hikaye köşemiz ;

Konu, 'Genel Konular' kısmında Yakamoz tarafından paylaşıldı.

  1. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    valla izzet abi hızına yetişmek mümkün olmuyor. yine güzel ve ders alınacak bir hikaye ile bizleri duygulandırdın ellerine sağlık paylaşmlarının devamını sabırsızlıkla bekliyoruz.
     
  2. izzetbey

    izzetbey

    Mesajlar:
    982
    Şehir:
    Trabzon
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    3,5kg Mığrı -700gr Somon-145gr Barbun-380gr Kötek-400gr Çupra
    Teşekkür ederim,Yakup kardeşim...
     
  3. OTTOMAN

    OTTOMAN

    Mesajlar:
    482
    Şehir:
    Afyonkarahisar
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    1 kilo aynalı sazan :(
    paylaşım çok hoş olmuş teşekkür ederim
    keşke sahip olduğumuz şeylerin gerçek değerlerini bilebilsekde fani dünyaya çok kapılmasak ama malesef olmuyor, hep kaybedince değerini anlıyoruz
     
  4. geneben

    geneben Aşkın

    Yaş:
    49
    Mesajlar:
    3.702
    Şehir:
    İzmir/Bornova
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Deniz turnası 70 cm 900 gr.
    Türk ahlakı

    Türk Ahlakı

    "Türklerden daha faziletli bir toplum görmedim. Oyuna ve eğlenceye
    vakitleri
    yoktur. (...) Yemeklerini çabuk ve konuşmaksızın yerler.
    Yemek isteyen kim varsa; tanıdık, yabancı ayrılmaz, sofraya çağrılır. (...)
    Askerler dahil şehirde silah taşımak yasaktır. Düello bilmezler; dövüşmeyi
    medenî terbiyeden mahrumiyet sayarlar. Arada kavga edenler çıkar; fakat
    kavgayı devam ettirmeleri mümkün değildir; ilk görenler derhal müdahale
    edip sustururlar. Zaten şehirlerde büyük sükunet vardır. Kumar ve içkinin
    dinlerinde yasak olması kavga çıkmamasının sebeplerindendir. Ama içki içen,
    esrar çeken Türklere tesadüf edilir; çoğu sosyal durumlarını bu sebeple
    kaybetmişlerdir. Karaborsa ve tefecilik günah ve meçhuldür. (Cristobal de
    Villalon, s. 160-161)"

    "Bundan başka şunu söylemek istiyorum ki Türkler bir şatoyu veya kaleyi
    aldıkları zaman her şeyi ve resimleri buldukları gibi aynen bırakıyorlar,
    onları tahrip etmek gibi bir âdetleri asla yoktur. (Belon, s. 90)"

    "Türkler iyi niyetli insanlardır. Birbirlerine bağlıdırlar. Birbirlerine
    iyilik yapmaktan hoşlanırlar. Bunları Tanrı'nın şerefi için yazıyorum;
    yoksa
    Türklerin bizim imanımızın dışında kaldıklarını biliyorum. (...) Türkler
    sözlerinin esiridirler. Ancak ölü bir Türk sözünü tutmayabilir. Samimi ve
    sadık insanlardır. (Bertrandon de la Broquière)"

    "Türkler sokakta rastladıkları yazılı kağıda ve güle basmazlar; yerden alıp
    bir duvarın üstüne veya dibine koyarlar. (Busbecq)"

    "Türkler kimseyi Türk usulünce yaşamaya zorlamazlar. Herkesin kendi
    mevzuatı
    ile yaşamasına müsaade eder ve izin verirler. (Geoffroy, c.II, s. 180)"

    "İsteyen Türk, gerek cuma, gerekse bayram namazında, cami içinde veya
    avlusunda, cemaat ortasında, düşmanı kim ise ondan af diler. Affı yaş ve
    makamca küçük olan ister. Muhatabı, kesin şekilde ve cemaat önünde
    affettiğini söylemeye mecburdur. Sonra elini öptürür ve kucaklaşırlar. Bir
    kere barışmış olan iki düşman, eski anlaşmazlıklarından dolayı birbirlerine
    kötülük edemezler. Böyle bir şeye cesaret eden kişi, hem toplumla, hem
    Allah'la alay etmiş sayılır ve lanetlenir; fena muamele görür, kendisine
    inanılmaz. (Villamont, s. 252)"

    Sözü uzatmayalım; Sayın Yılmaz Öztuna'nın Tarih Sohbetleri'nden (s.
    286-290)
    derlediğimiz yukarıdaki satırlar XVI. yüzyılda Türkler arasında bulunup da
    anılarını veya raporlarını yazan kimi seyyah, kimi diplomat, kimi asker,
    kimi esir gayrimüslimlere aittir. Düşmanı oldukları bir toplum hakkında
    kendi milletlerine karşı dürüst davranıp sahih bilgiler vermeleri, hiç
    şüphesiz Türkler hakkında iyi niyet beslemelerinin değil, objektif
    davranmalarının bir sonucudur. Nitekim aynı yazarlar kitaplarının bazı
    yerlerinde garazkâr ifadelere de yer vermekten kaçınmamışlardır. Burada
    dikkatinizi çekmek istediğimiz husus, Türk milletinin toplumsal ahlak ve
    sosyal düzeninden bahsedilirken, hemen bütün kaynakların ittifak ederek
    benzer şeyleri söylemek zorunda kalmalarıdır.

