Herkez çok güzel şeyler yazmış umarım herşey bu düşünceler yolunda ilerler. seni her zaman saygıyla anacağızz Mustafa KEMAL ATATÜRK!!...
Liseyi Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi'nde okumuştum. Atatürk'ümüzün ebedi istirahatgahı çok yakın olduğu için her 10 Kasım da okulcak onun kabrinde olurduk. O kalabalık o kurşuni şehir bir dakikalık sirenlerle bir anda susardı, herkes gibi bu ülke için yaptığı fedakarlıkları düşünürdüm. Huzur içinde yat paşam..
Siz kimsiniz ki? Nasıl bir cürettir bu, karışırsınız dinine, içkisine, yemeğine, sözüne... Ne haddinize? Hangi başarının altına attınız imzanızı? Durdurabildiniz mi soykırımları, katliamları, savaşları? Masaya yumruğunuzu vurup, "YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ" diye haykırabildiniz mi? Bir ülkeyi esaretten kurtarıp, nice esir ülkeye özgürlük umudu olabildiniz mi? Tüm dünyaya, inancın gerçek zaferini gösterebildiniz mi? Bir milletin canını, malını, aşını, toprağını kurtarabildiniz mi? Doğa aşkınızla bir çiçeğe isminizi, bir çınara sonsuzluğu verebildiniz mi? Hem asker, hem yönetici, hem yazar, hem şair, hem antropolog, hem devrimci, hem ekonomist, hem filozof olabildiniz mi? Adınızdan saygıyla bahsettirebildiniz mi? Tüm dünya, arkanızdan güzel şeyler söyleyebilecek mi? Asrın insanı olabilecek misiniz mesela? Bilim sizden söz edebilecek mi? Örneğin geometriye olan katkılarınızdan... Ya da edebiyat eserlerinizde, şiirlerinizde yaşayabilecek mi? Mezarınızı her gün, sizi bir kere bile görmemiş olan binlerce insan ziyaret edecek mi? Cebinizdeki son parayı verdiğiniz bir çocuk, nereye giderseniz sizinle gelecek mi? Ya da siz, cebinizdeki son parayı, bir çocuğa verebilecek misiniz? Herkes kötü olduğunuzu iddia ederken, birileri idamınızı dahi isterken, bir millet sizinle ölüme yürüyebilecek mi? Siz, tarih yazabilecek misiniz? Ardınızda umut, inanç, barış, hoşgörü, sevgi, insanlık bırakabilecek misiniz? Düşmanlarınız bile, ölümünüzün ardından, hatıranız önünde saygıyla eğilecek mi? Sizin ardınızdan da, "bizde hiç bu kadar büyük bir adam ölmedi ki" denecek mi? Şimdi bir daha sorun kendinize... Siz kimsiniz ki? Ne haddinize O'na laf söylemek. Yedi ceddiniz bir araya gelse, toplasanız cihana kattıklarınızı, nokta bile olamazsınız O'nun yanında. Siz kimsiniz ki? Haddinizi bilin... Ayhan Aydan'a ait video slaytından alıntıdır... Esarete hasret, özgürlüğünün kıymetini bilmeyen ya da özgürlüğünü gökten inmiş sanan... Atatürk'e laf etme cüretini gösterebilen densizlere yazılmıştır. Aramızdan ayrılışını fırsat bilmesin kimse. Cumhuriyet'in bekçileriyiz, O'nun çocuklarıyız ve hep buradayız... Özgürlüğümüz senin elindendir, ve bil ki bizler varoldukça daimdir. Rahat uyu ATA'm...
oy oy oy sennurum benim.eline,yüregine saglık canım...noktası noktasına katılıyorum yazdıklarına...ATATÜRK ilke ve inkilaplarının,devrimlerinin hayatta olup,nefes aldigım sürece sahip cıkacagım.ben oldugum gibi ilerde çocuklarımda sahip cıkacak
Çizdiğin ülke haritasına göz diktikleri için, bıraktığın eşsiz lisanımıza dilimize "TURKCHE'mize!!" sahip çıkamadığımız için,AB denen saçmalık yüzünden milletçe eğildiğimiz için, ve daha bunun gibi birçok hatalarımız için affet bizi ATAM.. Ruhun şad olsun,her zaman gönlümüzdesin Atam..
