KARAGÖZ'ÜN KARGASI Karagöz: " Hacivat, bak karga aldım. " Hacivat: " Ne? Karga mı? Ne kargası? " Karagöz: " Karga kargası. Nasıl şaşırdın ama? " Hacivat: " Çok şaşırdım! Aman Karagözüm, nereden aldın bunu? " Karagöz: " Pazardan. " Hacivat: " Pazardan mı? Kaça aldın? " Karagöz: " Dört akçeye. " Hacivat: " Nee? Dört akçe mi? " Karagöz: " Evet, dört akçe. " Hacivat: " Sen ne yaptın Karagözüm? Hiç bu karga dört akçe eder mi? " Karagöz: " Etmez mi? Ya kaç akçe eder? " Hacivat: " Bırak dördü, üçü, ikiyi, bir akçe etmez. " Karga söze karışır: " Bir akçe etmez miyim? Karagöz kim bu ya? " Karagöz: " Hacivat, çok iyi arkadaşımdır. " Karga, Karagöz'ün kolundadır. Hacivat'tan yana döner. Sesi tok, duruşu ciddidir. Sert bakar. Hacivat bir adım geriler. Karga: " Senin adın Hacivat mı? " Hacivat: " Evet Hacivat. " Karga: " Nerelisin? " Hacivat: " Buralı." Karga: " Burası neresi? " Hacivat: " Şey, yani Bursa. " Karga: " Bursa'nın adı ne zamandan beri şey yani Bursa oldu? " Hacivat söyleyecek söz bulamaz. Renkten renge girer. Başını hafifçe öne eğer. Gözlerini kısar. Karagöz'den yana döner. Bakışları, imdat, beni bu kargadan kurtar, Karagöz, der gibidir. Karagöz durumu hemen kavrar. Hacivat'ın süngüsü düşmüştür. Bu bulunmaz fırsatı değerlendirir: " Hacivat korktu. Karga, parçala onu. " diye bağırır. Karga: " Sen sus Karagöz, " der. Karagöz susar. Gözlerini kapatır. Bir imparatorluğun çöküşünü dinlemek için, kulaklarını on altı açar. Karga, Hacivat'a döner: " Seni kanatsız, tüysüz yaratık seni. Kendini ne sanıyorsun? Beni dört akçeye Karagöz aldı. Sen kendini pazarda sat bakalım. Bırak akçeyi kuruş veren olmaz. Yolarım sakallarını sonra sokağa çıkamazsın. " Bunun üzerine Hacivat bir kaçış kaçar ki sormayın. Aradan günler geçer. Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Hacivat sorar: " Vay Karagöz, karga yok mu? " Karagöz: " Yok. Sattım kargayı kurtuldum. Ne belaymış be. " Hacivat: " Aman Karagözüm, bela dedin. Sana ne yaptı bu karga? " Karagöz: " Ne yapmadı kİ? Geçen gece sabaha kadar uyutmadı. Hayatını anlattı. 200 yaşındaymış. Dünyanın pek çok yerini gezmiş, dolaşmış. Saraylarda yaşamış. Krallarla, prenslerle dost olmuş. Gençliğinde göklerin hakimiymiş. Kartallar, bundan korkarmış. Daha neler, neler.. Sabah olunca yarı uykuluyum ya, sus da biraz uyuyayım, dedim. Sen misin bunu bana diyen. Bana bir daldı. Yere yıktı. Kanatlarıyla vurdu, gagaladı. Ama elinden kurtuldum. Pencereden atlayıp kaçtım. Sokaklarda uzun süre dolaştım. Ağaçlık bir alan gördüm. Oraya girip saklandım. Kendimce hafiften söyleniyordum. Karagöz, ne vızırdayıp duruyorsun, diyen bir ses duydum. Kafamı kaldırıp baktım. Ağacın dalında karga? Ağzım açık bakakaldım. Karga, beni pazara götür, on akçeye sat, dedi. Onu pazarda on akçeye sattım. Bu işten epey karlı çıktım. " Hacivat: " Desene bu kargadan ben ucuz kurtulmuşum.. Kargayı kim aldı? " Karagöz: " Kilimci Ahmet. Beni yerlerde sürükleyen karga kilimciyi ne yapar? " Hacivat: " Halı gibi dokur. Dörde böler, on ikiyle çarpar. " Karagöz: " Hal ve gidiş böyle. Bana güle güle " der. Böylelikle iki arkadaş evlerine gitmek üzere birbirinden ayrılırlar. ================================================================ KARAGÖZ İLE HACİVAT: İŞKEMBE ÇORBASI Hacivat evden çıkar, bir koşu gidip Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar. Hacivat: " Karagözüm, koş, hanım işkembe çorbası pişirdi. " Karagöz: " Hanım işkence çorbası mı pişirdi? " Hacivat: " İşkencenin çorbası mı olurmuş? İşkembe çorbası: Bol sirkeli, sarımsaklı. " Karagöz: " Beni evine götürüp işkence mi yapacaksın? " Hacivat: " Aman Karagözüm, ne işkencesi? Seni çorba içmeye çağırdım. " Karagöz: " Demek bana işkence yapmaya kararlısın? Seni kolculara söyleyeyim de falakaya yatırsınlar. " Hacivat: " Aman Karagözüm, etme eyleme. Beni kolculara teslim etme. " Karagöz: " Sakın buradan ayrılma. Tabanlarına on sopa ye de aklın başına gelsin. " Karagöz gidince Hacivat evine döner ve samanlığa saklanır. Karagöz ile kolcular, biraz aradıktan sonra, Hacivat'ı samanlıkta bulur. 1. kolcu Karagöz'e sorar: " Bu sana ne yaptı? " Karagöz: " Beni evine çağırdı. İşkence yapacakmış. Sonra da pişirip çorbamı içecekmiş. On sopa vurun da akıllansın. " 2. kolcu: " Yüz sopa vuralım " 1. kolcu: " O kadarı fazla. Elli sopa yeter. " Çaresiz kalan Hacivat, Karagöz'ün boynuna sarılır: "Aman Karagözüm, sen büyüksün. Suçum azdır. On sopa yeter. " Karagöz'ün demesiyle kolcular on sopa vurup gider. Karagöz Hacivat'ı ayağa kaldırır, sırtına biner, çevrede dolaştırır. Böyle yapmasının sebebi, Hacivat'ın tabanlarının şişmesini önlemektir. Yoksa Hacivat yürüyemez hale gelirdi. Karagöz'den ayrıldıktan sonra Hacivat ağır aksak evine doğru giderken, düşüncelere dalar: " Söylediklerimi yanlış anlayan Karagöz'e mi kızsam, beni dinlemek zahmetine katlanmayan kolculara mı kızsam bilemedim. Belki her üçüne kızmak daha doğru. Bu dünyada niye böyle haksızlıklar, adaletsizlikler olur, onu da çözemedim. Gel de isyan etme. " ====================================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: KABAK PİŞTİ, TABAĞA DÜŞTÜ Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Hacivat: " Aman Karagözüm, ben de seni arıyordum. " Karagöz: " Buldun işte ne olacak? " Hacivat: " Hanım evde kabak pişirdi, bir tabak kap da gel. " Karagöz: " Senin hanım tabak mı pişirdi? " Hacivat: " Tabak değil, kabak pişirdi. " Karagöz: " Tamam gelirim. " Hacivat geri dönüp giderken, Karagöz arkasından söylenir: " Hanımı evde tabak pişirmiş. Ben evden kabak getirecekmişim. Pişmiş tabağı kabağın içine koyacakmışım. Şu Hacivat hekime bir uğrasa iyi olacak. " ==================================================================== KARAGÖZ İLE HACİVAT: DOST ACI SÖYLER Karagöz: " Hacivat, biz eski dostuz, değil mi? " Hacivat: " Aman Karagözüm, tabi ki eski dostuz. " Karagöz: " Mesela ne kadar eski? " Hacivat: " Çok eski. Yılları üst üste toplamak zaman alır. " Karagöz: " Dost acı söylermiş, doğru mu? " Hacivat: " Doğrudur. Yanlışta olan dostuna acı söylersin. Onu uyarırsın. " Karagöz: " Gel o zaman şu kebapçıya girelim. Bana acı söyle. " Hacivat: " Karagözüm, neden acı söyleyeyim? Yanlışa düşmedin ki. Acı konuşamam. " Karagöz: " Bre Hacivat, acılı Adana söyle. " Hacivat: " Ha şu mesele. Olur söylerim. Benim dostumsan sen de bana bir acılı söylersin. " Karagöz: " Söyledim gitti ama hesabı ödemen şartıyla. " Hacivat: " Olur Karagözüm, hesabı ben öderim. " ================================================================ KARAGÖZ İLE HACİVAT: HERKÜL Hacivat kurbanlık koyun seçmektedir: " Karagözüm gel, şu koyunu kucakla. Bakalım elli okka çeker mi? " Karagöz koyunu kaldıramaz. Etrafına toplananların bakışlarından etkilenir ve başını öne eğer. Hacivat böyle bir fırsatı kaçırmaz: " Yazık sana Karagözüm, bir koyunu kaldıramadın. Oysa bu alanda bir tosunu kaldırdığına ben şahidim. " Karagöz başını kaldırır, derin bir iç geçirir: " Doğru o zaman yirmi beş yaşındaydım. Herkes bana herkül demişti. " Hacivat: " Şimdi yaşın elli oldu. Herkülün heri gitmiş, külü kalmış. Bir yirmi beş yıl sonra külün de kalmaz. " Seyredenlerden gülenler olunca Karagöz Hacivat'ın alay ettiğini anlar. Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Yakasından yakalar. Hacivat gömleğini çıkarıp, Karagöz'ün elinden kurtulur ve kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat'ı kovalar ancak yakalayamaz. ================================================================== KARAGÖZ İLE HACİVAT: DEVE ÇORBASI Hacivat: " Karagözüm, yanında torba var mı? " Karagöz: " Hı.. " Hacivat: " Torba, torba. Şuradan biraz ot yolalım. " Karagöz: " Sabah içtiğim mercimek çorbası. " Hacivat: " Çorba değil, torba dedim. " Karagöz: " İşkembe çorbası, yayla çorbası. " Hacivat: " ? " Karagöz: " Tavuk çorbası, deve çorbası. " Hacivat: " Ötekiler neyse de deve çorbası ne alaka? " Karagöz: " Deveyi yatırırsın falakaya. " Hacivat: " Hani deve nerede? " İşte diyen Karagöz hamle yapınca Hacivat kaçar. Arkasından koşan Karagöz, dur kaçma, elli sopa hediyem olsun, diye bağırır. ========================================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİR KÜP ALTIN Karagöz kuyu açmak için, bahçeyi kazarken bir küp altın bulur. Çok sevinir. Bir saat sonra Bursa'da Karagöz'ün altın bulduğunu duymayan kalmaz. Halk, kapının önünde uzun kuyruklar oluşturur. Karagöz sıradan gelene on altın verir. Altınlar giderek azalmaya başlar. Hacivat Karagöz'ün altın bulduğunu ama bu altınları dağıttığını duyunca soluğu Karagöz'ün yanında alır. Hacivat: " Aman Karagözüm, altın bulmuşsun, iyi, güzel de bulduğun altınları neden dağıtıyorsun? " Karagöz: " Altınların yarısı bana yeter. Diğer yarısı fakir fukaranın. Onlar da sevinsin. " Hacivat: " Karagözüm, sen ne kadar altın buldun? " Karagöz: " Bir küp altın. Küp benim boyumdan daha uzun. " Hacivat: " Fakir fukaranın diyorsun da kalabalık arasında servet sahibi çok zengin gördüm. Bunların içinde sabahtan beri üç dört defa kuyruğa girenler varmış. Elbise değiştirip tekrar kuyruğa girerlermiş. " Karagöz: " Vay köftehorlar? Boşuna değil şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirip bakışlarını kaçıranlar vardı. " Hacivat: " Bu zenginler daha zengin olursa halkı çok fazla ezer. Zenginleri şımartma. Dağıtımı kes. Kalan altınları sayalım. Kendine yetecek kadarını ayır gerisini yarın ben senin yanında gerçek ihtiyaç sahiplerine veririm. " Karagöz: " Tamam Hacivat, dediğin olsun. " Karagöz halktan yana dönerek, bugünlük dağıtım bitti. Yarın altınları Hacivat dağıtacak deyince homurtular artar, kalabalık dağılır. Hacivat Karagöz ile birlikte bahçeye çıkar. Karagöz küpte kalan iki avuç altını Hacivat'a verir ve başka altın kalmadığını söyler. Hacivat düşer, bayılır. Daha sonra ayılan Hacivat, bu altınları da dağıtır korkusuyla Karagöz'ün verdiği altınlarla birlikte evinin yolunu tutar. Ertesi sabah küpteki altınların sıfırlandığını duyanlar, Karagöz'ün evinin önünden uzaklaşır. Karagöz bakkala peynir, ekmek almak için gider ama borç bini aştı, dün neden ödemedin borcunu diyen bakkal veresiyeyi kestiğini söyler. Karagöz başı önde evine döner. Daha ertesi sabah Hacivat eve gelir. Karagöz üzgündür. Keşke altınları dağıtmasaydım, seni çağırsaydım. Böyle aç- susuz kalmazdım, der. Hacivat: " Yani artık akıllandın. " Karagöz: " Akıllandım ama gitti altınlar, tükendi. " Hacivat, Karagöz'ün verdiği altınları çıkarır. Altınlar tükenmedi Karagözüm, bunlar bana verdiğin altınlar. Al, hepsi senin der ve altınları verir. Karagöz altınları alır ve gözlerinden iki damla yaş akar. Hacivat'a sıkıca sarılır. İşte gerçek dost böyle olur, der. Hacivat: " Bir küp altın daha bulsan yine dağıtır mısın? " diye sorar. Bunun üzerine Karagöz: " Bir daha yanlışa düşmem. Kimseye haber vermem. Altınları bozdurur harcarım. " der. ======================================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÜZÜM ÜZÜME BAKAR Karagöz: " Sana bir atasözü söyleyeyim, Hacivat. " Hacivat: " Söyle bakalım Karagözüm. " Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka conki. " Hacivat: " Bu ne biçim atasözü? " Karagöz: " Yanlış mı söyledim. " Hacivat: " Tabi yanlış söyledin. " Karagöz: " Üzüm üzüme baka baka Karagöz. " Hacivat: " Yine yanlış. " Karagöz: " Neresi yanlış. " Hacivat: " Sonu yanlış. Atasözünde adının işi ne? " Karagöz: " Karalı bir şey vardı sonunda. " Hacivat: " Doğru. Üzüm üzüme baka baka kara.. " Karagöz: " Buldum. Kara kara. " Hacivat: " Hayır. " Karagöz: " Karabiber. " Hacivat: " Olmaz. " Karagöz: " Belki şöyle olur. Ben kendi aklıma göre söylesem. " Hacivat: " Söyle bakalım. " Karagöz: " Hacivat Karagöz'e baka baka Karagöz. " Hacivat: " Hayda? Bu ne demek? " Karagöz: " Yani sen bana baka baka Karagöz oldun. " Hacivat: " Ben Karagöz olduysam sen de bana bakarak Hacivat oldun. " Karagöz: " O zaman gel yer değiştirelim. Ben oraya sen buraya. " Hacivat: " Şimdi ne oldu? " Karagöz: " Ben Hacivat oldum, sen Karagöz. " Hacivat: " Öyle olsun. Senin sohbetine doyulmaz. Bir yere uğramam gerek. Sonra görüşürüz. " Kendini Hacivat zanneden Karagöz Hacivat'ın evine gider. Kapıyı çalar. Kapıyı açan Hacivat'ın hanımına ben Hacivat oldum der ve içeri girmeye kalkar. Hacivat'ın hanımı, seni kendini bilmez, diye bağırır ve mutfaktan kaptığı oklavayla Karagöz'ün kafasına vurur. Aklı başına gelen Karagöz kaçıp gider. Akşamüstü eve gelen Hacivat'a hanımı olanları anlatır. Hacivat ise, bugün Karagöz'le konuştuklarını nakleder. Karagöz'ün ikisi arasındaki konuşmaların etkisinde kaldığını söyler. Böylelikle Karagöz evleri şaşırıp bizim eve gelmiş, der. Hacivat'ın Hanımı: " Şu senin gözü kara başka birinin daha evine girmeye kalkmasın? " Hacivat: " Yok daha neler? Dersini almış. Karagöz aynı yanlışa iki kere düşmez. " ======================================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: İNEGÖL'E ON İŞÇİ Hacivat: " Haydi, son bir kişi araba kalkıyor. Vay Karagözüm, hoş geldin. Araba kalkıyor. " Karagöz: " Hı. " Hacivat: " At arabası kalkıyor. İşçi gideceksin. İnegöl'e patates toplamaya. " Karagöz: " Dişim ağrımıyor ki, İnegöl'e dişçiye niye gideyim? " Hacivat: " Dişçiye değil, işçi gideceksin. " Karagöz: " Piştide çok iyiyimdir. Geçen gün nasıl seni kahvede yenmiştim. Herkesin içinde ağlamıştın. " Hacivat: " Ah Karagözüm, benim ağlamam yenildim diye değil. " Karagöz: " O zaman neden ağladın? " Hacivat: " Benim aldığım sayıları kendine yazmışsın. Senin zavallı haline acıdım da ağladım. " Karagöz: " Doğru, yenilince zavallı durumuna düşmüştün. Bak ısrar etme yine ağlatırım seni. " Bir işçi gelir, araba dolar ve gider. İkinci bir at arabası gelir, kenara yanaşır. Hacivat: " Haydi, İnegöl'e on işçi. Günübirlik iş. Gündelik iki akçe. " Karagöz: " Az önce kalkan araba nereye gitti, Hacivat? " Hacivat: " İnegöl'e gitti. Patatese. Gündelik iki akçe. Çalışan kazanır. " Karagöz: " Yazıklar olsun sana Hacivat. Bana neden söylemedin? O paraya ihtiyacım vardı. " Hacivat: " Aha? Söyledim ya. Son bir kişi dedim. İnegöl'e patates toplamaya dedim. İşçi gideceksin dedim. " Karagöz: " Öyle söylemedin. Dişçiyle, piştiyle kandırdın beni. " Hacivat: " Dur Karagözüm, bu arabaya bin. Aynı yer, aynı iş. Atları biraz kırbaçlarsınız, onlardan önce varırsınız. " " Demek beni adamlara kırbaçlatacaksın? Bir daha seninle konuşursam iki olsun, " diye yürüyüp giden Karagöz'ün arkasından Hacivat bakakalır. ============================================================================ EN AKILLI KARAGÖZ Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Hacivat: " Karagözüm, bal almak ister misin? " Karagöz: " Hı.. " Hacivat: " Şu köşede bal satıyorlar. Kilosu dört akçe. Al istersen. " Karagöz: " Zaten eskiden beri benim hayalim. " Hacivat: " Hayalin mi? Ne hayali? " Karagöz: " Sal satıyorlar dedin ya. Bir sal alıp dünya turuna çıkmak. " Hacivat: " Sal değil, bal satıyorlar. Hey koca kafalı, sağır kulaklı. " Karagöz: " Doldururdum çoluk çocuğu sala, kürek çeker, okyanusa ulaşırdım. " Hacivat: " Okyanusu bırak, herkes bal alıyor. " Karagöz: " Herkes fal bakar ama kimse benim gibi fal bakamaz. " Hacivat: " ... " Karagöz: " Geçen gün kahve falıma baktım. İyi yerdeydim. " Hacivat: " Nasıl yani? " Karagöz: " Çıkmışım kavağın ucuna, yukarıdan akıl dağıtıyorlar. Ben yüksekteyim ya en çok aklı ben aldım. " Hacivat: " Sorması ayıp olmasın, ne yaptın o akılları? " Karagöz: " Kaybolmasın diye beynime doldurdum. " Hacivat: " Senin beynin akıl dolu da, sen çok akıllısın da ben mi fark edemedim? " Karagöz: " Boşuna akıllıyım deme Hacivat, akıl dağıtılırken sen