    Şimdi, söz konusu ettiğimiz alıntılar üzerinde ayrı ayrı düşünüldüğünde, her
    bir uygulamanın XVI. yüzyılı, yine Batılıların adlandırmasıyla neden "Türk
    Asrı" yaptığı daha iyi anlaşılır. O halde bu dediğimizi şöyle okumak da
    mümkün: Nerede ve ne zaman olursa olsun, bütün gelişmeler, bütün askeri ve
    siyasi başarılar, bütün zenginlik ve refah, bütün... bütün... hep güzel
    ahlak ile ivme kazanıyor, onun sayesinde insanlık için katma değer
    üretiyor.
    Peki o halde soru şu: XVI. yüzyılda imrenilerek izlenen bu millet daha
    sonraki yüzyıllarda ceste ceste nasıl da inhirafa uğrayıp toplumsal
    desenlerini kaybetti; nasıl da asaletinden tavizler verip ahlak anlayışını
    değiştirdi?!.. Faraza bu satırları birer kez daha okuyup kendimizi tek tek
    değerlendirmeye alsak, acaba bizim hakkımızda yazılan bunca şeyi yalanlamak
    için çırpındığımız sonucuna mı ulaşırız! Veya bir yabancı bu satırlardan
    yola çıkarak Türkiye'ye gelse, yanlış bir seyahat yaptığına mı kanaat
    getirir!.. Eğer öyleyse, Türk milletine, yerde bulduğu kağıdı veya gülü,
    üstüne basılmasın diye bir duvar kovuğuna koydurtan o rafine anlayışın
    neşet ettiği ahlakî değerlere ve irfanî geleneğe ne oldu?!..

    Ben kendi hesabıma çevreme bakıyorum, insanları gözlüyorum, haberlere kulak
    veriyorum ve sonra şüpheye düşüyorum; acaba atalarımız hakkındaki bütün bu
    yazılanlar mı yalan; yoksa biz mi onların torunları değiliz?!.. Lütfen
    yukarıdaki satırları bir kez daha ve üzerine basa basa okuyun; çook farklı
    şeyler bulacak, çook ayrı yolculuklara çıkacaksınız!..

    10.02.2005 - İskender PALA / Z
     
  5. geneben

    geneben Aşkın

    Yaş:
    49
    Mesajlar:
    3.702
    Şehir:
    İzmir/Bornova
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Deniz turnası 70 cm 900 gr.
    Ayakkabıcı ve sakat çocuk

    Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir
    çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere
    olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks
    sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön
    tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...
    Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt
    kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.
    Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.
    Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda,
    adam dükkândan dışarı fırlayıp:
    - "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!"
    Çocuk, ona dönerek:
    - "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti,
    "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik".
    - "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam insan
    yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı.Kiminin de aklı veya vicdanı."
    Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
    - "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi."
    Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
    - "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?"
    - "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar
    yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat
    insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."
    Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar,
    hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:
    - "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"
    Çocuk, başını yanlara sallayıp:
    - "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!"
    - "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam,
    "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder."
    Çocuk biraz düşünüp:
    - "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"
    - "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir
    çocuğa satarım."
    Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
    - "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.
    - "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır."
    - "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5
    lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"
    Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
    - "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana,bunu satsan memnun olurum."
    - "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere.
    Eski bir ayakkabı, para eder mi?"
    - "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika eşyalardan
    haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder."
    Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi.
    Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya.Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
    - "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim mevsimini başlattınız ya!"
    Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
    Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa,
    böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
    - "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğun için üzülmene hiç gerek yok! demişti."
     
  6. Avciperdeci

    Avciperdeci SeRDaR

    Mesajlar:
    7.433
    Favori Kamış:
    El Oltası
    Bunu daha evvel İzzet abi yayınladı sanırım :D
     
  7. geneben

    geneben Aşkın

    Yaş:
    49
    Mesajlar:
    3.702
    Şehir:
    İzmir/Bornova
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Deniz turnası 70 cm 900 gr.
    Yapma be o kadar baktım gözden kaçmış mı:confused: :eek:İzzetin açtığı konuların hepsine bakmıştım başkası olmasın;)
     
    Son düzenleme: 18 Temmuz 2007
  8. adra

    adra

    Mesajlar:
    954
    yine gözlerimi yaşarttın izzet abi ben duygusal bir insanım yapma bunu bana:))
     
  9. pterois volitans

    pterois volitans

    Yaş:
    47
    Mesajlar:
    1.050
    Şehir:
    ANKARA KALABA
    paylaşım için teşekkürler çok güzel bir hikaye insanı alıp derinlere atıryor :)
     
  10. izzetbey

    izzetbey

    Mesajlar:
    982
    Şehir:
    Trabzon
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    3,5kg Mığrı -700gr Somon-145gr Barbun-380gr Kötek-400gr Çupra
    Aynen dediğiniz gibi,eldekinin kıymeti gidince anlaşılıyor,hani bilebilsek...
     
