıyorsun. Sen kendi önüne baksana yahu, sana ne elin adamından"... Yeğende de dil pabuç kadar maşallah! Ben misafir olmasam ne yapacağımı bilirim ya neyse. Elimi yüzümü yıkamış azıcık kendime çeki düzen verip ayakta durmayı da başardıktan sonra gelin ve damadın yanına gidip onları tebrik ettim ve takılarını taktım. Gücü kuvveti yerinde olan, cebinde parası ve aynı zamanda karizması olan biri olarak! Kendime oturmak için bir yer bulmaya çalışırken önümdeki masa ve sandalyeler kendiliğinden sağa sola uçuşarak bana yol açıyorlardı. "Uleyn bu İzmir'in sandalyeleri bile akıllı be!" diyerek, nihayetinde kendime oturacak bir yer buldum. Her yer karanlık; Sadece pist'in ışıkları açık, gelin ve damat Samanyolu'nda dans ediyorlar. Daha sonra diğer genç çiftler onlara eşlik ediyorlar. Bazıları kız kıza dans ederken Bu kızların gözleri kenardaki genç delikanlıları süzüyor ve ilk hamlede çağrıyı verecekler izlenimi gözden kaçmıyor. Nihayet akşamki küçük Afrodit ile göz göze geliyorum, aramızda üç beş metre var. Bana "hadi gel, dans edelim" diyor. Aramızda sandalye masalar olmasa beni yaka paça alacağına adım gibi eminim. Kendi kendime, yahu bu kızın aklından zorumu var acaba diyorum? Ama ufak yollu hakkında araştırma yapmıştım. Akşam o öpücüklerden sonra. Kendisinin, bilmem ne üniversitesinde son sınıf öğrencisi olduğunu öğrendim. Hem kültürlü, hem güzel, hem çok cana yakın ve samimi. Bu İzmir ne güzel bir yer be! Keşke burada yaşıyor olsam. Derken gaipten sesler geliyor kulağıma "Talipçiğim kendine gel” (Bu arada benim düğünüme, daha beş sene var. Hanımla henüz tanışmıyoruz) Başımı kazara sol yanıma çevirdim bizim akraba; gelinin annesi "ne üzüyorsun kızı, kalksana " der gibi, bana sert bir bakış attı kaşlarını çattı mm! Eh benden günah gitti savulun sandalyeler masalar ben geliyorum. Efendim itiraf ediyorum bu ana kadar yaptığım dans bir elin parmaklarını geçmez. Bu kadar sosyallik beni bozar, benim kültürümde erkek kız arkadaşlığı diye bir şey olmaz erkek ve kız bir arada ise onlar mutlaka sevgilidirler! Benim yaşadığım çevrede, hep bu gözle bakılmıştır. "Cahillik zor şey canım". Yakışıklılıkta öyle! Kurtulamıyorum elektriklenmelerden. Jeneratör gibi adamım vesselam. (Geçen beni bir trakunya çarptı çarptığına pişman oldu! Sonuç itibari ile kendi mevta oldu.) Ben bu tabuları yıkmaya karar verdim. Ben bu gece duygusal takılmayacağım durduk yerde âşık olup Ferdi ağabeyimle birlikte ağlamayacağım. Bu gece dostluğun arkadaşlığın ne olduğunu yaşayacağım kendimi sıkmadan, kasmadan eğleneceğim. Güzel Afrodit! "Gene Kelly" gibi kollarını açmış, "Frank Sinatra"sını yani beni bekliyordu. Sandalye ve masaların üzerinden adeta uçarak "kelly" ile kuğu gibi bulutlarda süzülmeye başladık. Ritim hızlandıkça bizde hızlandık. Topuk seslerini duyuyor musunuz? "taka da tuka" ya müziğe eşlik eden kalabalığın sesini, alkışlarını? Bu gece felekten çalınan zamanı yaşıyoruz. Yarın geçmiş