İnce zeka Aaron Hacker'in emlak bürosunun önünde New York plakalı kırmızı, spor bir araba durdu. Arabadan inen şişman adam,büroya doğru yürüdü. Sıcaktan ter, ince elbisesinin üstüne kadar çıkmıştı.50 yaşında görünüyordu. Yüzü heyecandan kızarmış,fakat kısık gözlerindekikararlı,donuk bakış değişmemişti. İçeriye girince başıyla Aaron'a selam verdi. "Bay Hacker?" Aaron gülümseyerek,"evet benim,sizin için neyapabilirim.Bay..?" Şişman adam, "Dill" diyerek kendisini tanıttı."Zamanım çok az,hemen konuya girsek iyi olacak." dedi. "Benim için de iyi olur Bay Dill. İlgilendiğiniz belli bir yer var mı?" "Doğrusunu isterseniz,evet. Kasabanın kenarındaki eski bina." "Sütunlu ev mi?" "Ta kendisi.Yanılmıyorsam üzerinde SATILIK tabelası var." Aaron kuru bir sesle,"Evet." Dedi.Bizim satış listemizdedir." Kalınca bir defterin yapraklarını karıştırdı. Sonra daktilo ile yazılmış bir sayfayı işaret etti: "160 yıllık bina.8 odası,2 banyosu,otomatik gaz fırını,geniş terasları,çevresinde ağaçları var.Çarşıya,okula yakın.750.000 dolar."diye okudu ve ekledi: "Hala ilgileniyor musunuz?" Adam oturduğu yerde rahatsız olmuş gibi kıpırdandı."Neden olmasın. Olumsuzbir yanı mı var?" Aaron,"Aslına bakarsanız," dedi."Bu evi defterime yalnızca yaşlı Sade Grim'in hatırı için kaydettim. Ev asla onun istediği kadar etmez.Uzun zamandır onarım görmemiş çok eski bir binadır. Kirişlerden kimi bir kaç yıl içinde çökecek durumda. Bodrumu ise yılın yarısında su ile doludur." "Öyleyse sahibesi neden bu kadar çok istiyor." Aaron omuz silkti."Herhalde kendisi için manevi değeri olacak.Çok eskiden beri ailesine aitmiş." Şişman adam gözlerini yerde gezdirdi. "Bu çok kötü." dedi. Başını kaldırıp Aaron'a baktı ve çekingenbir biçimde gülümsedi. "Hoşuma gitmişti.O,nasıl söylesem bilemiyorum,tam aradığım evdi." Aaron güldü. "100.000 dolara belki iyi bir alışveriş olurdu ama,750.000 dolara... Sanırım Sade'in düşüncesini de anlıyorum. Hiç bir zaman fazla parası olmadı.Kendisine kentte çalışan oğlu bakıyordu. Sonra adam 5 yıl önce öldü. Onun için ev satmanın akıllıca bir iş olacağını biliyor.Fakat gönlü bir türlü evden ayrılmaya razı olamıyor.Bu yüzden eve kimsenin almaya yanaşamayacağı bir fiyat koyuyor. Böylece kendini avutuyor." Üzgün bir ifade ile başını salladı. "Dünya ne kadar garip değil mi?" Dill soğuk bir sesle "Evet." dedi.Sonra ayağa kalktı. "Kendisini bulup fiyatı biraz düşürmesini isteyeceğim." Otomobilini Bn.Grim'in evinin önündeki yıkık dökük çürümüş tahta parmaklıkların önüne park etti. Evin çevresini tümüyle yabani otlar kaplamıştı. Kapıya çıkan kadın kısa boylu,beyaz saçlı idi. Yüzündeki hatlar, küçük inatçı görünüşlü çenesine kadar iniyordu. Havanın sıcak olmasına karşın sırtında kalın,yün bir örme hırka vardı. "Bay Dill olmalısınız."dedi, "Aaron Hacker buraya gelmekte olduğunuzu telefonda söyledi.İçeri girmez misiniz?" Dill,"İçerisi korkunç derecede sıcak." diye söylendi. "Öyleyse içeri girin. Buzluğa biraz limonata koymuştum.