SAROS KÖRFEZİ Denizin Çocukları Köyleri hafif engebeli Ganos Dağı'nın uzantıları üzerine yayılmış, sahilleri ise ıssızlıkla boyanmış bir coğrafya Saros Körfezi. Orada kadınlar bile balıkçılık yapıyor; yaşam denizin rehberliğinde sürüyor. YAZI: HANDE DEMİRCİOĞLU / FOTOĞRAFLAR: CÜNEYT OĞUZTÜZÜN Bulunduğu coğrafyadaki yerlerin aksine Saros Körfezi'nde mitolojik hikâyelere rastlanmaz. Geçiş yolu olarak Çanakkale Boğazı tercih edildiğinden, öyküler geçmemiştir üzerinden. Tuhaf bir yazgıyla da bölgenin sakinleri, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde mübadele yoluyla gelen göçmenler olacaktır. El yordamıyla öğrendikleri yeni yaşamda rotalarını denizin kılavuzluğunda belirleyeceklerdir. Doku bir nokta ile başlar, Saros'ta. Körfezin bir ucundaki Büyük Kemikli Burnu'nu çevreleyen kayalardan açılarak coğrafyanın yüzeyini tanımlamak mümkün. Bazalt kayalar, Anafartalar Limanı'nın noktalama işaretleridir. Kayalar noktalı virgülleri oluşturur; Çanakkale Savaşı'nın izlerini aktarır uzun cümlelerle. Deniz kenarındaki delikli taşlar, körfeze doğru üç nokta kondurmuştur sanki. Kayıpların sesi sonlanmayan çığlıklarla akıntıya karışır. İskelenin üzerinde dururken bir ünlemin de üzerindeydim aslında; güçlü poyrazda dengemi bulmam lazım. İbrahim Balıkçı, hızlı adımlarla yaklaşıp ne yaptığımı sordu. 'Sahili okuyorum' dedim. Yakındaki barınakta kahveler içilirken, poyraz da hız kesti biraz. Balıkçılık yapan İbrahim, 'Kaderim gibi bu deniz' dedi kasanın üzerinde yemleri küçük parçalara ayrıştırırken, 'imar izni yok, barınak yapılamıyor'. Sonra bıçak darbeleri hızlandı, daha sert ve hoyrat kullanıyordu ellerini. 'Bir başımıza kaldık koca limanda' dedi sardalyeler iğnenin ucuna takılacak hale gelince. Lüfer alamanası için ikindi vaktini bekliyorduk. Lüfer avcılığı buraların ana geçim kaynağı. Tekneye binmiştik ama bir tuhaflık vardı. Teknelerin hepsi aynalıydı. Aynalı Tekneler Limanı! Ayna adı verilen, yöreye özgü bu sisteme göre gündüz ya da gece (ışık yardımıyla) ağlar suya bırakılıyor. Teknenin ön alt kısmına açılan küçük pencerelerden de denizin dibini izlemek mümkün. İlkel bir denizaltıdaydım sanki. Hem denizin içindeydim, hem de kuru. Pencerelerden lüferin seyrini izlerken, cama dokundum. Denizin rengi elime bulaşır belki, istiridyelere, deniz kabuklarına değer diye. İbrahim Balıkçı bana dönüp 'Balıkları kaçıracaksın' dedi, 'git arkadan sark, suya öyle dokun'. Sonra kollarını gösterdi, derisi pütür pütür olmuştu: 'Tuzlu suyu, o seni yakmadan anlayamazsın.' Taşlara dokunanlar, körfezin komik ya da dramatik hikâyelerini okuyabilir. Stabilize rampayı çıkarken, kör alfabesiyle yazılı bir kitaba benzeyen Büyük Kemikli Burnu aşağıda kaldı. Doğu yönünde ilerlerken, Koru Dağları'nın morfolojik değişimleri sıklaşan zeytinliklerle kendini gösterdi. Ece Bey komutasındaki birlikler 14. yüzyıl ortalarında bölgeyi ele geçirmişler. Ece Limanı bugünkü Beşyol köyüne bağlı. Yaz ayı bitiyordu oraya gittiğimizde. Limanda tekneler onarılıyordu. Birinin bitişiğinde çömelmiş boya kutularını karıştıran bir kadın dikkatimi çekti. Adını sorunca 'Elif Çelenk' dedi. Kocasına yardım ettiğini düşündüm. Balıkçılık yaptığını öğrenince şaşırdım. Elif Çelenk 'Ekmek denizde, biz de denizdeyiz' dedi. Denizin sertliği yansımıştı ellerine. Damarlı, çatlak parmakları fırçayı kavradı ve 'Gücüm üzülmez' deyip boyamaya devam etti. Köyde çoğu kadın kocasıyla birlikte balıkçılık yapıyordu. Lodos bulutları taşıdı, liman çakıl kumsalın gri tonuna büründü. Yüzü ufka dönük Ece Bey Türbesi, aralardan sızan güneş ışınlarıyla daha da belirginleşti. Limanda, paraketeye çıkmak için hazırlık vardı. Sepetin içine daireler çizerek oturtulan 40-50 metrelik misinadan, 10 santimetre aralıklarla, uçlarına iğne takılı 15 santimetrelik misinalar uzatıldı. Yemler iğnelere yerleştirildi. Balıkçılar tekneleri, kıyıda herhangi bir iskele sistemi olmadığı için, ırgatlarla çekerek çakıl kumsala bağlamak zorundalar. Büyük kentlerde ırgat kelimesi mevsimlik işçi anlamına geliyor. Bu bölgede ise kullanım biçimi farklı, tekneleri karaya çekmek için kullanılan araca ırgat