hikaye köşemiz ;

Konu, 'Genel Konular' kısmında Yakamoz tarafından paylaşıldı.

  1. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    özlem hikaye çok güzel paylaşım için teşekkürler ama bu hikayeyi daha önce izzet abi yayınlamıştı galiba :eek: :eek: :rolleyes:
     
  2. Oztemiz80

    Oztemiz80

    Mesajlar:
    698
    Şehir:
    Konya-Beyşehir
    Favori Kamış:
    el oltası
    En İyi Avı:
    1 kg sudak 1,5 kg kadife
    Bu hikayeyi yıllar önce okumuştum.Benimde 1 yaşında bir kızım var bazen çok ama çok yoruyor annesini ve beni ama bu hikaye aklıma geldikçe kızamıyorum bile :(
     
  3. gözden kacırmısım demekkı :eek:
     
  4. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    güzel kızına allah sana ve eşine bağışlasın mustafa ve hiçbir zaman hikayeyi unutma.
     
  5. Eczacı

    Eczacı

    Mesajlar:
    3.057
    Şehir:
    Aydın
    Favori Kamış:
    olta
    martılar neden hep deniz üstünde uçarlar
    Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak için saray muhafızları ile birlikte sarayın dışına çıktığında ona bakmak yasakmış. Halk onun dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış. Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında... Fakir bir köylü delikanlı iradesini yenememiş ve yavaşça başını kaldırıp prensese bakmış ve başını kaldıran fakir delikanlı ile prenses o anda göz göze gelmişler... Tabii ki... Tahmin edeceğiniz gibi fakir delikanlı pensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin de o derin bakışlarının boş olmadığını düşün en fakir delikanlı günlerce uyuyamamış ve ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada fakir delikanlıya da tutulan güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış. Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin
    yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.
    İŞTE HİKAYEMİZ DE ZATEN BURADA BAŞLIYOR.
    Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada
    yanlız yaşamaya mahkum etmiş...Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkından haberdarmış. Sonunda martılar bile fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Ve zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile aşkları iyice büyümüş; ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir
    mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış... Ağlayarak kızına sarılan kral, hayvanların bile bu aşkı anlarken kendisinin anlayamadığı için kendisinden utandığını söyleyerek prensese hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş. Buna çok mutlu olan prenses hemen fakir
    delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Tabii bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da her şeyi anlatarak bütün martıları düğünlerine çağırmış. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubun düştüğünü farketmiş. Ve mektubu tüm martılar hep birlikte aramaya başlamışlar... Fakat bir türlü bulamamışlar. Bu arada prensesten mektup alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış... Prensesin kendisini unuttuğunu yahut istemediğini sanan fakir delikanlı martıların onun için gelmediğini düşünerek, fenerden kendisini kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Ve malesef kralın
    gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...
    İşte o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için denizler üzerinde uçan martılar o mektubu ararlar. O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi ve her şeyi geri getiriceklerini sanırlar ve bu yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar...
     
  6. ozan

    ozan Ozan

    Mesajlar:
    3.040
    Şehir:
    Antalya
    güzel hikaye ellerine sağlık
     
  7. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    mehmet abi güzel hikaye paylaşım için teşekkürler :) eline sağlık...
     
  8. bu hıkayeyı bır cok kez okudum ve her seferınde aynı keyıfle okurum hatırlattıgın için tesekkurler mehmet abı:)
     
  9. Eczacı

    Eczacı

    Mesajlar:
    3.057
    Şehir:
    Aydın
    Favori Kamış:
    olta
    Reis'in Köpekleri

    Yaşlı Kızılderili Reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı.

    Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
    Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı, iki iri köpekti bunlar.

    Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli görünürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine.

    Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

    "Onlar," dedi, "benim için iki simgedir evlat."

    "Neyin simgesi?" diye sordu çocuk.

    "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."

    Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

    "Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
    Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:

    "Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!"

    Buda kıssadan hisse ;) Anlayana
     
  10. Eczacı

    Eczacı

    Mesajlar:
    3.057
    Şehir:
    Aydın
    Favori Kamış:
    olta
    sizlerde sağolun kardeşlerim benim :) :)
     
  11. N@mık

    N@mık

    Yaş:
    55
    Mesajlar:
    4.240
    Şehir:
    Batı Akdeniz
    Favori Kamış:
    Bilgi, Deneyim, Emek, Sabır ve Nasib
    En İyi Avı:
    Kocaman bir hayaldi kaçan
    Suçlu Yetiştirmenin 8 Altın Kuralı

    Geleceğin suçlusunu yetiştirmenin en basit kuralı:

    1- Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başla! Bu şekilde herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.

    2- Kötü sözler söylediği zaman, gül. Böylece o kendisinin akılı olduğuna inanacaktır.

    3- Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretme 21 yaşına gelince kendisi karar versin, diye bekle.