  11. izzetbey

    izzetbey

    Mesajlar:
    982
    Şehir:
    Trabzon
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    3,5kg Mığrı -700gr Somon-145gr Barbun-380gr Kötek-400gr Çupra
    Ardacığım duygusallık, bence çok güzel ve özel bir histir...bu yazılar hayatın gerçekleri güzel kardeşim,hepimiz içinde mutlaka birşeyler buluyoruz,fakat hepimizin bulduğu farklıdır,sen güzel tarafından bakmışsın....
     
  12. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.

    valla izzet abinin yayınlayıp yayınlamadığını bilmiyorum ama bildiğim bir hikaye idi tekrar hatırlattığın için teşekkürler ellerine sağlık.
     
  13. izzetbey

    izzetbey

    Mesajlar:
    982
    Şehir:
    Trabzon
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    3,5kg Mığrı -700gr Somon-145gr Barbun-380gr Kötek-400gr Çupra
    Önemli değil,okumayan arkadaşlarımız vardır hatırlattığın için teşekkürler...
     
  14. geneben

    geneben Aşkın

    Yaş:
    49
    Mesajlar:
    3.702
    Şehir:
    İzmir/Bornova
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Deniz turnası 70 cm 900 gr.
    Sağol İzzet arkadaşım senin mesajlarını devamlı takip ediyorumda bir tanede ben yazayım demiştim:rolleyes:
     
  15. avtm

    avtm

    Mesajlar:
    25
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    rüyamdaki balık
    Teşekkürler İzzet Abi, herşey paylaşıldıkça çoğalıyor, daha bir anlam kazanıyor...
     
  16. izzetbey

    izzetbey

    Mesajlar:
    982
    Şehir:
    Trabzon
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    3,5kg Mığrı -700gr Somon-145gr Barbun-380gr Kötek-400gr Çupra
    Tabiki arkadaşım bu güzel yazıları devamlı paylaşırsak ,hepimiz unuttuğumuz şeyleri kısa sürede olsa:confused: hatırlamış oluyoruz....
     
  17. babalord

    babalord

    Mesajlar:
    71
    Şehir:
    muğla-milas
    Favori Kamış:
    zıpkın,kamış,el oltası,sırtı
    En İyi Avı:
    6 kg lüfer,2 kg çipura
    Hocam !
    Önceden de yayınlanmış olsa dahi çok güzeldi..Siteye her gün yeni birileri ekleniyor ve paylaşmamızın herhangi bir sakıncasının olduğunu sanmıyorum.Belki de duygusallığa daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir sürece giriyor ve birazda kalbimizin sesini dinlememiz lazım.
    Ellerine ve yüreğine sağlık.
     
  18. denizcinin hikayesi

    Denizcinin hikayesi..

    Oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu. Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida’da bir kütüphanede başlamıştı. Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti. Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan.. Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. Bayan Maynell New York’ta yaşıyordu. Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı. Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı’na katılmak için Avrupa’ya doğru yola çıktı. Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. Bir romantizm başlıyordu. Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı?.Sonunda Blanchard’in Avrupa’dan dönüş günü geldi çattı. İlk buluşmalarını ayarladılar.. New York Tren İstasyonu’nda akşam saat tam 7′de.”Beni tanıman için” diye yazmıştı kız mektubunda, “Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak”.İşte saat tam 7′ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. Hikayenin gerisini Bay Blanchard’dan dinleyelim:” Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. İnce ve uzun boylu,dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş.. Çiçek rengi mavi gözlü. Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. Ben de ona doğru yürümeye başladım. O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi.Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana ‘Benimle aynı yöne mi gidiyorsun, denizci?’ diye fısıldadı. Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha atıyordumki, o anda Hollis Maynel’i gördüm. Kızın tam arkasında duruyordu. 40′ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış.. Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. İşte orada öylece duruyordu. Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. Çekinmedim. Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. Bu aşk olamazdı, ama, mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. Kadını selamladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle ‘Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe götürebilir miyim?’ diye sordum. Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı: ‘Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı’ dedi, ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu kırmızı gülü yakama takmamı rica etti benden, ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış ..”
     
  19. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    bu hikayeyi daha öncede okumuştum ama tekrar hatırlattığın için teşekkürler özlem.
     
  20. hauki

    hauki mustafa cecen

    Yaş:
    40
    Mesajlar:
    1.716
    Şehir:
    finlandiya-jarvenpaa-tr alanya
    Favori Kamış:
    olta ve zipkin
    En İyi Avı:
    görup de tutamadigim balikti
    guzel bir hikaye paylasim icin tesekkurler.....
    saygilarimla