İçeriz." İçerisi loş ve serindi. Pancurlar kapatılmıştı. Eski tarz geniş koltuklarla döşenmiş büyük bir salona girdiler. Yaşlı kadın ellerini sıkı kenetleyerek sallanan bir sandalyeye oturdu. Şişman adam öksürdü. "Bn. Grim,az önce emlakçınız ilekonuştum." Kadın,"Tümünden haberim var." diye sözünü kesti. "Aaron fikrimi değiştirebileceğiniz düşüncesi ile sizi buraya yollamakla akılsızlık etmiş. Doğrusunu isterseniz amacımın bu olduğuna da pek emin değilim." "Bayan Grim,sizinle biraz konuşabileceğimi sanmıştım." Bn. Grim sallanan sandalyesini gıcırdatarak arkasına yaslandı. "Konuşmak için para alınmaz,ne istiyorsanız söyleyin." "Evet,haklısınız." Adam beyaz bir mendille yüzünün terinisildi. "İzin verirseniz anlatayım. Bir iş adamıyım. Bekarım. Uzun yıllar çalıştım ve iyi bir servet yaptım.Artık dinlenmeyi hak ettim.Yaşamımın sonlarını geçirebileceğim sakin bir yer arıyorum.Burayı sevdim.Bir kaç yıl önce Albany'ye giderken buradan geçmiştim. O zaman bir gün buraya yerleşebileceğimi düşünmüştüm. Bugün kasabadan tekrar geçerken,burayı gördüm.Tam istediğim yerdi." "Burayı ben de severim, Bay Dill.Böyle oldukça yüksek bir fiyat isteyişimin nedeni de bu zaten." Dill gözlerini kaldırıp yaşlı kadına baktı. "Oldukça yüksek bir fiyat değil mi? Kabul etmelisiniz ki Bn.Grim,bu günlerde böyle bir ev en fazla..." "Yeter." diye bağırdı kadın."Bay Dill bu konuda sizinle kesinlikle tartışmak istemiyorum. Eğer istediğim parayı vermeyecekseniz,üzerinden durmayalım." "Fakat,Bn. Grim." "İyi günler Bay Dill." Adamın da aynı şeyleri yapmasını belirten bir tavırla ayağa kalktı. Fakat adam kalkmadı. "Bir dakika bayan,delilik olduğunu biliyorum ama,istediğiniz parayı ödeyeceğim." Yaşlı kadın uzun süre adama baktı."Emin misiniz, Bay Dill? "Kesinlikle,yeterince param var. Eğer evi satmanızın tek yolu buysa, parayı alacaksınız." Grim hafifçe gülümsedi. "Sanırım limonata iyice soğumuştur.Size getireyim. Siz içerken ben de evi anlatırım." Kadın elinde tepsi ile geriye döndüğünde Dill yine mendille alnındaki terleri siliyordu. Limonatayı zevkle yudumlamaya başladı. Yaşlı kadın sallanan sandalyesine yaslanırken "Bu ev." Diye söze başladı. "1902'den beri aileme aittir.Kasabadaki en sağlam ev olmadığını da biliyorum. Oğlum Michael doğduktan sonra bodrumum su bastı. O günden bu yana da bir türlü kurutamadık. Aaron bazı yerlerin çürüdüğünü de söylüyor.Yine de bu eski evi severim.Bilmem anlatabiliyor muyum?" Dill,"Evet." dedi. "Michael 9 yaşında iken babası öldü.Ondan sonra sıkıntılar başladı.Michael belki de benden çok babasını özlüyordu. Çok vahşi ve haşin bir çocuk olmuştu.Liseyi bitirince kasabayı terkedip kente gitti.Çok hırslı bir insandı.Kentte ne yaptığını bilmiyorum. Fakat başarıya ulaşmış olmalıydı.Bana düzenli para gönderirdi." Gözleri nemlenmişti. "Kendisini 9 yıl görmedim.Dokuz yıl sonra geldiğinde başı dertte idi. Zayıf ve yaşlanmış bir durumda bir gece yarısı çıka geldi.Yanında ufak,siyah bir valizden başka bir şey yoktu. Valizi elinden almak istediğim zaman bana vurdu. Bana,annesine vurdu. Ertesi gün bir kaç saat için evi terketmemi söyledi. Ne yapmak istediğini açıklamadı. Döndüğümde valiz ortadan yok olmuştu." Şişman adam gözlerini limonata bardağına dikmiş öylece dinliyordu. "O gece evimize bir adam geldi. İçeriye nasıl girdiğini bilmiyorum. Michael'ın odasından sesler duydum. Oğlumun içinde bulunduğu tehlikenin ne olduğunu öğrenmek istiyordum.Kapının arkasından dinlemeye çalıştım.Fakat yalnızca bağrışmalar tehditler ve..." Bir an durakladı. Omuzları sarsılıyordu. "...ve bir silah sesi duydum." Diye devam etti. "İçeriye girdiğim zaman yatak odasının penceresi açıktı ve yabancı gitmişti. Michael'ım da yerde yatıyordu. Ölmüştü. Tüm bunlar