orada yoktun. " ================================================================== KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANDA Hacivat: " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da bil. " Karagöz: " Sor bakalım ama kolay olsun. " Hacivat: " Canı kaymak isteyen, neyi yanında taşır? " Karagöz: " Parayı yanında taşır. " Hacivat: " Olmaz. " Karagöz: " Parasız kaymak nasıl alacak? " Hacivat: " Bilmeceyi sulandırma. Olmaz dedim. " Karagöz: " Süthaneyi yanında taşır. " Hacivat: " Olmaz. " Karagöz: " Mandırayı yanında taşır. " Hacivat: " Olmaz Karagözüm, olmaz. Bu şey bir hayvan. " Karagöz: " Hayvan mı? " Hacivat: " Evet, büyükbaş bir hayvan. " Karagöz: " Buldum. Fil. " Hacivat: " Fil değil. " Karagöz: " Filin de sütü var. Sütünden kaymak olmaz mı? " Hacivat: " Karıştırma şimdi fili. Bu bir ahır hayvanı. Çamura yatmayı çok sever. " Karagöz: " Çamur hayvanı. " Hacivat: " ... " Karagöz: " Hayvan çamuru. " Hacivat: " ... " Karagöz: " Tamam buldum. Öküz. " Hacivat: " Öküzün sütü nerede? " Karagöz: " O zaman inek. " Hacivat: " İnek benzeri, manda gibi. " Karagöz: " Şimdi aklıma geldi: Manda. " Hacivat: " Doğru Karagözüm, bildin. " Karagöz: " Bilirim tabi. Benim adım Karagöz. Her sorunun cevabını şıp diye bilirim. " Yazan: Serdar Yıldırım
KARDEŞLİK HİKAYELERİ SIRTLAN ZOBO Sırtlan gruplarının dışladığı, aralarında barındırmadığı Zobo adındaki sırtlan bir şehrin çok yakınlarına gelmişti. Çayırın ortasında toparlak bir şey dikkatini çekti. Bu neydi? Zobo, onu kokladı. Burnuyla ittirdi. Yuvarlanıyordu. Biraz daha, biraz daha derken, o yuvarlandıkça, Zobo zevk aldıkça, oyun sürdü. Daha sonra oyunu bıraktı. Yorulmuştu. Çimenlere yattı. Uyuyakaldı. Zobo gürültüye uyandı. Tatlı tatlı gerindi. Anında gerinmeyi bırakıp büzüştü. Vitesi geri taktı. Geri geri gitti. Az sonra çalıların arasında görünmez oldu. Ama görüyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Bu dünyanın sahipleri yani insanlar, o yuvarlanan şeyin peşinden koşuyordu. Arada bir durup bağırışıyorlar sonra yine oyuna devam ediyorlardı. Tahta direklerin arasında biri o yanda, biri bu yanda, iki insan sabit bekliyordu. Eğer vuruş direklerin arasından geçerse gool diye bağırıyorlardı. Galiba bunlar iki ayrı takımdı ve maç yapıyorlardı. Bunları düşünürken toparlak şey yuvarlandı ve yanına geldi. Zobo fırladı, topu burnuyla ittirdi, ayaklarıyla vurdu, sahanın ortasına geldi. Zobo'yu görünce önce korkan insanlar, sonra alıştılar. Gol atınca onu alkışladılar. Koştu, koştu, insanlarla çoştu, başroldeydi ve kalıplaşmış bir takım fikirleri kırmak mümkündü. Sonra insanlar gittiler, Zobo yalnız kaldı. Daha sonraki günlerde çok bekledi insanlar gelir diye ama kimse gelmedi. Güçlü çenesiyle ısırarak topu patlattı. Ses yüksek frekanslıydı, çok korktu. Hızla koşarak oradan uzaklaştı. Dağlara gitti. İnsan yapısı top patlıyor ve korkutuyordu. Demek ki, insan da patlar ve korkuturdu. Bunun üzerine bir daha insanlarla karşılaşmamaya söz verdi. SON ========================================================- PANTER Panterin biri, bir ovanın ortasına bakkal dükkanı açmış. Özellikle su, sulu gıdalar ve et satışları çok oluyormuş. Panter bire almış, ona satmış. Parasına para katmış, zengin olmuş. Ovada yaşayanların eğitim eksikliği panterin dikkatini çekmiş. Bakkal dükkanının karşısına ticaret okulu yaptırmış. Pek çok yavru hayvan bu okulda okumaya başlamış. Ticaret dersine panter girerek ders vermiş. Onlara ticaretin kurallarını, ticarette nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiğini öğretmiş. Bir yıl sonra okul ilk mezunlarını vermiş. Yavru ayı, yavru kurt, yavru tilki... şimdi kocaman olmuşlar. Mezun olur olmaz ovadaki tek ticarethane olan bakkala yönelmişler. Panter, suyu, eti kaça alıp kaça satıyor, araştırmışlar. Okulun masraflarını karşılamak için, karını giderek artıran ve bire alıp yirmiye satmaya başlayan panterden şikayetçi olmuşlar. Orman mahkemesi panteri suçlu bularak hapse atmış. Panterin ilk ziyaretçileri öğrencileri olmuş. Toplu halde gelen öğrenciler panterden özür dilemişler. Panter onları sessizce dinlemiş. Ertesi gün panteri odasına çağıran hapishane müdürü, öğrencilerinizi iyi yetiştirmişsiniz, deyince, panter, ne demezsin, demiş. Hem biraz fazla iyi yetiştirmişim. Ticaret gelişsin, bölge kalkınsın derken, bu gidişle ticaret yok olacak. Hapishane müdürü: " Yok canım, öğrencileriniz bakkalı işleteceklermiş. Ticaret neden yok olsun? " Panter: " Bakın ben sıfırdan zirveye çıktım. Sıkıntılar yaşadım, fırtınalara göğüs gerdim. Onlar hazıra kondular. Paraşütle zirveye çıktılar. Küçük bir esinti karşısında direnemezler. Zirvede tutunamazlar. " Aradan bir ay geçmemiş. İflas eden bakkal dükkanı kapısına kilit vurmuş. Okul zaten kapanmış, öğrenciler dağılmış. Kuraklığı yaşayan ovada bir damla suya hasret kalınmış. Ova mahkemesi davayı gözden geçirmiş ve panteri serbest bırakmış. Panter bakkal dükkanını yeniden açmış. Dükkan müşterilerle dolup taşmış. Panter kar marjını artırarak bire alıp elliye satmaya başlamış. Panter okulu da açmış. Yeni öğrencilerine ticaret dersi vermeye başlamış. Derslerinde girişimci olmanın yararlarını ve girişimcinin korunması gerektiğini vurgulamış. Bir daha panteri hiçbir öğrencisi şikayet etmemiş. SON ================================================================ ANNE KANGURU Bir kanguru varmış. Kesesinde yavrusunu taşırmış. Zamanla yavru büyümüş, keseye zor sığar olmuş. Ayrılık vakti gelmiş, çatmış. Anne kanguru: " Benim güzel yavrum, artık büyüdün, kocaman oldun. Ayrılacağız, sen yoluna ben yoluma. " Bunun üzerine yavru kanguru: " Anne, ne olur beni bırakma. Ben sensiz ne yaparım? " Anne kanguru: " Ama canım, ben senin kadarken çoktan yalnız kalmıştım. Canımı dişime taktım, zorlukları alt ettim, hayatın kötülüklerine göğüs gerdim. Savaştım ve kazandım. " " Anneciğim, canım benim. Ne olur, bir süre daha seninle kalayım. Gelişeyim, güçleneyim. O zaman hızlı koşarım. Dingolar, ( Avusturalya'da yaşayan bir köpek türü. ) beni yakalayamaz. " Güzeller güzeli, Esat'ım benim. Aman, ağzından rüzgar alsın. Seni dingolara teslim etmem. Gerekirse birkaç ay daha sana bakarım. " Ertesi gün yavrusuyla birlikte otlamakta olan anne kanguru ilerden gelmekte olan dingoları görmüş. Dingolar geliyor deyince yavru kanguru annesinin kesesine girmiş. Hızla kaçmaya başlayan anne kangurunun peşine dingolar takılmış. Giderek yaklaşmakta olan dingolardan kurtulamayacağını anlayan anne kanguru, yavrusuna şöyle demiş: " Esat, dingolar yaklaşıyor. Şu köşeyi dönünce ağaçların arasına seni bırakacağım. Yere yat, sessizce bekle. Ben peşimdekilerden kurtulunca seni almaya gelirim. " " Tamam oldu. " Biraz sonra hafifleyen anne kanguru dingolarla arasını giderek açmaya başlamış. Sonunda dingolar, anne kangurunun peşini bırakmışlar. Anne kanguru çok uzaklardan geniş bir yay çizerek yavrusunu bıraktığı yere sabaha karşı gelebilmiş. Aramış, taramış, çalı diplerine, ağaç kovuklarına bakmış, bağırmış, yavrusu yokmuş. Günler sonra yavrusunu bulmaktan ümidini kesmiş ve ağlayarak bölgeyi terk etmiş. Yavrusunu başka bölgelerde arayacakmış. Annesi Esat'ı bırakalı birkaç saat olmuştu ki, oradan geçmekte olan kanguruların kralı, Esat'ı görmüş ve yanına almış. Yavrusu olmayan kral, Esat'ı tahtının varisi olarak yetiştirecekmiş. Böylece aradan on yıl geçmiş. Yaşlanan kral tahtını Esat'a bırakmış. Esat, kral olmuş. Kanguruları doğruluk ve adalet ilkelerine bağlı kalarak yönetmeye başlamış. Kralın evlatlığı Esat'a tahtını bıraktığı haberini duyan anne kanguru çok heyecanlanmış. Yeni kral acaba onun yavrusu olabilir miymiş? Adı da yaşı da aynen tutuyormuş. Anne kanguru saraya gitmiş. Görevlilere durumu anlatmış. Görevliler, olanları krala söyleyince kral hızla koşarak saray kapısında yaşlı gözlerle