Mustafa Kemal'i Sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek… Özgürlüğü ve bağımsızlığı sevmek… Bunları karakter, yani ruh, öz, omurga olarak kabul edenleri sevmek. Mustafa Kemal'i sevmek… Fikri hür, ilmi hür, irfanı hür olanları sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek… Yoksul, yürekli, namuslu,yalansız, riyasız, pazarlıksız…Tertemiz alnından vurulup düşen hem de daha , bir tek kurşun atmadan, o istedi diye Allah deyip şehitlik için ileri atılan dedelerimiz, Eğinli dedem, Ali Çavuş gibi sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek … Kopan bacağını tüfeğinin dipçiğinin kayışıyla bağlayıp savaşarak ölen Ezineli Yahya Çavuş gibi sevmek… Çanakkale'de 19. Tümen 'in her bir neferi gibi sevmek… Sevmek… Ölmeyi emreden birini, Mustafa Kemal'i sevmek… Ölenleri dün olduğu gibi bugün de anlamak: "Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım." Sevmek …Mustafa Kemal'i sevmek… Dün olduğu gibi bugün de bir adım geri gitmeyenleri ,gitmeyecekleri sevmek… Mustafa Kemal'i Sevmek… Ölümden kaçarken durup onu dinleyip ölüme koşmak… Sabah saatlerinde Mustafa Kemal 57.Alay'ı bir batarya ile Koca Çimen Tepe istikametinde harekete geçirdi. Kendisi de durumu izlemek için Conk Bayırı'na çıktığında Arı Burnu tarafından erlerin çekilmekte olduğunu gördü. Seslendi: "Niçin kaçıyorsunuz?" "Efendim düşman" dediler "Nerede?" "İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve ileri doğru yürüyordu. Askerlere, "Düşmandan kaçılmaz" dedi. "Cephanemiz kalmadı" dediler. "Cephaneniz yoksa, süngünüz var," dedi. "Ve bağırarak süngü taktırdı. Yere yatırdı... Ölmeyi emretti…Öldüler… O anlatıyor: "Yalnız size 'Bomba Sırtı olayını' anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm kesin... Birinci siperdekiler hiç biri kurtulamamacasına hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, 3 dakika kadar sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."…' Mustafa Kemal'i sevmek… Ölesiye sevmek… Dün değil bugün gibi sevmek… Bugün de ölmeyi bilmek.. Ölen çocuklarının ardından Avusturalyalı annelerin acısını dindiren,onlara : "Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı siliniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler, onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır." Diyebilen Mustafa Kemal'i sevmek. "Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu Paşalar: "Üç", dediler. Sarışın bir kurda benziyordu Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı" … Atladı…Bir ayağı İzmir' de bir ayağı Ankara'da dimdik durdu… Sevmek.. Mustafa Kemal'i Nazım gibi sevmek… Cumhuriyetini emanet ettiği gençler gibi sevmek… 23 Nisan çocukları gibi sevmek. Dünyanın en aydınlık yüzü Türk kadınları gibi sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek… Kütahya'da Kurtuluş savaşının ortasında, 2 yıldır görmediği oğlunun sekiz ay önce hastalıktan öldüğünü duyup el defterine, " oğlum İzzet sekiz ay önce ölmüş." diye not düşüp savaşa devam eden, İsmet Paşa kadar sevmek… Osmanlı Genelkurmay Başkanı ve Mareşali iken rütbelerini sıyırıp, onunla Anadolu'ya geçip yeniden kavgaya tutuşacak Fevzi Çakmak Paşa kadar sevmek. Mustafa Kemal'i sevmek… Erzurum'da bir yalnız adama, silahlarını teslim etmemiş tek Osmanlı ordusu olan 9 kolorduyu kendisiyle birlikte teslim edecek kadar çok inanıp, emrine girip, cenk edip, barışta karşı durup, ciltlerce kitap yazacak Kazım Karabekir Paşa kadar sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek…Yağan yağmur altında,ayaklar çıplak yürürken hastalıktan,açlıktan ateşler içinde yanan bebesinin üzerindeki örtüyü alıp, cephane yüklü kağnının üzerine örten analar kadar sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek… Kadın olup aşık olduğun adamdan, evladından, anandan, babandan daha çok sevmek Mustafa Kemal'i… Anlamak