hatırlanmayacak kadar eskimiş olacak. Belki bu birlikteliğin son dakikaları; deniz altında mahsur kalan askerlerin son isteği sigara içmek kadar anlamlı olacak. Belki, bulutların üzerinde eşi Dione'siyle sarmaş dolaş olan Zeus, Son Tangomuzu seyrediyordur kim bilir, müzik bitince Afrodit'i çekip kollarımdan alacak! *"Dans kendini ifade edişin en çekici yolu ve insan, ancak kendisinin olan bir dansla bunu yapabiliyor. Tango ile insan kendi vurgusunu, kendi sesini, kendi ritmini yansıtırken, karşısındakine ait olanı dinleme şansını da buluyor… Tango mükemmel bir dil ve öğrenen herkese, sunduğu sonsuz seçeneklerle, eşsiz bir iletişim sağlıyor. Kendiliğinden ve yapanın yarattığı bir dans… Ve çoğu kez hayatın metaforik bir ifadesi… Çok doğal, bazen gerçekliğe bir karşı çıkış veya kendini yeniden gerçekleştirme biçimi. Hezeyanı, hüznü, bireyselliği, iktidarı, tutkuyu, aşkı, bir olmayı, neşeyi, paylaşmayı, hoşgörüyü, yani hayata dair çok şeyi barındırıyor içinde… Farklılıklara, seçenekliliğe, olasılıklara yer bırakmayan büyük kent yaşamında tutsak olmuş, kendine, en temel, en yerleşik rolüne, cinsel kimliğine dahi yabancılaşmış günümüz insanının isyanı tango… Öyleyse tango dans etme yeteneğine sahip olanların değil, herkesin dansı.. Tango seyredenin değil, yapanın dansı." Siz halen tango'yu denemediniz mi? İşte size fırsat, yakında sizde İzmir de olacaksınız. Vurun topuklarınızı yere arkadaşlar! Bedeninizin ve ruhunuzun son tango ile nasıl huzura erdiğine şahit olun. Sıkıca sarıp sarmaladığım, ellerimin arasından süzülüp giden Afrodit'i, bulutların arasında babası Zeus'un yanında görürseniz, bu blog arkadaşınızın selamını söylemeyi sakın unutmayın... ** MUHABBET OTU YA DA ZAMANIN KÖKÜ Karanlık bir oturma odasında; yanan bir mumun önünde birbirimize bakıyoruz, sessizlikte ve dönüştürülme meydana gelir. Bir sinemadaki yüzler gibi, birbirinden farklı devirlerden ortaya çıkan birbirleriyle tanışmaları bir an için nasip olan. Bir metre uzaklaşırken kendimizi bir yüzyıl öncesine oturturuz. İki metre uzaklaşırken, iki yüz yıl öncesine ve değişir yüzlerimiz. Güzel kokuların rehberliğiyle yolculuk yaparız, çocukluk Orta Çağlara benzer. Oturma odasının uzak uçları, tarih öncesine ve eğrelti otları filiz verir siluetlerden, yüzyıllarca yıllık adımlar va bakışlar çok yakımızda bir bebeği fark ederiz şimdiki zaman bir kucaklaşmadır. Alevin önünde söndüğü zaman bizi keşmekeşine daldıracak birbirini görmemenin... •*wwwtangoturk.com ** Luis Eduardo Rendón Çeviren: Vehbi Taşar •Derleyen ve Kurgulayan: M.Talip Girgin Devam edecek...
yaw hocam olmuyo böyle, yazamıyoruz yazdıklarına, klavyeler biçare. yazsanda şöyle en illegalinden bugün tırıvırıyla kaç çuval balık tuttuğunu. karalayalım kömür kömür
Burada "tutulduğunu" diyecektin her halde? Dil sürçmesi olduğunu düşünüyorum. Zira ben tırıvırı kullanmasını henüz öğrenemedim Ama buraya yorum yazabilirsin mesela! Selamlar...