    4- Yerde bıraktığı her şeyi kaldır, kitaplarını, ayakkabılarını, elbiselerini, onun için her şeyi sen yap ki o bütün sorumluklarını başkalarına yüklemeye alışsın.

    5- Onun önünde sık sık kavga et ki bu sayede aile bir gün parçalanırsa o da o kadar şaşırmasın.

    6-Ona istediğin kadar harçlık ver ki hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.

    7- Yiyecek, içecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getir ki istediklerini her zaman arzu etmeye alışsın.

    8- Komşularla, öğretmenlerle, polislere karşı, daima onun tarafını tut ki onların hepsine karşı peşin hükümleri olsun.

    Bütün bunları ve buna benzerleri yaparak yetiştirdiğin O'NUN, günün birinde başına geçek bir bela gelirse, kendinden özür dile ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığın için kendine teşekkür etmeyi de ihmal etme.
     
  12. geneben

    geneben Aşkın

    Yaş:
    49
    Mesajlar:
    3.702
    Şehir:
    İzmir/Bornova
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Deniz turnası 70 cm 900 gr.
    Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna
    rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun.
    Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve
    yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme
    yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

    Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır.
    Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?"
    diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.
    İki ucu keskin bıçaktır bu işin.
    Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman.
    Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur.
    İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
    Sen,"Ama senin için şunu yaptım" derken o,"şunu yapmadın" diye cevap
    verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka
    bir iddiayla karşılaşacaksındır.
    Üzülme,sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.
    Özledin,içtin,ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler
    yazdın. "Peki o ne yaptı" deme.Herkes kendinden sorumludur aşkta.
    Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller
    koyuyorsa bu onun sorunu.
    Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için
    uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
    Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü
    sonuna kadar yaşasın.
    Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak"
    yaşamayı öğreneli çok oldu.
    Hem ne olmuş yani,yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil.
    Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki....
    Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.
    Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu?
    Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da
    keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın
    yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası.... Sen
    yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek
    sesi ne bilmeyenler,ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma;
    yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte.
    Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu.
    Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen
    cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

    NAZIM HİKMET
     
  13. Oztemiz80

    Oztemiz80

    Mesajlar:
    698
    Şehir:
    Konya-Beyşehir
    Favori Kamış:
    el oltası
    En İyi Avı:
    1 kg sudak 1,5 kg kadife
    Abi teşekkürler gerçekten güzel bir hikaye...
     
  14. Oztemiz80

    Oztemiz80

    Mesajlar:
    698
    Şehir:
    Konya-Beyşehir
    Favori Kamış:
    el oltası
    En İyi Avı:
    1 kg sudak 1,5 kg kadife
    Üstad sana da çok teşekkürler her zaman akılda tutulması gereken bir konu...
     
  15. Eczacı

    Eczacı

    Mesajlar:
    3.057
    Şehir:
    Aydın
    Favori Kamış:
    olta
    Sende sağol Mustafa kardeşim :)
     
  16. BİR ŞİİR VE BİR AŞK HİKÂYESİ

    Üniversiteli delikanlı Kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz,minik bir salon.. Seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. O kadar yakındılar.. Delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. Hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. Az sonra bir şeyi daha hissetti. Uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Göz göze geldiler.. Kız gülümsedi.. Delikanlı, çok popülerdi o yıllarda.. Kız onu tanımış olmalıydı. Kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. Set değişip, takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. Üçüncü sette tekrar eski yerine dondu.. Kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. Bir defa daha gülümsedi. Manidar.. "anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. Pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canim, o dünyalar şirini kızı görmek için.. Delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.. Dahası.. Ankara Koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı kız bu defa, iyice gülmüştü.. Karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce.. Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. O zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. Kaptan "tabi" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. Biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. Sende gel. Hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.." "Mutluluk iste bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "Mutluluk işte bu.." Ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. Konser gününü de hiç ama hiç unutmadı.. O ne heyecandı öyle.. Konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. El sıkıştılar.. O güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. Kaptan, salona girdiklerinde,ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. İnanamıyordu delikanlı.. Onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı,sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken -o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydi ya- o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. Ama uzatamıyordu işte elini.. Her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu k i.. Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. Kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. Kızın omzuna değil.. Koltuğun üzerine.. Sonra kız arkaya yaslandı.. Bir kaç sac teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. Dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. Konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "sizi her maçımızda görüyoruz. Alıştık nerdeyse.. Yarın Adana'da maçımız var.. Gözlerimiz sizi arayacak.." Hayır, aramayacaktı.. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana kebap yedirecek kadar para vardı.. Gece yarısı kalkan otobüse bindi.. Sabah erkenden Adana'ya indi. Maç saatine kadar başı boş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. Maç falan değildi sebep tabii.. İlk sette kız farkında bile değildi onun.. Nerden olsundu ki.. İkinci sette öbür tarafa gittiler.. Döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı.. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, birazda gurur vardı sanki.. Ankara'nın hele Kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu.. Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. Tek kelime konuşmadan.. Konuşmaya gelmemişti ki.. Kız "keşke orada olsaydın" demişti. O da olmuştu iste.. Hepsi o.. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında.. Bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.. Söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. Öğleden sonrayı zor etti, Kolejin önüne gitmek için.. Kızın karşıdan geldiğini gördü. Koşarak yanına gitti. "Bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan .. Kız, Necip Fazıl ' ın dört satırını okurken..