bekleyen annesine sıkıca sarılmış. Esat uzun yıllar krallık yapmış. Annesini yanından ayırmamış. Bu zaman süresince kangurular çoğalmışlar. Dingolarla çetin bir uğraş içine girmişler ve onları yenmişler. Sayıları azalan dingolar, uzak diyarlara göç etmişler. Böylelikle kangurular dingo korkusu olmadan yaşamaya başlamışlar. SON ==================================================================- LAMA VE PUMA Güney Amerika Kıtası'ndaki And Dağları'nda bir lama yaşıyormuş. Bu lamanın adı Heman'mış. Heman bazen sürüyle birlikte otlar, bazen yalnız gezermiş. Hayat güzelmiş, yaşamak güzelmiş, otlamak güzelmiş. Nereden gelmiş bilinmez bir puma ( Dağ aslanı ) ortaya çıkmış. Puma avlanmaya başlamış. Lamalar sağa sola kaçışmışlar ama puma her defasında bir lamayı yakalamış. Lamalarda bir korku, bir telaş; geceleri bile uyuyamaz olmuşlar. Bir pumanın karnı doyacak diye yüz lama can pazarında, doğru mu bu? Aradan yıllar geçmiş. Puma belası birkaç günde bir tepedeki mağarasından inerek lamaları avlamış. Son yedi yılda yedi yavrusu olan Heman'ın yavrularını puma almış. Heman, seneye yavrulamak istemiyormuş. Nasılsa puma kapacak diye öteki lamalara da yavru yapmamalarını söylemiş. Belki o zaman puma açlıktan ölürmüş. Günlerden bir gün Heman tepedeki mağaranın önünde oynaşan dört puma yavrusu görünce, bela bir iken yakında beş olacak. Bunlar bir büyürse vah bana, vahlar size, demiş arkadaşlarına. Yandık ki hem ne yandık, soyumuz kuruyacak, demiş arkadaşları. Bir yıl sonra avlanmaya başlayan beş puma kısa sürede lamaları kırıp geçirmiş. Geriye sadece Heman kalmış. Heman koşarak zirveye çıkmış. Ulu Kartal Kondor'a seslenmiş. Kondor gelmiş. Heman olanları anlatmış. Yardım dilemiş. Kondor, Heman'a acımış. Dileğini kabul etmiş. Sonraki günlerde pumaları birer birer avlamış. Heman oralardan çok uzaklara giderek başka bir lama sürüsüne katılmış. Aradan zaman geçmiş bir yavrusu olmuş. Pumasız ortamda yavrusunu büyütmüş. Birlikte kırlarda özgürce koşup oynamışlar. SON Fikir: Serhat Yıldırım Yazan: Serdar Yıldırım
HİKAYE YAZARI ÖMER SEYFETTİN İLE SERDAR YILDIRIM Tarih 4-Ağustos-2023 Bursa'da bir kitap mağazasında çok değerli yazarlarımızdan Ömer Seyfettin ile beraberim: " Sayın Ömer Seyfettin, bakın burası üç katlı bir kitap satış mağazası. İçinde binlerce kitap var. Ömer Seyfettin: " Ya Serdar, beni buraya neden getirdin? Ben 1920 yılını hatırlıyorum. O zamanlar 36 yaşındaydım. İstanbul'da bir lisede öğretmenlik yapıyordum. " " Evet doğru, bunları ben de biliyorum ama sizin bilmediğiniz bir şey var. 1920 dediniz. O zamandan şimdiki zamana 103 yıl geçti. 103 yıl sonra siz neredesiniz, hikayeleriniz nerede? " " Ben o hikayeleri yazdım, durdum. Bir İstanbul gazetesinde bunlar her gün tefrika halinde yayınlanırdı. Biliyor musun Serdar, yurdumuzu düşmanlar istila ettiğinde ben subaydım. Çanakkale taraflarında askeri ciple gidiyorduk. Gökyüzünde bir yazı belirdi. Fethun karib. ( Çanakkale’ye cephesini ziyarete giden heyeti edebiye içerisinde bulunan Ömer Seyfettin, yolda karşılaştıkları fevkalade bir hadiseyi Müjde adını verdiği hikayesinde anlatmıştır. Gün ağardığında heyet gökyüzünde ince bir duman ile “fethun karib” yazdığını müşahede etmiştir. Fethun karib, yakın bir fetih anlamındadır. ) 1915 yılı başlarıydı. Ne oldu? Neler oldu? Yolda gelirken ben Türküm dedin. Türkiye Cumhuriyeti dedin. Türkiye Cumhuriyeti'ne bravo da Osmanlı ne oldu? Bırak Osmanlı İmparatorluğu'nu Anadolu ne oldu? " " Mustafa Kemal 19-Mayıs-1919 tarihinde Samsun'a çıktı. " " Bunu biliyorum. " " Türk Ordusu ve Mustafa Kemal bir buçuk yıl Sakarya Irmağı doğusunda konuşlandı. Mustafa Kemal onlara savaş öğretti. Türk Ordusu Mustafa Kemal önderliğinde ileri atıldığında yunan askerleri şehirleri, köyleri yakarak kaçtı. Kurtuluş Savaşı'nı kazanan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Tarihe ismini altın harflerle yazdırdı. " " Mustafa Kemal adını daha önce defalarca duymuştum. Cumhuriyet yıllarına ömrüm vefa etmedi. Şu an çok sevinçliyim ve çok mutluyum. " " Mustafa Kemal kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 10-Kasım-1938 'e kadar 15 yıl bu görevini devam ettirdi. 24 Kasım 1934 yılında Atatürk soyadını aldı. Artık O Mustafa Kemal Atatürk'tü. " " Serdar, Atatürk hakkında kitaplar var mı burada? " " Evet var. " Atatürk kitapları reyonuna gittik ve Ömer Seyfettin'e kitaplarda yazılanları okudum. Her iki dakikada bir Ömer Seyfettin tarafından, Atatürk ayakta alkışlandı. Daha sonra birlikte Ömer Seyfettin kitapları reyonuna yöneldik. İki elime birer kitap aldım. Bakın, dedim, bu kitapta Kaşağı hikayeniz var. Bu kitapta da Kütük hikayeniz bulunuyor. Ömer Seyfettin: " Vay benim canlarım, ciğerlerim. Aradan 103 yıl geçmiş ve hikayelerim unutulmamış. Bir yazar aradan 50 yıl geçmiş ve hatırlanıyorsa unutulmamış demektir. Artık o yazar olmuştur. Ey Serdar Yıldırım, ben artık yazar oldum mu? " " Evet oldunuz, hem de çok değerli, unutulmaz bir yazar oldunuz. " " Yaşasın, ben şimdi çok mutluyum. " Ömer Seyfettin tansiyon ve şeker hastasıydı. Atina'da 10 ay esir kaldı. İstanbul'a geldikten sonra tansiyon ilaçları kullanmaya başladı ama şeker ilacı yoktu. 6 Mart 1920 yılında aramızdan ayrıldıktan 2 yıl sonra şeker ilacı icat edildi. Şu şeker ilacını 4-5 yıl önce icat etseydiniz olmaz mıydı? Ömer Seyfettin size nice yeni hikayeler armağan ederdi. SON
KARAGÖZ İLE HACİVAT: HARAMİ Hacivat pencereye çıkar ve karşı mahalledeki evinin bahçesinde bulunan Karagöz'ün üstüne atlar. İkisi birlikte yere yuvarlanır. Aralarında boğuşma başlar. Daha sonra Hacivat ayağa kalkar. Karagöz yerdedir ve gözleri kapalı durumdadır. Buna karşın, sağa sola yumruklar, tekmeler savurmaktadır. Hacivat, Karagöz'ün omzuna, koluna dokunarak uyarmak ister ama durmadan bağırıp çağıran Karagöz'dür. == Beş değil on olsanız hakkınızdan gelirim. Haramiler sizi. Adama evinin bahçesinde bile rahat yok. Hacivat: Karagözüm, ben geldim. Eski dostun Hacivat'ı nasıl tanımazsın? Karagöz: De git harami başı! Elleme kolumu, bacağımı. Hacivat: Karagöz, Karagöz kapkaragöz Sen dediğimi yap Karagöz Tekme, yumruk atma Karagöz Aç gözünü bak Karagöz. Hacivat'ın sesini duyan Karagöz önce sol sonra sağ gözünü açar. Hacivat'tan başka kimseyi göremez. Ayağa kalkar. Sen de kimsin böyle, diye sorar. Bunun üzerine Hacivat: Aman Karagözüm, beni nasıl tanımazsın? Hacivat adını nasıl unutursun? Karagöz: Hacivat mı? Hacivat adında bir arkadaşım yok benim. Hacivat: Ama benim Karagöz adında bir arkadaşım var. Karagöz: Olmaz olsun senin gibi arkadaş der, yerdeki kazmayı alır ve Hacivat'ın üstüne yürür. Uzun süre kovalar. Sonunda Hacivat bahçe duvarından atlayıp kaçar. Altı ay Karagöz'ün adını anmaz. ====================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: KAPLAN VE ASLAN Karagöz ile Hacivat hayvanat bahçesinden birer kaplanla aslan yavrusu satın alırlar. Evlerinin bahçesine yaptıkları demir kafeste besleyip büyütürler. İki yıl sonra Karagöz kaplanını, Hacivat aslanını kapıştırır. Kaplanla aslan, alt alta, üst üste mücadeleye başlar. Hacivat: Aslanım, o kaplanı parçala, ez, diye bağırır. Bunun üzerine Karagöz: Haydi, güçlü kaplanım, bir vur, bir de yer vursun, diye bağırır. Hacivat: Sen ne diyorsun Karagözüm, yer senin kaplanı vurdu. Bak sırtı yerden kalkmıyor. Vay, sen bana bunu nasıl dersin, diyen Karagöz, Hacivat'ın üstüne atılır, boğuşmaya başlarlar. Onların boğuştuğunu gören kaplanla aslan kavga etmeyi bırakıp Karagöz ile Hacivat'ı ayırır. Kaplan, Karagöz'e: Olur mu ağam, neden kavga edersiniz? Bizi birbirimize düşürdünüz iyi de siz niye vuruşursunuz? Karagöz: Hacivat, bak duydun mu? İlk sen başlattın. Hacivat: Hayır, Karagözüm. Ben aslanımı gayrete getirmeye çalıştım. İlk sen saldırdın. Aslan, Hacivat'a: Olmaz ki beyim, siz kavga etmeyin. Sadece bizi