bundan 5 yıl önce oldu. Ondan sonra polis bana olanları anlattı. Michael ve tanımadığım o adam birçok suç işlemişler. Bir sürü yerlerden bir kaç milyon dolar çalmışlar. Michael parayı alıp kaçmış.Parayı bu evde,hala bilemediğim bir yerde saklamıştı. Sonra diğer adam hissesini almak için oğlumu arayıp bulmuştu. Paranın yok olduğunu görünce de oğlumu öldürmüştü." Başını kaldırıp adama baktı. "İşte o zaman evimi 750.000 dolara satışa çıkardım.Bir gün oğlumun katilinin döneceğini biliyordum. O bir gün gelip fiyat ne olursa olsun evi almak isteyecekti.Bütün yapacağım,yaşlı bir kadının köhne evine bu kadar çok para vermeyerazıolacak adamı buluncaya kadar beklemekti." Sandalyesini ağır ağır sallıyordu. Dill bardağı yere bıraktı,diliyle dudaklarını yaladı."Uf!" dedi.Bu limonataçok acı..." Bakışları canlılığını kaybetti, hafif titreme ile başı,omuzunun üzerine cansız düştü.... Give Justice A Hand
SEVGİNİN GÜCÜ!!! Otobüs yolcuları elinde beyaz bir baston taşıyan genç ve güzel kadının otobüse binişini içten gelen bir sempati ile izlediler. Basamakları geçti, boş olduğu söylenen koltuğu el yordamıyla buldu, oturdu, çantasını kucağına aldı. Bastonunu koltuğa yasladı. 34 yaşındaki susan, bir yıldır görmüyordu. Bir yanlış teşhis sonucu görmez olmuş, birden karanlık bir dünyanın içine düşmüştü. Öfke, kızgınlık kendine acıma.. Hayatta tek dayanağı artık kocası Mark'tı. Mark hava kuvvetlerinde subaydı. Susan'ı bütün kalbiyle seviyordu. Susan gözlerini kaybedince Mark karısının içine düştüğü umutsuzluğu hemen fark etmişti. Ona yeniden güç kazanması, kaybettiği kendine güvene yeniden sahip olması için yardım etmeliydi. Susan gene kendi kendine yeterli olduğuna inanmalı, kimseye bağımlı olmadan yaşayabilmeliydi. Sonunda Susan'ı işine dönmeye ikna etti. Peki ama evden işe nasıl gidecekti? Genelde otobüsle giderdi. Ama şimdi kenti bir uçtan ötekine tek başına geçmekten korkuyordu. Mark her sabah onu arabası ile işe bırakmayı önerdi. Kendi işi tam tam aksi yönde olduğu halde. İlk günler Susan kendini rahat hissetti Mark da "Görmüyorum, artık hiçbir işe yaramam" diyen karısını çalışmaya başlattığı için mutluydu. Ama bir süre sonra Mark işlerin iyi gitmediğini fark etti. Başkasına bağımlı yaşamın Susan'ı mutlu etmesi mümkün değildi. İşe eskiden olduğu gibi işe kendi başına otobüsle gitmeliydi. Ama Susan hala o kadar hassas, o kadar kırılgan, o kadar öfkeliydi ki ne yapabilirdi? "Otobüs" lafı ağzından çıkar çıkmaz Susan öfkeyle haykırdı.. "Nasıl yaparım? Görmüyor musun ben körüm! Nerede olduğumu nereden bilirim, nereye gittiğimi nasıl anlarım? Galiba sana ağır gelmeye başladım, beni başından atmaya çalışıyorsun.." Duydukları Mark'ın kalbini fena halde kırdı. Ama ne yapacağını biliyordu. "Her sabah ve her akşam otobüsü arabayla takip edeceğim. Sen bu yolculuğu tek başına yapmaya hazır olana dek sürecek bu." Tam iki hafta Mark, Susan'ın otobüsünün arkasından gitti iki hafta boyu karısına görme dışındaki duyularını nasıl kullanacağını anlattı. Özellikle duymanın pek çok sorunu çözeceğini izah etti. Kulakları ona nerede olduğunu söyleyebilirdi. Yeni yaşam tarzına alışmasına yardımcı olabilirdi. Otobüs şoförü ile ahbap olursa, her şey kolaylaşır, şoför her gün önde bir yer ayırırdı. Nihayet susan yolculuğa tek başına yapmaya hazır olduğunu hissetti. Pazartesi sabahı geldi. Ayrılırken otobüsün geçici eskortu kocasına, hayattaki büyük dostuna sarıldı. Gözleri yaşla doluydu Susan'ın. Kocasına öyle teşekkürle doluydu ki onun sabrı, sadakati, desteği ve sevgisiyle umutsuzluk uçurumundan nasıl çıkmış, nasıl yeniden hayata dönmüştü.. "Allah'a ısmarladık" dedi kocasına ve uzun amandan beri ilk defa ters yönlerde yola çıktılar. Pazartesi, Salı, Çarşamba.. Her gün mükemmel geçti Susan için. Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti, yapıyordu, başarıyordu, tek başına başarıyordu. Kendi kendine gidip gelebiliyordu işte. Cuma sabahı, Susan her günkü gibi otobüse bindi, ofisinin karşısındaki durakta inerken bilet parasını uzattı şoföre. "Sizi kıskanıyorum bayan " dedi şoför. "Neyimi kıskanıyorsunuz benim" diye sordu şoföre. "Sizin kadar sevilmek, bu kadar şefkat ve sevgiyle korunmak çok hoş bir duygu olmalı bayan" dedi şoför. "Nasıl yani" dedi Susan. "Bir haftadır, her sabah yakışıklı bir adam köşede duruyor ve siz otobüsten inene kadar izliyor. Yolu kazasız geçmenize bakıyor, ofisinize girene kadar oradan ayrılmıyor. Sonra size bir öpücük yolluyor, elini sallıyor ve yürüyüp gidiyor. Siz çok talihli bir kadınsınız bayan.." Mutluluk gözyaşları Susan'ın yanaklarından akmaya başladı. Ve birden hatırladı Mark'ı hiç görmüyordu ama bir haftadır yanında olduğunu hem de öyle kuvvetli hissediyordu ki. Talihli gerçekten çok talihli idi. Öyle bir armağan vermişti ki ona hayat, görmeden daha değerliydi . Bu armağanın varlığına inanması için görmesi gerekmiyordu. Sevginin aydınlatamayacağı karanlık yoktu çünkü..."
BENDE FARKETTIM ARDA KAYNAYIP KAYBOLMAMALARI İÇİN BU KONUYU ACMAYI DÜŞÜNDÜM...PAYLAŞIMLARINIZI BEKLIYORUM
tanrı misafiri Evvel zaman içinde batıda Yotan diye bir köy varmış. Köyde pek namazı niyazı olmayan Ali Mahmut diye bir köylü yaşarmış. İşin doğrusu Ali Mahmut dönemin sayılı ateistlerindenmiş. Köyün imamı da, cemaat de bu durumdan pek hoşnut değillermiş. Gel zaman git zaman bizim ateist Ali Mahmut bir gün Hakk'ın rahmetine kavuşmuş. Köyün imamı: -"Ben bu adamın cenaze namazını kılmam" diye diretmiş. Köy halkı da: -"Allah'a inanmıyordu biz bu herifi gömmeyiz" diye tutturmuşlar. Durumu gören köyün yaşlılarından Müzeyyen Hanım, köyün dışındaki tepelerden birinde, tek başına yaşayan, köylülerin "İşdeli İsmail" diye andıkları köylüye haber vermiş. İsmail'in de pek namazla ilgisi yokmuş ama yine de o köye gitmiş cenazeyi almış ve kendi evinin yakınlarında bir yere gömmüş. O akşam imam Nazmi efendi, müezzin Mustafa efendi ve tüm cemaat uykularında aynı rüyayı görmüşler. Ali Mahmut cennette çok iyi bir yer de keyif yapıyormuş. Sabah herkes birbirine rüyayı anlatmış. İmam, müezzin yanlarına bekçi Şinasi Efendi'yi de alıp sabah karanlığında yola çıkıp öğleye doğru İsmail'in yanına gelmişler. İmam sormuş: - "Kardeşim sen nasıl bir dua ettin ki bu imansız Allah katında bu kadar iyi bir yere gitti?" İsmail Efendi: - "Vallahi ben bir şey yapmadım, rahmetliyi gömdüm. Sonra da yüzümü gökyüzüne çevirip; - Allah'ım bazen soğuk kış gecelerinde, bazen sıcak yaz günlerinde insanlar kapımı çaldı ve biz "Tanrı misafiriyiz" dediler. Ben de senin misafirlerini en iyi şekilde ağırladım. Misafirleri güvenip bana gönderdiğin için onlara da neyim varsa yoksa yedirdim. Ben sana ilk defa bir misafir yolluyorum, sen de benim güvenimi boşa çıkarma olur mu?" dedim.