    "Ne hasta beklerdi sabahı
    Ve ne genç oluyu mezar
    Ne de şeytan bir günahı
    Seni beklediğim kadar!.."

    Ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde Kolejin önündeydi gene.. Kız karşıdan geliyordu.. Bu defa yanında arkadaşları yoktu. Yalnızdı.. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. Gözlerine inanamadı genç adam.. Onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. Evet, çağırıyordu işte.. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "Sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. Oda heyecanlıydı, belli.. "Bak iyi dinle.. Dünkü satırlar için çok teşekkürler.. Herhalde hissettin, bende senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. Ve de su anda, onu terk etmem için bir sebep yok." "O zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi, delikanlı ikiletmeden.. Ayrıldı kızın yanından.. Bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. Bir daha onu hiç görmeden.. Yıllarca sonra Levent'in söyleyeceği şarkıda ki Sezen 'in sözlerini o zaman biliyordu sanki. Aşk onurlu olmalıydı.. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. Tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. Hastanın sabahı, şeytanın günahı beklediği gibi bekledi..Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, umutsuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi.. Ama bekledi.. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi. Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. İki dörtlüktü şiir.. İlki kıza verdiği.. Bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar.. O dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. Cebine koydu.. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu.. Okullar kapandı, açıldı.. Aylar, aylar geçti..Bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "Günlerdir seni arıyorum" dedi. "Günlerdir seni arıyorum. İşte sana haber.. Artık hayatımda hiç kimse yok!.." "Yaa" dedi delikanlı.. "Yaa" dedi sadece.. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı.. "Yaaa!.." Cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "Bu da sonu onun.." Sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. Kız ikinci dörtlüğü oracıkta okurken..

    "Geçti istemem gelmeni
    Yokluğunda buldum seni.
    Bırak vehmimde gölgeni
    Gelme artık neye yarar!.."

    Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor.. O uzun, çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını?. Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yasayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. O sevgilinin kendisi bile.. hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti yani?.. Ya da.. Ya da.. Bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba? Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor.. Bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. Çünkü, delikanlı, bendim!..
     
  17. geneben

    geneben Aşkın

    Yaş:
    49
    Mesajlar:
    3.702
    Şehir:
    İzmir/Bornova
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Deniz turnası 70 cm 900 gr.
    Kimdi o delikanlı isim yok :confused:
     
  18. Bir Küçük Tebessüm

    Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme
    adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava
    içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta
    teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı,
    yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her
    öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş
    bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu.
    Aksam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her
    zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
    Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından
    aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra,
    bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak
    tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek
    yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin
    soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha
    kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar
    sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle
    bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra
    bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak
    üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.

    Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan
    bir TEBESSÜMSÜN sonucuydu.
     
  19. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    herkesin bir hikayesi vardır

    Ünlü basketbolcu Hidayet Türkoğlu eşiyle birlikte, Eminönün de geziyordu. Önce akvaryumcuları dolaştılar, Kapalıçarsı, Nuriosmaniye, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı derken, Yeni Caminin önüne kadar geldiler. Orada bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı...
    Sonra simitçiye yaklaştı:
    - Simit'in kaça koç ? - 300 bin abi. Çıtır çıtır....
    - Tezgahta kaç simit var ?
    - 70-80 tane var herhalde...
    - Hepsini alsam ne tutar ?
    - Seksen desek 24 milyon.
    - Al sana 30 milyon... Farzet ki hepsini aldım...
    -Sağol abi... sağol...

    Basketbolcu üç onluk çıkartıp simitçinin önüne bıraktı. Eşi şaşkındı. Üç beş adım yürümüşlerdi ki eşine yaklaşıp fısıldadı.

    - Hidayet sen deli misin ?
    - Yooo
    - Peki yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin ?
    - Boşver sorma.
    - Diyelim ki soruyorum. Hem de ısrarla soruyorum.
    - Öyleyse söyleyeyim.
    - Lütfedersiniz beyefendi.
    - Tablanın kenarı dikkatini cektimi ?
    - Hayır.
    - Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıstı.
    - Nasıl bir isim ?
    - Hidayet !
    - Yoksa ?
    - Evet o tezgah, eskiden benimdi.

    Bu hikayeyi Hidayet Türkoğlu tv8 de katıldığı bir programda kendisi anlatmıştır..
     
  20. N@mık

    N@mık

    Yaş:
    55
    Mesajlar:
    4.240
    Şehir:
    Batı Akdeniz
    Favori Kamış:
    Bilgi, Deneyim, Emek, Sabır ve Nasib
    En İyi Avı:
    Kocaman bir hayaldi kaçan
    ben yaşıyorum