seyredin. Hacivat: Bizim kavga etmeye hakkımız yok mu? Aslan: Var tabi ama siz sahiden vuruyorsunuz. Hacivat: Biz sahiden vuruyoruz da siz şakacıktan mı vurdunuz? Aslan: Tabi şakacıktan. İlk kapışınca konuştuk, danışıklı dövüştük. Pençemizi hızlı kaldırıp en yavaşımızla vurduk. Aslanın sözleri üzerine Karagöz kaplana döner. Kaplanım, ne diyor bu? Doğru mu bütün bunlar? Kaplan: Aslanın dediği her bir şey doğrudur. Pençe sert inerse kafada oluşan şey ağrıdır. Karagöz: Bravo lan kaplan, sonunda galip geldin ya. Ben seni iki yıl şu Hacivat'ın aslanını yen diye tavuk suyu çorbalarla besledim. Hacivat: Nee? Tavuk suyu çorba mı? Ama kaplan et yer. Tavuk eti de yer ama tavuk suyu çorba ne alaka? Karagöz: İşin sırrı burada. Herkesin aklı ermez. Sanki sen neyle besledin şu aslanı? Hacivat: Etle ve sütle. Eti kasaptan, sütü mandıradan özel getirdim. Sonuçta, benim aslan senin kaplanı çarptı, geçti. Yalan söylersen ben seni çarparım, diyen Karagöz yine Hacivat'ın üstüne atılır. Tekmeler, yumruklar havada uçuşur. İkisi birlikte yere yuvarlanır. Bir süre sonra yorulan ve dövüşmeyi bırakan Karagöz ile Hacivat'ı kaplan ile aslan kucakladıkları gibi evlerine götürür. Karagöz'ün Hanımı: Ne oldu buna? Attan mı düştü, diye sorunca kaplan, Hacivat'ı dövdü, der. Karagöz'ün Hanımı: Pek dövdüye benzemiyor ya neyse. Yatır şu yatağa uyusun, der. Kaplan, Karagöz'ü yatağa yatırır ve bahçeye çıkar. Derin bir nefes alır. İki yıldır şu bahçedeyim, böyle değişik bir gün yaşamadım, diye düşünür. Bugün sakin geçen günlerimin değerini daha iyi anladım. Diğer tarafta Hacivat'ın Hanımı: Aslan, kim o? Hacivat mı? diye sorar. Aslan: Evet Hacivat, Karagöz'ü yerlerde sürükledi. Hacivat'ın Hanımı: Bu mu Karagöz'ü sürükledi? Üstü toz, toprak içinde. Tanıyamadım, der. Götür odasına yatır. Hacivat'ı odanın ortasında yere yatıran aslan bahçeye çıkar. Yandık ki hem ne yandık. Kavgadan gürültüden hoşlanmıyorum. Bu Hacivat Karagöz'le kanlı bıçaklı olmuş. Her gün kavga etmeden duramazmış. Beni de kendi gibi kavgacı yapacak. Kaplan ile beni her gün dövüştürürse yandım ki hem ne yandım. ============================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: AKREP Hacivat: “ Selam Karagözüm, bana bir akçe borç verebilir misin? “ Karagöz: “ Hı.. “ Hacivat: “ Bana bir akçe borç verebilir misin, dedim. “ Karagöz: “ Nerde bende bir akçe? O kadar param olsa burada işim ne? “ Hacivat: “ Aman Karagözüm, hayatımda ilk defa birinden borç istedim. “ Karagöz: “ Kimden borç istersen iste. “ Hacivat: “ Senden istedim. Bir akçe. “ Karagöz: “ Bende akçe falan yok. “ Hacivat: “ Yarım akçe. ” Karagöz: “ Yok. ” Hacivat: “ On kuruş da mı yok? “ Karagöz: “ Kuruş yok. “ Hacivat: “ Vardır, ceplerini karıştır, vardır. “ Karagöz: “ Al karıştırayım. Of anam, elimi bir şey soktu. Akrep? “ Hacivat: “ Akrep mi? Yere at, üstüne bas. ” Karagöz: “ Attım ve bastım. Parmağım yanıyor, Hacivat. “ Hacivat: “ Parmağını sık, zehir çıksın. ” Karagöz: “ Of of.. “ Hacivat: “ Tamam zehir çıktı. Korkma Karagözüm, bir şey olmaz. Zaten akrep küçüktü. “ Karagöz: “ Akrep küçük ama acısı büyük. Tabi akrep seni sokmadı. “ Hacivat: “ Senin cebinde akrebin işi ne? “ Karagöz: “ Bilmem. Git akrebe sor. “ Hacivat: “ Cimri olanın cebinde akrep olur derler. “ Karagöz: “ Sen şimdi bana cimri mi diyorsun? “ Hacivat: “ Yok, lafın gelişi öyle söyledim. “ Karagöz: “ De git Hacivat, tepemin tasını attırma şimdi. “ Karagöz'ü daha fazla kızdırmak istemeyen Hacivat koşar adım oradan uzaklaşır. “ ========================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: SAKALLI BEBEK Karagöz: Hacivat, biliyor musun, Yaşar bana bugün bebek dedi. Hacivat: Yaşar kime bebek dedi. Karagöz: Bana dedi, bebek dedi. Hacivat: Yaşar şimdi kaç yaşında? Karagöz: Benim oğlan üç yaşında. Hacivat: O yaşta bir çocuk herkesi bebek görebilir. Karagöz: Ama aynaya baktım. Çok gencim. Yüzüm tertemiz. Aynen bir bebek. Hacivat: Tabi canım, sakallı bebek. ==============================================================- KARAGÖZ'ÜN YAZDIĞI ŞİİR Dünyaya geldim almaya nefes Yaptırdım ben bir güvercin kafes Komşular gördü olur dediler Şu Karagöz ne de cin dediler. İki güvercin aldım pazardan Bakmaya başladım heyecandan Köse geldi bana olmaz dedi Böyle güvercin bakılmaz dedi. Güvercinleri korumak gerek Kafese bir kedi koymak gerek Dediğini yaptım ben kösenin Kedi koydum içine kafesin. Sabaha baktım kafes tüy dolu Nedir bu kafesin böyle hali. Dedim kedi, nerede güvercinler Dedi kedi, onları yedim ben. Dedim alacağın olsun, köse Şimdi beni güldürdün herkese. Yakaladım köseyi pazarda Kapadım kediyle bir odada. Dedim kedi, ye sen bu köseyi Dedi kedi, yenmiş bil köseyi. Kapıyı kilitleyip gittim ben de Çok keyifliyim, neşem yerinde. Üç gün sonunda kapıyı açtım Odada köseyle karşılaştım. Kedi ortada yok köse yemiş. Dostlarım, ben bu işe çok şaştım. ================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: HAMAMA GİREN TERLER Karagöz: Dün salı hamamına gittim. Çok soğuktu. Üşüdüm. Hacivat: Olur mu Karagözüm, hamamda üşünmez. Hamama giren terler, derler. Karagöz: Ama ben hamama gittim. Üşüdüm. Hacivat: O zaman hamamcı külhanı yakmamış. Karagöz: Külhan hamamı yakmamış mı? Keşke yaksaydı da hamam kül olsaydı. Hacivat: Öyle demedim Karagözüm, hamamcılar külhanı yakar. Odun ateşinde hamam ısınır. Kirin kabarınca kese olursun. Karagöz: Kirim kabarmadı. Çeşmelerden akan su soğuktu. Hacivat: Ben o hamamı bilirim. Galiba sen erken gittin. Külhandaki ateş harlamamıştır. Karagöz: Külhan ateşi yakmış, hamam kül olmuş. Demek ben çıktıktan sonra hamam yandı. Hacivat: Hamam falan yanmadı. Uyduruyorsun Karagözüm. Karagöz: O zaman hamam külhanı yakmış. Hacivat: Yanma yok. Hepsi yalan, uydurma. İnsanları kandırıyorlar. Karagöz: Beni kimse kandıramaz. Hamam yanmış mı? Külleri savrulmuş mu? ( Hacivat konu kapansın diye mecburen he der. ) Hacivat: He yanmış, külleri savrulmuş. Karagöz: Savrulmuş külleri, ötmez bülbülleri. Hacivat: .... Karagöz: Hamamın külleri, öttü bülbülleri. Hacivat: .... Karagöz: Hamamın bülbülleri, öttü külleri. SON Yazan: Serdar Yıldırım
KARAGÖZ İLE HACİVAT: İKİ ELİN NESİ VAR Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Hacivat: Dur Karagözüm, nereye böyle? Karagöz: Oh, sen miydin Hacivat. Ben de seni arıyordum. Hacivat: Beni mi arıyordun? Karagöz: Evet, sizin eve gidiyordum. Hacivat: Bizim eve mi? Ama bizim ev o tarafta değil ki. Karagöz: Ya ne tarafta? Hacivat: Bu tarafta. Ters yöne gidiyorsun. Karagöz: Ters yöne mi? Hacivat: Belki de az önce bizim evin önünden geçtin. Karagöz: O zaman beni neden uyarmadın? Hacivat: Aman Karagözüm, evde değildim ki. Karagöz: Bir daha aradığımda evde ol. Hacivat: Sen de aradığında haber ver. Eve gelirim. Karagöz: Hacivat, bugün bir atasözü öğrendim. Hacivat: De bakalım , söyle. Karagöz: Bir elin nesi var, iki elin takkesi var. Hacivat: Böyle atasözü olmaz. Karagöz: Nasıl olmaz, var işte. Hacivat: Sen bunu kimden duydun, Karagözüm? Karagöz: Adamın biri söyledi. Hacivat: Söylemiş ama yanlış söylemiş, sonu yanlış. Karagöz: Sonu mu yanlış? Bir elin nesi var, iki elin tekkesi var. Hacivat: Yanlış. Karagöz: İki elin teknesi var. Hacivat: Takkesi, tekkesi, teknesi falan yok. Karagöz: .... Hacivat iki elini birbirine vurur. ( Hani clap, clap ) Karagöz: Buldum, iki elin alkışı var. Hacivat: Çok yaklaştın, alkışı ses olarak söyle. İki elin sesi gibi. Karagöz: Buldum. Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Hacivat: Hah, şimdi doğru söyledin. Değil mi ya? Doğrusu bu. Karagöz: Ben onun öyle olduğunu biliyordum. Kafamı karıştırmasan doğrusunu söylerdim. Hacivat: Kafanı ben mi karıştırdım? Karagöz: Artık size gitmeme gerek kalmadı. Gitsem de evde bulamazdım. Belki yarın bulurum seni. Haydi, hoşça kal, Hacivat. Hacivat: Güle güle Karagözüm. ============================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: SÜR EŞEĞİ BURSA'YA Hacivat, Karagöz'ün kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar. Hacivat: Selam Karagözüm, gel tartışalım. Karagöz: Taşlaşalım mı? Ne gerek var. Hangi taş büyükse git kafanı ona vur. Hacivat: Öyle demedim. Tartışma başlatalım yani münakaşa edelim. Karagöz: Münaşaka ne demek? Cevizli lokum olmasın? Hacivat: Yok pastırmalı yumurta. Karagöz: Paspaslı yumurta mı? Yumurta paspasın üstünde mi pişti? Hacivat: Hayır, laf olsun diye bir şeyler söyle. Fikir yarıştıralım. Karagöz: Ha öyle söylesene. Geçti İnegöl'ün pazarı sür eşeği Bursa'ya. Hacivat: Kırk yılda bir laf ettin ama doğrusunu söyleyemedin. Karagöz: Yanlış laf ettiysem, doğrusunu sen söyle? Hacivat: Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye. Karagöz: Sen zor gidersin eşekle Bursa'dan Niğde'ye. Hacivat: Bursa'dan Niğde'ye neden gideyim? Karagöz: Demin dedin ya geçti Bursa'nın pazarı sür eşeği Niğde'ye. Hacivat: Bravo sana, tartışmayı nereden nereye sürükledin. Karagöz: Öyle olduğu doğrudur. Adım Karagöz. Adamı gözünden anlarım. Değer biçerim. Hacivat: Bana ne değer biçtin, hemen söyle? Karagöz: Benim paramla beş para etmezsin. Hacivat: O zaman dört para ederim. Ama sen benim gözümde hiç para etmezsin. Seni gidi beni bilmez seni diyen Karagöz Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz peşinden koşar ama yetişemez. Daha sonra Karagöz evine döner. ============================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: SAKSI Hacivat: Karagözüm, senin evde fazla saksı var mı? Karagöz: Evde sakız var. Hacivat: Sakız değil, saksı. Çiçek dikecektim. Karagöz: Saksıya çilek mi dikeceksin? Hacivat: Saksıya çilek dikilmez.Çilek bahçeye dikilir. Karagöz: Senin bahçe çilek dolu o zaman. Hacivat: Yok Karagözüm, ne çileği ne bahçesi? Karagöz: Çilek kokulu çilek, bahçe armut bahçesi. Hacivat: Armut da nereden çıktı? Karagöz: Hamam kesesinden çıktı. Hacivat: Hamam kesesinden ne çıktı? Karagöz: Örümcek. Hacivat: Örümcek mi çıktı? Karagöz: He ya örümcek. Hacivat: Örümcek sonra ne oldu? Karagöz: Kaçtı, yakalayamadım. Hacivat: Bir daha kaçırma? Karagöz: Neyi kaçırmayayım? Hacivat: Keçileri şey yani örümceği. ==============================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: EN BÜYÜK KARAGÖZ Hacivat gelir, kapıyı çalar. Karagöz pencereye çıkar. Hacivat seslenir: Karagözüm, senin evde çaydanlık var mı? Karagöz: Gerdanlık hanımın boynunda. Hacivat: Hanımın boynunda olan nedir? Karagöz: Gerdanlık. Var mı diye sordun ya. Hacivat: Gerdanlık demedim, çaydanlık dedim. Anla işte misafir geldim. Karagöz: Safir gerdanlık mı? Bizimkisi o kadar pahalı değil. Hacivat: Aç Karagözüm, aç Hemen kapıyı aç Çay demle içelim Sohbet edelim. Karagöz pencereden Hacivat'ın yanına atlar. Sus, Hacivatım sus Hemen şimdi sus Kavgalıyız hanımla Anla halimden. Halden anlayan Hacivat koşar adım oradan uzaklaşır. Karagöz duvardan tırmanır, pencereden eve girer. Karagöz'ün Hanımı sorar: Kimdi o, Hacivat mıydı? Karagöz: He ya Hacivat. Gelmiş kafa ütülüyor. Neşesi yerinde. Tuzu kuru tabi. Hanımı: Onun tuzu kuru da seninki yaş mı? Karagöz: Aramızda iki yaş fark var. Ben büyüğüm! Hanımı: Sen herkesten büyüksün. Haydi, gel sofraya. Şu bulguru kaşıkla, daha da büyü. Karagöz sofraya oturur. Bulgura çala kaşık girişir. Bir tencere bulgur pilavını bitirir. Üstüne yayık ayranı içer. Sonra yatar uyur. Bu güzel hikaye de burada sona erer. ================================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÇAM YARMASI Ayla ile Bursa Kapalı Çarşı'da Kozahan'a gittik. Çay bahçesine oturduk, çay içiyorduk. Ayla cep telefonumla bir fotoğrafını çekeyim, dedi. Çekti. Bir daha, bir daha çekti. Fotoğrafını Facebook’a koyayım, dedi. Ben, tamam, dedim. Fotoğrafın altına çam yarması ile birlikteyim, diye yaz. Bu sırada Karagöz ile Hacivat yanımıza gelmiş de haberimiz yokmuş. Karagöz: Çam yarması değil de biber dolması yaz, dedi. Hacivat: Olur mu Karagözüm, patlıcan musakka yazsın. Karagöz: En iyisi yaprak sarması yazsın. Bu müthiş ikili beni dolmalara doldurdular, yapraklara sardılar. Oysa benim çorbam iyi olur, deyince kahkahalarla güldüler. Ayla da onlarla birlikte güldü. Karagöz ile Hacivat gidince Ayla, iyi ki geldiler, bize neşe verdiler, dedi. Bu hikaye de burada bitti. ==============================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: SATILIK AKIL Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Karagöz: Selam Hacivat. Hacivat: Selam Karagöz. Karagöz: Hacivat bana on akçe borç versene. Hacivat: Aman Karagözüm, on akçeyi ne yapacaksın? Karagöz: Pazarda adamın biri, kiloyla akıl satıyor. Hacivat: Akıl para ile satılmaz. Karagöz: Ya ne ile satılır? Hacivat: Akıl doğuştandır, sonradan elde edilmez. Karagöz: Kilosu bir akçe. Hacivat: Senin aklın var ya Karagözüm. Karagöz: Var ama yetmiyor. Daha akıllı olmak istiyorum. Hacivat: Alıp da faydasını gören var mıymış? Karagöz: Köylü tarlada ırgatmış. Akıl almış, okumuş, kadı olmuş. Hacivat: Başka. Karagöz: Adamın oğlu akılsızmış. Oğluna akıl almış. Şimdi çalışıyormuş, yakında evlenecekmiş. Hacivat: Vay canına! Doğru mu bütün bunlar? Karagöz: Doğru. Komşularıyla konuştum. Hacivat: Olay gerçek ha. Karagöz: Yürü Hacivat, bitmeden şu akıldan alalım. Hacivat: Bana bir kilo al, kendine de bir kilo al. Karagöz: Yetmez, bana bir kilo yetmez. On kilo alacağım. Hacivat: On kilo mu? Sen o kadar akılla aya gidersin. Karagöz: Aya da giderim, güneşe de giderim. Yeter ki daha akıllı olayım. SON Yazan: Serdar Yıldırım
KARAGÖZ İLE HACİVAT: KARAGÖZ BİLMECE SORUYOR Karagöz: Hacivat bir bilmecem var. Hacivat: Sor Karagözüm, sor da bileyim. Karagöz: Bir elin sesi var, iki elin nesi var. Hacivat: Bilmeceyi yanlış sordun. Bir elin nesi var, iki elin sesi var diyecektin. Karagöz: Laf kalabalığını bırak Hacivat. Sen benim sorduğuma cevap ver. Hacivat: Bir elin sesi olmaz ki. Karagöz: Olmaz mı? Bak orta parmak baş parmak nasıl da şıklıyor. Hacivat: Ama bu atasözü, değişmez ki. Karagöz: Değişti işte. Atasözüydü oldu şimdi Karagöz sözü. Hacivat: O zaman bilmecenin cevabı ne? Karagöz: Hay kabak kafa. İki elin nesi alkıştır, alkış. Hacivat’ın sarımsak yemiş bülbüle döndüğünü gören Karagöz bu fırsatı kaçırmak istemez. Hacivat’ı perişan etmeye kararlıdır. Karagöz: Bir diğer bilmecem de şu: Ak akçe ne içindir? Hacivat: Bundan kolay ne var. Ak akçe kara gün içindir. Karagöz: Bilemedin. Hacivat: Ne bilemedim mi? Karagöz: Ak akçe Karagöz içindir. Beyninden vurulmuşa dönen Hacivat’ın gözlerinin karardığını gören Karagöz, O’nu tutar, yavaşça yere oturtur. Biraz kendine gelince yeni bir bilmece sorar: Çivi çiviyi ne yapamaz? Hacivat: Soruyu yanlış sordun. Çivi çiviyi ne yapar diyecektin. Çivi çiviyi söker. Karagöz: Bunu da bilemedin. Çivi çiviyi sökemez. Hacivat: Sökmesi gerekir. Karagöz hazırlıklı gelmiştir. Cebinden iki çivi çıkarır. Birini yerdeki taşla tahtaya çakar. Öteki çiviyle uğraşır, çiviyi sökemez. Hacivat sağa sola bakar. Bir tanıdık gelse de şu Karagöz’ün dilinden beni kurtarsa der. Gelen giden yoktur. Su almış kayık gibi yan yatmış Hacivat’ın yanına çömelen Karagöz son darbeyi vurur: Söyle bakalım Hacivat: Kendi düşen ne yapar. Zorlukla konuşan Hacivat: Kendi düşen ağlamaz, der. Karagöz: Hayır, kendi düşen ağlar. Dün benim oğlan koşarken düştü ve ağladı. Bunun üzerine Hacivat sırtüstü düşer. Bayılmıştır. Karagöz savaş kazanmış bir komutan edasıyla omuzlarını gerer, Hacivat’ı orada bırakır ve evinin yolunu tutar. ====================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: GEL KEŞKÜL YİYELİM Hacivat Karagöz’ün evinin kapısını çalar, Karagöz kapıyı açar. Hacivat: Aman Karagözüm, koş gel. Hanım keşkül pişirdi. Gel keşkül yiyelim. Ağzımız tatlansın