Evlilik nedir? Almitra sözü aldı ve sordu: -Peki Üstad; evlilik nedir? Cevap şöyle geldi: - "Siz birliktelik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız. Allahın sessiz tanıklıgında bile beraber olacaksınız. Ama birlikteliginizde mesafeler bırakın,bırakın ki, cennetin rüzgarları aranızda dansedebilsin... Birbirinizi sevin ama, ask tutsaklıgı istemeyin.. Bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun... Birbirinizin bardagını doldurun ama aynı bardaktan icmeyin; ekmeginizden verin birinize ama aynı somundan ısırmayın... Birlikte sarkı soyleyin; lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin. Sazın telleri de yalnızdır ve armoni icinde aynı melodiyi seslendirir... Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak icin degil! Sadece hayatın eli o kalbi saklar! Birlikte durun, ama yapışmayın; tapınakların sütunları da bitisik degildir!.. Ve meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler...
BİRAZ SU!!!! Yeni evli bir çift vardi. Evliliklerinin daha ilk aylarinda, bu isin hiç de hayal ettikleri gibi olmadigini anlayivermislerdi. Aslinda birbirlerini sevmiyor . Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüslerdi. Ama simdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarinda orta çapli bir kavganin çikmasina yetiyordu. Bir aksam oturup, iliskilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her ikisi de, bosanmayi istememekle beraber, islerin böyle gitmeyeceginin farkindaydilar. Erkek, "Aklima bir fikir geldi" dedi. "Bahçeye bir agaç dikelim ve eger bu agaç üç ay içinde kurursa bosanalim. Kurumaz da büyürse bunu bir daha aklimizdan geçirmeyelim. Bu süre içinde de ayri ayri odalarda kalalim." Bu ilginç fikir haniminin da hosuna gitti. Ertesi gün gidip bir meyve fidani aldilar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karsilastilar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardi...
Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya baslar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar. Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür. Ve der ki, "Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem." Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda şöyle diyor: "İnsanların coğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korkttugu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."
Madenci Madenci sıcak bir yaz günü güneşin altında çalışırken, birden sıcağın onu daha verimli çalışmasından alıkoyduğunu farketmiş ve o an "güneş benim çalışmamı engelliyor. O zaman benden daha güçlü" diye düşünmüş. Güce de çok önem verdiği için o an GÜNEŞ olmayı dilemiş Allah'tan. Allah, madencinin isteğini kabul etmiş ve madenci güneş olmuş.Bütün dünyayı ışınıyla aydınlatmış, heryeri kavurmuş gücünü herkese göstermiş. Fakat bir gün güneşin önüne bulut gelmiş.Bizim madenci çok sinirlenmiş bu işe. Çünkü bulut güneşin ışınlarını kesiyormuş ve madenci "bulut güneşten daha güçlü ben bulut olmak istiyorum" demiş ve o an bulut olmuş madenci. Yağmurlar yağdırmış, seller bastırmış, şimşekler yaratmış. Güçlü olduğu için halinden memnunmuş. Ama fazla uzun sürmemiş mutluluğu. Çünkü bu sefer de rüzgar bulutu sürüklemiş ve bizim madenci yine düşünmüş ki "rüzgar bulutu sürükleyebiliyorsa o zaman en güçlüsü rüzgar", "ben rüzgar olmak istiyorum" demiş ve rüzgar oluvermiş o an. Madenci rüzgar şeklinde fırtınalar estirmiş, denizleri coşturmuş, kasırgalar yaratmış. Ama bu seferde eserken karşısına koca bir taş kütlesi çıkmış. Bir bakmış "bu nasıl bir şey ki benim rüzgarımı kesiyor?" diye düşünmüş. O taş kütlesi aslında bir dağmış. Ve Allah'tan son bir dilekte bulunmuş. Bir dağ olmayı istemiş. Madencinin isteği kabul olmuş ve sonsuza kadar dağ olarak yaşamaya karar vermiş. Çünkü dünyadaki en güçlü şey dağ olduğunu düşünmeye başlamış. Madenci dağ olarak hayatından memnun bir şekilde yaşarken birden bir rahatsızlık hissetmiş. Bir şey içini kemiriyormuş. Derken dağ onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu bulmuş; onu rahatsız eden, içini kemiren bir madenciymiş. UNUTMAYIN !!! İnsanın hayatta acılarının ve üzüntülerinin tek nedeni KENDİSİDİR.
