Sonbaharın kışa merhaba dediği, belki de kışın, - dur bakalım artık senin hükmün geçmez, diye sonbahara efelendiği bir zamandayız. Her akşam olduğu gibi yine tahin helvası ve ekmekten oluşan nevalemizi almış, gece yemli lüfer için yola koyulmuşuz. Derenin ağzından çıkınca , acaba ne tarafa gitmeli dercesine sağa sola bakınıp,Vaniköy'de karar kılmışız. Vaniköy diyoruz ama aslında Kandilli akıntısının alt tarafı. Neden Vaniköy'e gittin derseniz, sıcak olur da ondan. Yemlerimiz yaprak istrongilos.Bazen, yarımgöz veya şakşak da taktığımız olur ama genelde yarım yaprak. İstrongilos, izmarite göre daha uzun, sanki mubarek sırf lüfer yemlisi için yaratılmış. Yemlerimizi güzelce kesip, zokalarımıza takıp koyverdik. 15-20 kulaç su var olduğumuz yerde. Rüzgar yok , hava sakin ama yine de akıntı kendini hissettiriyor. Dibi bulmak için hep tetikte olmak lazım, yoklaya yoklaya koyveriyoruz. Dibi bulup bir kulaç kaldıracaksın, arasıra küçük parmak hareketleriyle, yemi oynatıp etrafta lüfer varsa ilgisini çekeceksin. Çekeceksin ki o da yeme atlayınca sandala çekebilesin. Mubarek hayvan, ne kadar da kurnaz, yemeyecekse, canından bezdirir adamı. Gelir bir dokunur, hah geldi dersin, arkası yok. Ne oldu acaba, yemi bozdu mu, kesti mi, oralarda durup bakıyor mu, yoksa çekip gitti mi? Bir yığın soru, ne yapacaksın şimdi? Oltayı çeksen bir türlü, ya orada ise , çekmesen, ya yemi bozduysa! boşu boşuna bekle. Hay Allah, neyse çek bakalım, korkulu rüya görmektense uyanık yatmak evladır. Çek, yem bozulmuşsa yenisini tak. Çekiyorum oltayı. Pes be birader, bu kadar mı hassas olur? Olur ya , ne sandın? Yemin sallanan kısmını, tam iğnenin dibinden, sıfır noktasından kesip gitmiş. Yeni bir yem tak, at , dibi bul , kıskandır, bekle. Ne gelen var ne giden.:mad: Karnım da acıkmış, bir lokma ekmek ısırayım. Sen misin ekmeğe uzanıp, bir an dikkatini dağıtan. Tam o sırada gelir, tık. Ne oldu acaba? Balık mıydı, dibe mi değdi? Dibi yokla, tamam olta yerinde. Dipten bir kulaç yukarıda. Geldi yine meret , tam ben ekmeği ısırırken o da kendi mamasını ısırdı. Bu sefer de yemi aldıysan helal olsun. Neyse boşver felsefeyi de çek bakalım oltayı. Çekiyorum. Aynı tarife , yemi aynı şekilde kesmiş. Hay anasını. Çaktırmadan bir yem daha tak, çünkü ayıp oluyor artık.:eek: Ha bire lüferleri besliyoruz. Ama bakıyorum. Sadık abi ile bizim meşhur Tahir de aynı işle meşgul. Herkes çaktırmadan yem değiştiriyor.:p Yok, bu böyle olmayacak. Çekin bakalım oltaları, birer hırsız takalım. Çekiyoruz. Olta kutusu açılıyor.zokaya ve yeme uygun birer hırsız bağlıyoruz aceleyle. Tak yemi zokaya, hırsızı da güzelce yerleştir, hadi şimdi sıkıysa gel de kes bakalım iğnenin dibinden. Takımı tamamladık ya meydan okuyorum lüfere. Hay okumaz olaydım. Haddini bilsene be adam. nazlı yiyen lüfere meydan okunmayacağını hala öğrenemedin mi sen? Bu düşünceler içindeyken, belli belirsiz bir tık. Hah geldi, çalın çabuk... Karavana. Hay anasını, çek bakalım oltayı. talim... Fiyuuuuvvvv. Bu