dilimiz ballansın. Karagöz: Yazın şu sıcağında Eşkel’de ne işin var? Hacivat: Eşkel demedim Karagözüm, keşkül dedim. Keşkül pişti, soğuk düştü. Gel bize keşkül yiyelim. Karagöz: De git Hacivat, iyi diyorsun da ben yüzme bilmem ki. Hacivat: Eşkel’i boş ver, keşküle gel. Gel Karagözüm, gel gel. Karagöz: Eşkel’e gideriz, gezip döneriz. Yüzme bilmem, denize girmem. Bunu iyice kafana sok. Hacivat: Senin için, balık gibi yüzer dediler. Karagöz: Gençken öyleydi, sonradan yüzmeyi unuttum. Hacivat: Ama yüzme unutulmaz ki. Karagöz: Unuttum diyorsam unutmuşumdur. O kadar. ======================================================== KARAGÖZ İLE HACİVAT: TAHTA KAŞIK Hacivat Karagözün evinin önüne gelir: “ Aman Karagözüm, koş gel. Pazardan tahta kaşık aldım. “ Karagöz pencereye çıkar: Bizim evde bulaşıkları hanım yıkar. Hacivat: “ Aman Karagözüm, koş gel. Tahta kaşıklar bak gel. “ Karagöz: “ De git Hacivat, bulaşıkları yıkıyorsan kime ne. “ Hacivat: “ Bulaşık demedim, kaşık dedim. Pazardan tahta kaşık aldım. “ Karagöz: “ Tahta kurusunu kaşıkla mı ezdin? O kaşıkla bana yemek mi yedireceksin? Hacivat: “ Aman Karagözüm, etme eyleme. Ben öyle bir şey söylemedim. “ Karagöz: “ Seni gidi beni bilmez. Çağırayım zaptiyeleri de seni falakaya yatırsınlar. “ Hacivat: “ Dur, zaptiyeleri çağırma. Gel bize gidelim, ayran içelim. “ Karagöz: “ Lafı karıştırma, bayrama daha çok var. “ Hacivat: “ Yeni halı aldım, üstünde yatarız. “ Karagöz: “ Demek beni çalı üstünde yatıracaksın? Her yanıma diken batar. “ Hacivat: “ Pazardan iki tavşan aldım. Görmeye gidelim. “ Karagöz: “ Pazar günü Keşan’a mı gidiyorsun? “ Hacivat: “ Şey yani evet, dayım hastalanmış. “ Karagöz: “ O zaman bir an önce git. Hasta ziyareti deyince akan sular durur. “ Hacivat, Karagöz’ün evinin önünden koşar adım uzaklaşır. Geçen sene Karagöz’ün çağırmasıyla gelen kendisini falakaya yatıran zaptiyeler aklına gelir. Tabanları sızlar. Bırak iki günü iki ay Karagöz’ü arayıp sormaz. ============================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: GÜREŞ Hacivat: “ Gel Karagözüm, güneşlenelim. Öğle sıcağı iyice bastırdı. “ Karagöz: “ Güreşelim mi? Tamam güreşelim. “ Hacivat: “ Güreşelim demedim, güneşlenelim dedim. “ Karagöz: “ Ben senden korkmam Hacivat. Yoksa sen benden korktun mu? “ Hacivat: “ Ben hiçbir şeyden korkmam bilirsin. Sen benden korktun mu? “ Karagöz: “ Bre Hacivat, senden niye korkayım? 60 kilo ya çekersin ya çekmezsin.” Hacivat: “ Doğru korkmazsın. Yıllar önce şu Pınarbaşı Meydanı’nda 70 kiloluk halinle 120 kiloluk Hulusi’yi paramparça ettiğini gözlerimle gördüm. “ Karagöz: “ Az görmüşsün. Ne insan azmanlarına şu meydanın çimenlerini yoldurdum. “ Hacivat: “ Keşke geçmişe dönebilsem ve senin güreşlerini seyredebilsem. “ Karagöz: “ Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük güreşçisi benim. “ Hacivat: “ Onun orası öyle de gelecekte seni pes ettirecek güreşçiler çıkar. O güreşçi seni hamur gibi yoğururken hiç yalvarma Hacivat gel kurtar beni diye. “ Ben kimseye yalvarmadım sana mı yalvaracağım diyen Karagöz, Hacivat’ın elini yakalar. Hacivat gözlerini kapatır. Karagöz kaldırdığı gibi Hacivat’ı yere vurur. Yaz günü taşlaşmış topraktan bir toz bulutu yükselir. Hacivat’ı yerde hareketsiz gören adamlar, yardıma koşar. Hacivat’ı kucakladıkları gibi yakındaki hekimin evine kuş gibi uçururlar. Hekim , Hacivat’ın göğsünün sol tarafına uzun süre baskı yapar ve sonunda Hacivat kendine gelir. Etrafına bakınır, Karagöz orada yoktur: “ Aman ağalar, Karagöz’e güneşlenelim dedim, güreşelim, dedi. Sonunda beni bu hale getirdi. Bunun gençliğinde bir boğayı kaldırdığını gördüm. Boyu iki buçuk arşındır. ( 1.70 cm. ) Ama bir o kadar da yeraltında vardır. Karşısına çıkacak olanlar bunu iyice düşünsün. “ ======================================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: SİNEK ÇORBASI Hacivat: “ Karagözüm, gel bize gidelim, süt içelim. “ Karagöz: “ Süt mü? Ne sütü? “ Hacivat: “ Süt işte, inek sütü. “ Karagöz: “ Git başımdan Hacivat, sinek sütü içilmez. “ Hacivat: “ Sinek sütü demedim, sağır kulaklı, inek sütü dedim. “ Karagöz: “ Sinek sütü içilmez ama çorbası güzel olur. “ Hacivat: “ Çorbası mı? Neyin çorbası? “ Karagöz: “ Sinek çorbası. Dün içtiydin, güzel dediydin. “ Hacivat: “ Ben sinek çorbası falan içmedim. “ Karagöz: “ Dün çorba içerken tabağına sinek düştü. “ Hacivat: “ Eee.. “ Karagöz: “ Sen bir kaşıkta sineği yuttun. “ Hacivat: “ Aman Karagözüm, uyarsaydın, çorbanda sinek var deseydin. “ Karagöz: “ Benim öyle dememe vakit kalmadan sen sineği mideye indirdin. “ Hacivat: “ Sinek şimdi neremdedir? “ Karagöz: “ Dünden beri hiç dışarı çıktın mı? “ Hacivat: “ Çıktım, hem de iki kere. “ Karagöz: “ O zaman sinek sende değildir, gökyüzünde uçuyordur. “ Hacivat: “ Neyse kurtuldum ya şu sinekten. Keyfim yerine geldi. “ ========================================================- KARAGÖZ İLE HACİVAT: PENCEREDEN BAKSAN NE GÖRÜRSÜN? Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Hacivat: “ Karagözüm, sana bir soru sorayım da bil. Benim evin penceresinden baksan ne görürsün? “ Karagöz: “ Tencerede ne varsa onu görürüm. Dolma, pilav gibi. “ Hacivat: “ Tencere demedim, pencere dedim. “ Karagöz: “ He öyle söylesene. Sokak görürüm. “ Hacivat: “ Başka. “ Karagöz: “ Ev görürüm. “ Hacivat: “ Başka. “ Karagöz: “ Adamlar, kadınlar görürüm. “ Hacivat: “ Başka, başka. “ Karagöz: “ Gökyüzü, bulut görürüm. “ Hacivat: “ Bilemedin. Keşiş Dağı’nı ( Uludağ ) görürsün. “ Karagöz: “ Hacivat, senin pencereden Keşiş Dağı görünmez ki. “ Hacivat: “ Görünür, görünür. Ben her gün görüyorum. “ Hacivat kafasını sağa çevirip bakar. Üç adam gelmektedir. Biraz sonra adamları çevirip, göz kırpar ve sorar: “ Benim evin penceresinden Keşiş Dağı görünür, öyle değil mi dostlar? “ Adamlar: “ Evet, görünür, derler ve gülerler. “ Hacivat: “ Bak gördün mü, görünüyormuş. “ Karagöz: “ Hayret, ben neden göremedim acaba? “ Bunun üzerine adamlar, kahkahalarla güler. Karagöz alay edildiğini anlar. Ders vermek için, Hacivat’a döner: “ Hacivat, benim de sana bir sorum var. Sen benim evin penceresinden baksan ne görürsün? “ Hacivat: “ Bahçe görürüm, insan görürüm, ev görürüm, “ der ama Karagöz bunu kabul etmez. Karagöz’den kaçan bir Hacivat görürsün der ve Hacivat’ın üstüne atılır. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz, gel buraya, diye bağırarak Hacivat’ı sokaklarda kovalar. Evinin önüne gelen Hacivat kapının açık olmasından yararlanıp eve dalar, bahçeye çıkar. Peşindeki Karagöz’ün nefesini ensesinde hisseder. Son bir hamleyle bahçedeki tuvalete girer ve kapıyı kapatır. Hacivat’ın oturduğunu gören Karagöz, korkak seni, şimdi de alaycı konuşsana der ve evden çıkıp gider. SON Yazan: Serdar Yıldırım