babalar ve kızları 0 yaşında Baba : Ne kadar da güzel. Şimdi bu küçücük şey benim kızım mı? Gözleri de bana ne kadar çok benziyor. Kızı : Bu gözlerini benden hiç ayırmayan adam babam olsa gerek. 5 yaşında Baba : Prensesim benim, güzel kızım. Söyle bakalım baban sana ne alsın? Kızı : En çok babamı seviyorum. Babam, niye annemle uyuyor? Hep benimle uyusun, başkasını sevmesin. 10 yaşında Baba : Gittikçe yaramaz oluyor, kime çekti bu kız? Kızı : Ben babama aşığım. Büyüyünce babam gibi erkekle evleneceğim. Babam bu ay harçlığımı arttırır mı? 15 yaşında Baba : Ne kadar da çabuk büyüdü. Eve de gittikçe geç kalmaya başladı, bu gidişle başına kötü bir şey gelecek. Sanırım daha sert konuşmalıyım. Kızı : Babam yüzünden arkadaşlarımla istediğim kadar vakit geçiremiyorum. Bana baskı uygulamasından nefret ediyorum. Ne zaman özgür olacağım? 20 yaşında Baba : Artık sözümü dinlemiyor. Benden giderek uzaklaşıyor. Kendi parasını da kazanmaya başladı ya, bana ihtiyacı kalmadı tabii. Uzun zamandır tatlı bir-iki laf geçmedi aramızda zaten. Evi de sürekli erkekler arıyor. Galiba kızım elden gidiyor. Kızı : Her dediğime alınıyor, beni bir türlü anlamıyor. Hele geçen gün giydiğim mini eteğe karışmasına ne demeli? Evden ayrılıp, kendi hayatımı kurmalıyım. Çocuk muamelesi görmekten bıktım artık! 25 yaşında Baba : Bir gün bunun olacağını biliyordum. İşte evleniyor. Zaten aramız eskisi gibi değildi. Şimdi bir de kocası var. Prensesim beni terkediyor. Kızı : Böyle bir günde bile o mutsuz ifadeyi takınmasının ne lüzumu var ki? Biliyorum, onu bir türlü içine sindiremedi. Bu yüzden yapıyor. Kendi hayalindeki damat değil ya! Sanki birlikte yaşayacak olan o. 30 yaşında Baba : Çok az görüşüyoruz. Daha sık biraraya gelsek ne iyi olur. Hem torunlarımı da özlüyorum. Kendi arkadaş çevrelerinden fırsat bulup da bize gelemiyorlar ki... Kızı : Babamları da çok ihmal ediyorum galiba. Yine telefonda çok üzgün geldi sesi. Haftasonu onlara süpriz yapmak en iyisi. 40 yaşında Baba : Kızım, benim entellektüel düzeyimi yeterli bulmuyor. Ona göre çağın gerisinde düşünüyormuşum. Oysa küçükken derslerine hep ben yardım ederdim. Anlayamadığı bütün problemleri bana sorardı. Şimdi beni beğenmiyor. Bir daha onunla asla politik tartışmalara girmeyeceğim. Kızı : Babam giderek daha da çocuk gibi davranıyor. Sürekli bir şeylerden yakınıyor. Gerçi son zamanlarda sağlığı da iyi değil ama. Ya ona bir şey olursa? Zaten hiçbir zaman dilediği gibi bir evlat da olamadım. 45 yaşında Baba : Kızımın mutlu bir yuvası olması ne güzel. Gözüm arkada gitmeyeceğim. Her şeyi kendi başardı. Onunla gurur duyuyorum. Kızı : Babam için çok endişeleniyorum. Onu kaybetmeye hazır değilim. İlaçlarını da hep ihmal ediyor zaten. Allah'ım onu benden alma! 50 yaşında Baba : Dünyada mutlu kal kızım ! Kızı : Seni çok özleyeceğim ve arayacağım babacığım. Şimdi ben kime danışacağım, kim yardım edecek bana? Ne olur gittiğin yerde çok mutlu ol. Ve hep yanımda olduğunu hissettir, ne bileyim ben, arada sırada işaretler yolla mesela. Ah babacığım !Sensiz nasıl yaşayacağım? 