o kadınları, onları anlamak için kendilerini kurtarmaya gelen askerleri " Kemal'in askerleri" diye selamlamalarını anlamak, Afyon'da, Antep 'de, Maraş 'da, Eskişehir'de yani Anadolu'da, düşman işgali altında tecavüze uğrayıp, ölmemek…O acılar içinde sağ kalmak…Herkesin sattığı, terk ettiği, arkadan vurduğu ,hançerlediği bir halkı elinden tutup kaldırmak. Yokluğunu yokluklarına, gözyaşlarını gözyaşlarına, azmini, azimlerine ekleyip onlara haydi diyebileni sevmek… Yaşama azminin adının Mustafa Kemal olmasını anlamak… Namusun adının Mustafa Kemal olmasını, onurun, erdemin adının Mustafa Kemal olmasını anlamak… Bu toprağın kadını, erkeği, evladı olmak… Mustafa Kemal'i sevmek, tecavüze uğrayan o Anadolu kadınları gibi sevmek, tecavüzden kurtarılan o Anadolu kadınları analarımız, bacılarımız, kardeşlerimiz gibi sevmek… Dinimizi, milletimizi, devletimizi kurtaranları, Kemal'in askerlerini sevmek… Acıyı bilenler, unutmayanlar,unutmayacaklar gibi sevmek… Mustafa Kemal'i namus bilmek… Sevmek… İzmir'de ki o sevda anıtı gibi dimdik durmak…İzmir'e ilk giren Kemal'in askerlerinin Yunan askerleri tarafından şehit edilmesi üzerine o anıta Mustafa Kemal'in Türkiye'nin macerasını anlattığı Nutuk 'da kavgasının parolası ve işareti olarak yazdığı "Vatan ve Namus" diye yazan İzmirliler gibi sevmek ... Mustafa Kemal'i sevmek… Vatan ve Namus gibi sevmek… Mustafa Kemal'i Vatan ve Namus bilmek… Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençler gibi sevmek… Bağımsızlığı ve özgürlüğü sever gibi sevmek…Gelişmiş,büyük Türkiye'yi sevmek… Cumhuriyet'i…Devrimciliği… Milliyetçiliği…Halkçılığı…Laikliği…Devletçiliği sever gibi sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek… Anti emperyalizmi sever gibi, sömürgeciliğe karşı duranları sever gibi… Türkiye'nin çınarlarını, çiçeklerini,bozkırını, bataklıklarını,denizlerini, havasını, kuşunu, kurdunu sever gibi …. Dünyanın aç ve yoksul çocuklarını sever gibi, çocuklarımızı sever gibi, insanları, doğayı sever gibi, dünyayı, iyiyi,doğruyu,güzeli sever gibi sevmek… Ulusalcılar gibi sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek… Kursağından haram lokma geçmemiş çocuklar gibi sevmek… Hazreti Ömer'i bile kıskandıracak o büyük ahlakı sevmek… Yaratıp, kazanıp, anasının ak sütü gibi helal mallarının hepsini, ölünce milletine bağışlayanı sever gibi sevmek… O'nun kalpaklı fotoğrafı ellerinde ,oğullarının al bayrağa sarılı naaşlarının önünde "Devlet , millet sağ olsun" diyen şehit anaları gibi sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek… Elmalılı hoca Mustafa Yazır gibi , Tuncelili Diab Ağa gibi sevmek… Kurtuluş savaşında tebdili kıyafet gezen Galip Hoca gibi sevmek…Sonra barışta Celal Bayar olup kavgalardan geçip, ölmeden önce " Atatürk seni sevmek ibadettir" diyerek sevmek… İzmir'de Yunan'a ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin'in ruhunu şad edip, beş yıl sonra düşmanı kovup namusu ve şerefi yerden kaldırıp; İzmir'de , büyük kısmı hain iğfasına uymuş, İstanbul gazetecilerini toplayıp: " Türkiye basını, milletin hakiki sada ve iradesinin belirtisi olan Cumhuriyet'in etrafında çelikten bir kale vücuda getirecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basın mensuplarından bunu talep, Cumhuriyetin hakkıdır…" diyen Mustafa Kemal'i, doğumunun 125. yılında vefa ve minnet duygularıyla ilk günkü gibi sevmek… O'na karşı görevini yerine getirememenin utancıyla manda yürekleri çatlayıp ölemeyenler, intihar bile edemeyen dönekler,korkaklar, alçaklar, hainler, satılmışlar gibi değil… Mustafa Kemal'i Türk halkı gibi sevmek, Türk milleti gibi sevmek, Türkiye gibi sevmek, namuslu gazeteciler, yazarlar, yayıncılar gibi… Abartısız, yalansız, sade, duru, basit… Mustafa Kemal'i sevmek… Onun bildiği gibi, "memleketimizin halini, ihtiyacını milletimizin elemlerini ve emellerini" bilmek… Tuncay Özkan (Ata'nın 125. doğum günü yazısı ) __________________