sefer de yandan gelmiş, zoka iğnesiyle hırsızı boşa çıkaracak şekilde yemin açıkta kalan 1/4 ünü götürmüş. Tevbe estağfirullah. ... Bu şekilde zar zor 5-10 balık tuttuk, vakit de epey ilerledi. Abiler kaçalım mı, ne dersiniz? Zorla güzellik olmuyor. Sen bilirsin reis diyorlar, yenilgiyi kabul etmiş bir sesle. Yoksa kıyameti koparırlar, dur bakalım daha saat kaç, 23-24 olsun da gideriz belki balık yapar falan filan. Bu sefer yemiyor ama, balık var tutamıyorsun, daha fazla sinir olmanın alemi yok . Baksana herkes teslim bayrağını çoktan çekmiş, pılısını pırtısını toplayan sağa sola savuşmuş. Gidenleri yan gözle takip ediyorum. Kimi Bebek'e geçti biraz oyalanıp oradan da volta. Demek Bebek'te de işler nanay. Topladık oltaları Allah bereket versin deyip, çektik Seagull'ın ipini, gece yarısı yalılarda yatanları camlara uğratan bir patırdıyla dereye doğru yolu tuttuk. Kandilli akıntısını öyle hooop diye geçemezsin. Rüzgar olmadığına bakma, yine de 3-4 mil akıyor. İyice kıyıya ,rıhtıma yanaşık gibi gidiyorum. Sakın ellerinizi küpeşteye koymayın , rıhtımla sandalın arasında sıkışır, karışmam haaa. Amma da salladın be reis derken Tahir, lafın arkasını -Ulaaan diye bağlıyor. Ne oldu tayfa, ? Dudaklarında şaşkınlıkla karışık bir gülümseme az daha elim... filan diye birşeyler geveliyor. Akıntı altlarında ters akıntılar oluşur. Kıyıdan 2 m. , 1. , yarım m. akıntının kıyıyı yaladığı yere doğru yaklaştıkça bir karış, ve nihayet sıfır. İşte son noktasına kadar bu ters akıntıyı kullanıyorum, akıntıları geçerken. Tabii küpeşte de rıhtımları yalıyor. Kandilli vapur iskelesinin önüne geldik. Küçuksu deresinin ayazı da burnumuzu ve kulaklarımızı ısırmaya başladı köpek gibi. Bir yandan gece karanlığında yolumuzun üstünde başka tekne var mı diye bakıyorum, bir yandan da etrafı tarıyorum, dikkatli gözlerle. Burun arkasında bir iki ışık belli belirsiz yanıp sönüyor. Dikkat kesiliyorum. Orada bir hareket var. Burun arkası dediğimiz yer, tam olarak Anadoluhisarı'ndan Kanlıca'ya doğru giderken , körfeze varmadan önce Hekimbaşı Salih Efendi yalısının önleri. Orada birkaç sandal var diye tahmin ediyorum. Işıkların yanıp sönmesi de olta çekildiğine işaret. Oltayı çekerken kolların hareketi, bazen lüksün ışığını kapatıyor, ışık söndü, bazen açıyor , aa bak yine yandı.;) Nerede hareket orada bereket. Sadık abi biraz yem keser misin diyorum. Rahmetli, şaşırıyor.Eve gidiyoruz ya kendimizi mi yemliyeceğiz , diyor. Haa diyorum gecenin bu vaktinde lüferlerin yemediği istrongilosları biz afiyetle yeriz, yemediğimiz de yarına kalır yine yem yaparız. Gülüşüyoruz. Sadık abi biraz yem kesiyor. Derenin ağzına geldiğimizde sandalın başı yukarı dönünce anlıyorlar, bir iş var . Fakat olduğumuz yerden, ışıklar görülmüyor artık. Körfeze doğru bir uzayalım bakalım diyorum, daha vakit var. 5-6 dakika sonra hedefe varıyoruz. 