55 yaşında Kadın : Sen gideli, seni daha iyi anlıyorum babacığım. Keşke seni hiç üzmeseydim demeyeceğim, çünkü "keşke"lerin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyorum. Yine de beni duyuyorsan, lütfen seni üzdüğüm her gün için çok ama çok pişman olduğumu bil olur mu? Binlerce gözüyle, boşluktaki adam uzanır, düşsel bir incelikten onu kendi gecesine alır...
DEğERLİ DOSTLUKLAR Eski Japon kültürüne göre parıldayan her şey değersiz ve bayağı kabul edilirdi.Yeni bir fincan veya vazo, ürküntü verirdi. Çünkü parlayan bir nesne yenidir ve yeni olduğundan henüz kullanımının ona kazandırdığı soylulukla değer kazanmamıştır.Eskimiş, pek çok kez çay içmekten ötürü kararmış bir fincan, bizimle yaşamış, sabrımızı ve özenimizi aktardığımız bir eşyadır ve zamanla hem bizim huyumuzu, hem duygularımızı yüklenmiş ve bize hizmet ederek bunun karşılığını vermiştir.Uzun süreli bir dostluk zamanın kararttığı bir fincanınkiyle eş değerde izler taşır.Gündelik eşyalarda da, arkadaşlıklarda olduğu gibi çatlaklar ve gölgeler bulunur.Bir fincanı firlatıp atmamak ve bir arkadaşı yaşantından uzaklaştırmamak için sabır ve sadakat gibi son derece önemli, ama artık pek sık rastlanmayan iki duyguya gereksinme vardır.Sabır, yüklendiği rol gereği bir tuğlaya, sadakat ise bir köke benzer. Sabır acelenin, sadakat ise tüketimin panzehiridir.Bu iki duyguyu fiziksel bir imge olarak düşünürsek, DOSTLUK TUğLALARLA ÖRÜLÜR, KÖKLER SAYESINDE GELİŞİR" Değerli, değeri azalmayan ve kalıcı dostluklar dileğiyle...
Ya ne güzel olmuş hikaye köşemiz,ellerinize sağlık.Ayrıca yazılarımı takip edip okuyan teşekkür eden tüm arkadaşlarıma bende teşekkür ediyorum,ve güzel yazılar gönderen diğer arkadaşlarımıza da teşekkürler hepsi çok güzeldi....
ingiltere yargıcı İngiltere'de yargıçların maaşı yoktur. Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri vardır. İngiliz devleti hakimlerine o kadar güveniyor yani. Birgün hakimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş. Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyecekleri söyleyip hemmen İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Başbakanlığa filan telefon etmişler. Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ÖDEYİN! Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Hakim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri vermek istiyormuş. Banka yönetimişaşırıp kalmış. Hemmen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar. Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin sebebini sormuşlar. Hakim "Kraliçe nin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu? Onu sınadım" cevabını vermiş. Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim azledilmiş. Adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış: "Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez" Güvenilir Sağlam ve Kalıcı Dostluklara...