Mustafa Kemal'i sevmek… Sevdasını Vatan… Sevdasını Namus… Sevdasını Bayrak… Sevdasını Türkiye bilenler gibi sevmek… Esaret altında yaşamaktansa… Bu yoksul ve bitap milleti ayağa kaldıramamaktansa… Onun kazanımlarını koruyamamaktansa… Türkiye'yi muassır medeniyete, çağdaş; bilimde teknolojide, eğitimde, sağlıkta, adalette, emekte gelişmiş, çalışanın kazanacağı,eşit,kardeş, özgür insanların yaşadığı ülkelerin düzeyine ulaştıramamaktansa… Türkiye'yi tam bağımsızlık ilkesiyle yönetememektense… Türkiye'yi bilimden, aydınlıktan koparıp şeriata, karanlığa, irticaya, şeyhlere, tarikatlara teslim etmektense… Dağlarda çoban ateşleri yakacaklar gibi sevmek… Mustafa Kemal'i sevmek "Vatan ve Namus" demek… Başka da hiçbir şey demek değil… Düşmanlarına, döneklere, eski ve yeni mandacılara, takiyecilere, yalancılara, bin bir suratlı para kölelerine, mezarının önünde ağlayıp eğilip, sana ve devrimlerine kalleşlik edenlere inat… Seni her zamankinden daha çok seviyoruz… Tuncay Özkan Nur içinde yat Mustafa Kemal' im Atatürk' üm.
Hepiniz çok yaşayın.Eskiden 10 Kasım törenlerinde Babaeski meydanındaki Atatürk heykeli önünde 09.05 nöbeti benim olurdu ve hep gözyaşlarıma hakim olamazdım. Sonra kızım doğduğunda mutluluk gözyaşı döktüm. Peşinden babamın vefatında ve son olarak Uğur Mumcu katledildiğinde ağladım.Yıllar sonra gözyaşalarıma tekrar sizleri okurken yenik düşüyorum. Sizin gibi gençlerin yetiştiğini görmenin gururuyla doluyum.Sağolun, varolun.
Sennur neyaptın sen???? Allah senden razı olsun kardeşim, ilkönce Tarkan, şimdi sen, duygu fırtanaları estiriyorsunuz adamın içinde be kardeşim, Nejat abi gel beraber ağlayalım abi, uzun zamandır bende böyle olmamıştım,
Büyük adam ölünce Sene 1938, 10 Kasım... İstanbul Üniversitesi’nde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir alman profesör var, Hukuk Fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer: - Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam? - Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın. İşte o zaman alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak: - Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki... der. (Yücebaş, Hilmi, Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları, Hatıraları, İstanbul, Kültür Kitapevi, 1963, Sh. 39)
Bugün okuduğum ve çok hoşuma giden bir söz ''İnsan para gibidir.Iışığa tutarsın, içinde Atatürk yoksa sahtedir''
Bu akşam haberlerde izlediklerim beni öyle umutlandırdı ki, gözyaşlarıma hakim olamadım. O pırıl pırıl liseli gençlerin "inadına Atatürk" dercesine gözlerinden akıttıkları yaşlar, yaşlı insanların sevgi seli muhteşemdi muhteşem. Bir millet uyanıyor mu acaba ?
. Bir milleti öylesine değişik maddelerle uyutmuşlar ki... Devletin ve Milletin televizyonu TRT-2 izlemek yeter sağolsunlar. Bir millet uyanıyor mu acaba Hayır ! Bir millet uyanıyor... Haydi koş... Ateş Seni çağırıyor... .
sana aslında o kadar çok şikayet edeceğim şey varki... rahat uyu desem de , eminim uyumuyorsun zaten... seni seviyorum... (aşağıdaki yazı bugün okuduğum bir köşe yazısından alıntıdır...saygılarımla...) Şubat 1933'te Bursa Ulucami'de toplanan 100 kadar irticacı camilerde Türkçe ezan okunmasına karşı bir ayaklanma girişiminde bulunurlar. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Atatürk Bursa'ya gider. Çekirge’deki köşkte akşam yemeği yenildiği sırada bir kişi Atatürk’e ayaklanmayla ilgili olarak şöyle diyecek olur: "Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü..." Atatürk hemen konuşmakta olan kişinin sözünü keser ve aşağıdaki konuşmayı yapar: Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek" Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği! Mustafa Kemal Atatürk Bursa, 5 Şubat 1933