8-10 sandal var, ha bire çekiyorlar. Ulan o ne, bunlar kofana be. Hemen akış başında yerimizi alıyoruz. Motor istop(İstop diyoruz . Çocuklar da istop oynar ya, bize ne, biz İngiliz miyiz stop diyelim, istop deriz.:) ) Motoru sudan çıkarıp desteğini koyuyorum, çabucak forsa mahalline geçiyorum. Ne biçim reislikse, tayfalar rahat , Tahir başta benim arkamda, Sadık abi de kıçta , karşımda oturuyor.Bütün dikkatleri oltalarında. Reis oturakta, sağ elinde olta, sol eli kürekte, gözünün yarısı etrafta, yarısı oltasında.Tek eliyle iki küreği idare edip sandalı oltaların üstünde tutacak, balık gelince balığını çekecek bir de üstüne yem kesecek. Oooh böyle reislik...:mad: Her neyse ya, bırak şimdi makarayı balık geliyor. Atın oltaları, rastgele. dikkatli olun. Dibi buluyoruz hemen balık geliyor. Ama bu sefer sağlam geliyor. Öyle Vaniköy'deki gibi oyun oynamıyor. O aşağı çekiyor biz yukarı. Gelirken kesip pay ettiğimiz yemler çabucak bitiyor. Tahir arkadan, reis yem bitti bana yem ver. Dur bi dakka, balık var oltada, şunu alayım. Tahir 7 aylık, nasıl duracak, ha bire yem diyor başka şey demiyor. Bir ara hissettim, ayağa kalktı. Tahir otur, denize düşersin. Yaa reis sen de bizi iyice acemi ettin haa diye söyleniyor. Tahir otur balık var oltamda, şunu alayım yem keseceğim. Tam bu sırada balık yükleniyor, zaten alesta bekliyorum.sağ elim şimşek gibi yukarı, sol kolum oltanın devamını çekmek için aynı hızla sol omuzumdan geriye, balık üstünde, ama elim bir şeye çarpıyor. Hemen ardından foşşş, furrr, huuhh diye sesler duyuyorum. BAkacak halim yok, oltamı çekiyorum, balığı alıp livara attığımda, sandalın sağa sola sallandığını hissediyorum. Yarım sol yapıp arkama bakınca küpeşteden tırmanan Tahir'i görüyorum, yarısı ıslak yarısı kuru, denizden geliyor. Gecenin sessizliğinde bir sitem: Reis, niye attın beni denize? Reis, son derece sakin ve sanki şaşkın, -Denize mi düştün? Ben oltayı çekerken sabırsız Tahir arkamdan geçip kıç tarafa gitmeye ve yem almaya niyetlenmiş.Ağ kıçüstünde duruyor, yemleri ağdan ayıklayıp kesiyoruz. Tam arkamdan geçerken de ben balığa çalınınca sol elimin tersiyle Tahir'e patlattığım gibi denize atmışım. Can havliyle küpeşteye sarılıp yarı ıslak yarı kuru sandala çıkabilmiş. İnsan ne kadar hızlı hareket ediyor.:rolleyes: Hani bazen bir şey yerken dudağımızı ısırırız ya. O zaman anlarız ne kadar güçlü çiğnediğimizi. İşte onun gibi bir şey. Eeee Tahir şimdi ne olacak, yem istiyor musun? Dedik ya, kış, burada benim hükmüm geçer, diyor. Toplayın oltaları, kısmet bu kadarmış, bari millete çapariz olmayalım, Tahir' i de dondurmayalım. Bir yandan toplanıyoruz homurdana homurdana, bir yandan da yükleniyorum Tahir' e fırsat bu fırsat. Oğlum, Reis ne demişti? Denize düşersin demedim mi sana, iki dakka dursan ölür müydün, bak şimdi sana yem verecektim. Tahir, üzgün, Tahir kızgın, Tahir şaşkın. Küfür mü etsin, sabır mı bilemiyor. Öylece durmuş. Reis, niye attın beni denize? ... Bu akşam da kısmetimiz bu kadarmış. Ve bu da 25 sene sonra anlatılacak bir hikaye imiş meğer. Allah'tan başka kim bilebilir ki işlerin doğrusunu.?