İKİ ARKADAŞ Çok samimi iki dost ve arkadaslardir.Fakat bir tanesi çok kurnaz , atilgan ve hareketli, digeri ise çok saf , dürüst ve sessizdir. Bir gün kurnaz olan arkadas , diger arkadasin yanina giderek islerinin bozuldugunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kirmaz ve elindeki bütün parayi arkadasina verir. Arkadasi bu parayla islerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadasinin yanina gider ve arkadasinin evlenmek üzere oldugu nisanlisini çok begendigini ve kendisine vermesini ister. Arkadasi çok sasirir, ne diyecegini bilemez. Fakat aralarinda o kadar kuvvetli bir sevgi vardir ki arkadasina hayir diyemez, nisanlisini arkadasina verir. Zaman içinde Saf olanin isleri bozulur ve birden arkadasi aklina gelir ( ben ona sikistiginda iyilikyapmistim diyerek) arkadasinin is yerine gider ve kendisine çalismasi için iş vermesini ister. Arkadasi ona is vermez. Bizimki pismanlik ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadasina kizamaz. Bir gün sokakta dolasirken yanina hasta ve yasli bir adam yaklasir Fakir oldugu için ilaç alamadagini söyler.Bizimki yasli adamcagiza acir, istedigi ilaçlari alir evine götürüp dinlendirir oturup sohbet ederler bir süre. Ve kısa bir süre sonra yasli adamin öldügünü duyar. Yasli adam çok zengindir ve bütün mirasini kendisinebirakmistir. Saf adam artik zengindir. Biraz da sevdigi dostuna olan kirginligiyla dostunun is yerinin karsisinda bir ev alir ve oraya yerlesir. Bir gün evinin kapisini dilenci bir kadin çalar. Yasli kadin çok aç oldugunu, kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düsünmeden kadini içeri alir karnini doyurur, Kimsesi olmadigini ögrendigi kadina ; Kendisinin de yanliz oldugunu söyler ve bu evde birlikte yasiyalim , sen evin islerini ve yemekleri yaparsin der, yasli kadin hiç düsünmeden kabul eder. Bir süre sonra yasli kadin bizimkine, kendine uygun bir kiz bulup evlenmesini söyler, Bizimki böyle bir kizi nasil bulacagini, tanidigi olmadigini söyler. Yasli kadin ona uygun bir kiz tanidigini ve kendisiyle görüse|rebilecegini söyler. Görüsmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve dügün davetiyeleri basilir. Bizimkisi kirgin oldugu halde çok samimi dostunu yinede unutamamistir . Biraz da geldigi konumu görmesi açisindan samimi arkadasina da davetiye gönderir . Dügün günü gelir çatar . Saf adam dügün salonunda bir seyler söylemek istegiyle mikrafonu alir ve baslar yasadiklarini anlatmaya ; ''Eskiden çok sevdigim bir dostum vardi . Bir gün isleri bozulunca benden borç para istedi , elimdeki bütün parayi verdim. Evlenmek üzere oldugum nisanlimi çok begendigini söyleyerek benden istedi.İçim kan ağlayarak onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. Islerim bozuldugunda onun fabrikasina gittim ve çalismak için kendisinden iş istedim. o bana is vermedi. Çok üzüldüm, ama yinede arkadasima kizmiyorum Çünkü biz gerçek dosttuk.'' Bu konusma üzerine kurnaz olan arkadasi daha fazla dayanamaz ve mikrafonu eline alir baslar konusmaya; ''Benim de bir zamanlar çok sevdigim bir dostum vardi. Islerim bozuldugunda kendisinden para istedim, bütün parasini bana verdi. Sonra ondan nisanlisini istedim, üzülerek nisanlisini da verdi . Nisanlisini istememin nedeni o kadinin arkadasima layik olmamasiydi .(Hayat kadiniydi ) Kendisi çok saf oldugu için arkadasimi o kadindan bu sekilde kurtardim. Isleri bozuldugunda gelip benden is istedi, Arkadasimi kendi emrimde çalistiramazdim, o yüzden is vermedim. Günün birinde karsilastigi yasli adam benim babamdi. Babam ölmek özereydi, onu arkadasimin yanina ben gönderdim ve mirasini ona ben biraktirdim. Evine gelen dilenci kadin ise; benim annemdi. Ona bakip iyi yasamasini saglamak için gönderdim.Ve şu anda evlenmekte oldugu kisi de benim kiz kardesim. Onu arkadasimla evlenmesine ben ikna ettim . Degerli misafirler, Iste biz böyle dostuz''