deniyor. Paraketeler özenle hazırlanırken tekneler avdan dönüyordu. Balıkçılar bir an önce hazırlanacaklardı, çünkü köydeki düğüne yetişmeleri gerekiyordu. Düğün bir çarşamba günüydü. Olay yeri Beşyol köyüne doğru ilerledikçe, Rum dülgerlerin elinden çıkma taş evler artmıştı. Düğün dört gün sürecekti; salı, çarşamba, perşembe, cuma... Öğle saatlerinde gelin evleri ziyaret etti. Ona çerez, küçük hediyelikler verildi. Ardından sağdıçlarıyla birlikte damadın evine geldi. Onu kayınvalidesi ve kayınpederi karşıladı. Gelin ve sağdıçlar sandalyelere oturtuldu. Turşu, rakı ve hamur işi yemekler ikram edildi. Bu arada kayınvalide sakilik yaparak herkese rakı dolduruyordu. Köyün oğlanları ormanda odun toplamaya gitmişlerdi. Kışlık yakacak toplayarak çeşitli mezelerle birlikte damada geldiler. Toplayamayanlar tüp getiriyorlardı. İkindi vakti olunca bindallılar giyilmeye başlandı. Belediye nikâhının önceden kıyıldığını öğrendim. [IMG]Lüfer avı Saros'taki balıkçıların temel geçim kaynağı. Alamana adı verilen ağların kullanıldığı lüfer avı eylül ve ekim aylarında yapılıyor. Fakat avdan önce lüfer sürülerinin yerlerini belirlemek gerekiyor. Bunun için de balıkçılardan birinin teknedeki özel yapım bir direğe çıkması gerekiyor. Ertesi gün ise gelin ve sağdıçlar pullarla süslendi. Gelinin yengeleri pembe, damadın yengeleri kahverengi giyindiler. Müzikle birlikte yengeler oyuna başladılar ve düğün böyle devam etti. Tayfur köyü Saros Körfezi'nin güneyinde. Kıyıda sadece iki balıkçı vardı. Köylülerin çoğu bu yıl lüfer bol olmadığı için sahile inmiyordu bile. Bir balıkçı yakaladığı fenerbalığını gösterdi. Avlarını parçalamadan yutan ve derisinden yapışkan sıvılar salgılayan fenerbalığının insanı da yutabileceğini söylüyorlar. Diğer balıkları avlarken başında ışık saçan antenini yem olarak kullanıyordu bu balık. Balıkçı fenerbalığının şişkin karnını elleyerek yuttuğu balığın cinsini anladı. Sazlık Limanı'nda ise denizin dibi ve sahili silme taş. Deniz kabuğu, istiridye yerine köpekbalıklarını görebilir insan. Limana yaklaşan tekneden 'Camgöz tuttuk' cümlesini duyduktan sonra heyecanla camgözü bekledim. Balıkçılar benim kadar heyecanlı değillerdi elbette. Kendi kendilerine söylenir gibi 'Camgöz fazla etmez. Pamuk daha çok para yapar' diyorlardı. 'Pamuk' bir başka tür köpekbalığıydı. Balıkçılar hâlâ camgözü zaptetmeye çalışırken, balığın turkuvaz gözlerine yaklaştım. Aradan dakikalar geçtiği halde, gözlerindeki derinlik ürkütücüydü. 'Bunun kilosu bir liradan gider' dedi bir balıkçı, 'o kadar güce denk mi?' Cevap verir gibi dalgın başımı salladım. Aldığı son zıpkın darbesiyle camgöz yitip gitti ama gözleri değişmedi. Kuzeydoğu yönünde, Üveyik Dağı'nı dolanarak iniyordu yol. Çınar ağırlıkta olmak üzere, meşe fundalıkları, palamut, ahlat ağaçlarının arasından Çınarlıdere bir renk cümbüşü sundu bize. Günbatımının da etkisiyle mavi ve yeşilin tonları parlaktı. İki üç barınak vardı burada. Çınarlıdere'nin sakinlerinden Emin Aksu ve ailesi yaz kış mesken tutmuşlar sahili. Saros Körfezi'nin hemen hemen tamamını oluşturan mübadillerin öykülerini aktardı Emin Aksu: 'Ben köyde doğan ikinci çocuğum. 1930'larda gelmiş bizimkiler Saros'a. Bir kısmımız Selanik'ten, bir kısmımız Makedonya'dan... Biz Selanik göçmeniyiz.' Sohbet sürerken çadırlarını toplamadan giden balıkadamları gördük. Her hafta geldikleri için eşyalarını bu şekilde bıraktıklarını söyledi Emin Aksu'nun en büyük oğlu Hüseyin. O sırada ayaz başladı ve yanan ateşi odunla besledik. Geceyi geçirecek kadar odunumuz vardı. Ateşin dibinde duran çaydanlıktan çaylarımızı tazeliyorduk. Mevzu Saros Körfezi'nin barındırdığı balık türleriydi. Saymakla bitmiyordu: Levrek, lüfer, çinekop, sardalye, orkinos, köpekbalığı, uçanbalık, müren, mırlan... Hüseyin, 'Hepsini gördüm ben' derken, ailenin en küçüğü Ferdi, 'Burası birçok türün yavrulama yatağı. Akıntı da var' diyerek karıştı söze. Elektrik yoktu. Ay ışığı ile aydınlanıyorduk. Kireç boyalı tek göz barınağın ucunda da lüks lambası asılıydı. Emin Aksu gözlerini ovuşturarak 'Allah'ın ambarına atıyoruz ağımızı' dedi, 'gerisi rasgele.