MAGOSA ZİNDANINDA NAMIK KEMAL İLE BİRLİKTEYİM Zaman gezgini olarak 150 yıl önceye gitmeyi düşledim ve Kıbrıs'ta bulunan Magosa zindanında olmayı istedim. Namık Kemal yerde, taş üstünde oturuyordu ve beni görünce ayağa kalktı. İlerici, çağdaş fikirlerle donanmıştı ve bir devlet yönetiminin tek bir kişinin tekelinde olmasını istemezdi. Bana seslendi: " Dur bakalım, aslanım, sen de kimsin böyle? Burada ne işin var? " " Ben, gelecekten geldiğimi, söyledim. Tarih 9-2-2024. Adım Serdar Yıldırım, dedim. Namık Kemal: " Bak bu çok iyi. Yüz bilmem kaç yıl sonrasından geçmişe dönülüyorsa insanlık çağ atlamış demektir. Ben şimdi burada olmamı özgürlük, bağımsızlık, halkın kendi kendini yönetmesi dememe borçluyum. Arkadaş, sen boş biri değilsin ama dolu biri de değilsin. Senden şüphelendim. Doğrusu ne ise, sen onu söyle. " Serdar: " Her sözünüzün altına imzamı atarım. Hepsi doğrudur. Boş değilim ama dolu da değilim. Bir gün dolduğumda dinamit gibi patlayacağım. " Namık Kemal: " Ben patladım da ne oldu? Sonradan kendimi bu zindanda buldum. Sen patlama. Sessiz ve derinden git. Bakışlarından anladım. Sen bana saygı duyuyorsun. " Serdar: " Sizin fikirleriniz gelecek nesilleri etkiledi. Bu fikirlerden etkilenen çağdaş özgürlük savaşçıları, Anadolu'da Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bunu başardı. Osmanlı sizden 35 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti oldu. " Namık Kemal: " Kardeşlik, gel yamacıma sokul biraz. Ben aylardır bu taş üstünde yatıyorum. Sen bir süre burada otursan güç kaybına uğramazsın. " Serdar: " Vatan Yahut Silistre adındaki tiyatro oynanırken, sizi yakaladılar ve göz hapsine aldılar. Senaryosunu sizin yazdığınız bu oyun neden bazı kesimlerin işine gelmedi? " Namık Kemal: " Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Padişah 1. Abdülaziz'in hafiyeleri geldi ve seni bu oyundan ötürü tutuklamak zorundayız, dedi. Ben bağırarak oynanan tiyatronun konusu hakkında konuşmaya başlayınca iki adım gerilediler. Konuşmam bitince bileklerime kelepçe takmadılar. Öylesine karakola götürüp gözaltına aldılar. Sonrası işte bu Magosa ve zindan. " Serdar: " Ben padişahın yerinde olsam, sizi yönetim üstünde tutar, devlet yapardım. Değişen çağa ayak uydurur, Osmanlı İmparatorluğu'na çağ atlatırdım. Böyle gelmiş böyle gider olmaz. Diğer devletler koşarken, Osmanlı'ya yürümek yakışmaz. Yakışmadı zaten. " Serdar: " Ey vatan ve özgürlük şairi Namık Kemal. Gelin şöyle dışarı çıkalım. Çayırda yürüyelim. " Namık Kemal: " Aman Serdar, sen ne diyorsun? Burası babanın çiftliği değil. Öyle istediğin zaman dışarı çıkamazsın. Sen istedin diye bu iş olmaz. " Serdar: " Sayın Namık Kemal, ben istediğim zaman biz dışarı çıkarız. Ben istemedikçe onlar bizi göremezler. Buyrun önden siz yürüyün. Ben sizi takip ederim. " Serdar Yıldırım'ın öz benliği, Namık Kemal'in silüeti dışarı çıktı. Magosa Zindanı' nın karşısı çayırlık, çimenlikti. O yöredeki veya o ülkedeki güç sahipleri, defalarca uyarılmalarına karşın, yanlışlarından dönmüyorsa bunda bir sorun var demektir. Cumhuriyet ve özgürlük demeleri için, daha bir süre beklemek gerekir. Bunlar sonradan Cumhuriyet'in ve kişisel özgürlüklerin rahatını gördükçe biz neden bu fikirlere karşı çıktık diye kendilerine kızacaktır. Namık Kemal çayırda, çimende yürüdü, koştu. Bazı zamanlar, ben O' na yetişmekte zorlandım. Sonra bir ağacın dibine oturduk. Ben: " Sayın Namık Kemal, ben gelecekten geldiğime göre, sizin daha sonraki yaşantınız hakkında bilgi sahibiyim. Siz isterseniz bunları anlatayım. " Namık Kemal: " Aman Serdar, ne demek? Kim öğrenmek istemez geleceğinin nasıl olacağını? Anlat bakalım, ben hep burada mı kalacağım? " " Siz ne kadardır buradasınız? " " 2.5 yıl oldu. " " Burada 8 ay daha kalacaksınız. Sonrasında kurtulacaksınız. " " Neden? " " Çünkü sizi buraya atan padişah 1. Abdülaziz tahttan indirilip yerine 5. Murat gelecek. O da pek çok tutuklu gibi sizi serbest bırakacak. Midilli Adası'na mutasarrıf tayin edileceksiniz. " " Bak bu çok iyi. Demek ki, ben bu zindanda çürümeyeceğim. " " Siz Kıbrıs'a sürgün edildikten sonra da Vatan Yahut Silistre sahnelenmeye devam etti. İlk 2 ay süresince bu oyun 47 defa oynandı. Daha sonra İzmir ve Selanik'te üç yıl içinde 500 defa sahnelendi. " " Ya Serdar, biliyor musun, iyi ki geldin. Bana sevinç ve huzur verdin. Buradan kurtulup özgürlüğe adım atacağım günleri bekler oldum. " Daha sonra Namık Kemal'e yaşadığım güne gitmeyi teklif ettim. Saniyesinde evet dedi ve evimde belirdik. Namık Kemal evin salonunda sağa sola bakındıktan sonra, Serdar, bu ne değişik bir ev? Bu, şu, o bunlar nedir? " Bu buzdolabı, şu çamaşır makinesi, o televizyon. Şaşırmakta haklısınız. Bunlar sizin zamanınızda yoktu. Hepsi sonradan icat edildi. Buyurun bu odaya geçelim. Orada internet var. " Geçelim bakalım. Yeniliğe meraklıyım. Sen de beni şaşırtmaya devam et. " " Sayın Namık Kemal, bu internet. Televizyon gibi. Televizyonda başkaları oynatır, sen seyredersin. İnternette sen oynatırsın başkaları seyreder. Bakın az sonra ekranda görünecek. Namık Kemal yazıyorum. Görüyor musunuz, sizin resimleriniz ve hayat hikayeniz çıkıyor. Ben sizin kadar meşhur olsam başka ne isterim. " " Gerçeği söylemek gerekirse sen benim kadar meşhur olamazsın. Gelecek nesillerin beyninde benim kadar iz bırakamazsın. Sen bir kartal olsan her yıl aynı yerde yuva kurardın. Ben her yıl değişik bir yerde yuva kurdum ve ilk yuvamı özlemedim. " " Görsellere giriyorum, resimleriniz çıkıyor. Sizden 150 yıl sonra resimleriniz gözlerde, gönüllerde. " " Aradan bir buçuk asır geçmiş. Dünya eskiyi özler, geleceği gözler olmuş. Ey Serdar Yıldırım, senin amacın nedir? Neden beni rahatsız ettin? " " Benim amacım, yaşadığım çağ insanına Namık Kemal adındaki kaliteli bir beyin yapısının tanıtımını yapmaktı. O yüce bir beyindir ki, şiirden kapı açmış, hikaye derken, roman yazmaya yönelmiş. Ben de işe şiirden başladım. Şiir öksüzdür, arayan soran olmaz. Sonra masal, hikaye yazmaya yöneldim. Ben roman yazmaya yönelmeyeceğim. Anlatılmak istenen, kısa ve öz olarak anlatılmalı. " " An geliyor ki, 5-10 sayfa hikaye yazmak yetmiyor. Olayı kesin, kati ve detaylı anlatmak gerekiyor. Belki okuyucu hikayedeki karakterin saç şeklini, şapkasını, giyimini, kuşamını merak edecektir. Sen hikaye yazarken bunları aklına getirmez misin? " " Tabii ki getirmem. Konuyu kısa keserim. Sonuçta, okuyucunun beyninde ne, neden, niçin ve sebep kalır. Bence 4 sayfalık hikaye 200 sayfalık romana bedeldir. " " Eee sıktın ama? Durup dururken kendini övüyorsun. Konu ben değil miyim? Aynı davranışı tekrar edersen, seninle öyle bir kavgaya tutuşurum ki, dünya gelse seni kurtaramaz. Padişah bile benden korktuğundan bu zindana attırdı. " Aradan bir dakika geçti. Sertleşen havayı Namık Kemal yumuşattı: " Evde çay var mı, çay? Bir çay demle de içimiz ısınsın. " " Evet var. Beş dakikada çayınız hazır olur. Yanında yiyecek bir şeyler de getiririm. Şu an evin ikinci katındayız. Siz isteyin ben pencereden aşağı atlarım. " Dünya tarihi boyunca pek çok fikir ve düşünce sistemi insanları etkilemiştir. Bunların bazıları kısa ömürlü olmuştur. Bazıları ise, uzun ömürlü olmuştur. Gelecek yüzyılları şekillendirmiştir. Fakir biri, çağının çok ilerisinde fikirler öne sürse de taraftar bulamamıştır. Tarihin karanlıkları arasında kaybolup gitmiştir. Adam zengindir. Taraftarı, inananı çoktur. Bunların fikirleri bin yıl sonrasına bile ulaşır. Böyleleri dünya tarihinde vardır. İnsanlar, zengini sever. Zenginlik hayranlık uyandırır. Saraylar, köşkler, yalılar vardır. Bunlar hayatlarını sorunsuz yaşar. Alamama durumları yoktur. Parasıyla değil mi, her şeyi alırlar. Gün gelir geleceklerini satın alırlar. Sonunda bize ayrılan zaman doldu. Ayrılık vakti geldi. Magosa zindanına geri döndük. Namık Kemal: " Serdar, gel gitme, dedi. Burada benimle kal. " Serdar: " Ama, dedim, Sayın Namık Kemal burada kalamam. Daha önce de bizimle burada kal diyenler oldu. Onlarla birlikte kalsaydım, size gelemezdim. Şimdi burada kalırsam geleceğe gidemem. En uzun paylaşımım sizinle olan olacak. Varın izin verin ben gideyim ve yaşadıklarımızı insanlara ulaştırayım. İnanın sevenleriniz milyonları aşacaktır. " Namık Kemal: " Dediğin gibi olsun, varsın taraftarım çok olsun. Özgürlük ve bağımsızlık savaşçısı Namık Kemal diye araştırma yapsınlar. Acısını biz çektik sefasını onlar sürsün. O dediğin Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti vizyonunu kaybetmesinler. " Bebeklik çağları hariç ağlamayan Namık Kemal'in göz pınarlarından iki damla yaş süzüldü: " Ama, dedim, ağlıyorsunuz? " " Yok be Serdar, gözüme bir şey mi kaçtı, nedir? Beni rahatsız etti. Ben aylardır bu Magosa zindanındayım. Hep aynı gardiyan ve aynı sessiz gemi. Bu gardiyan benimle bir kelime konuşmadı. Yasakmış! Var git yoluna internet midir nedir, bu hikayeyi hazırla ve okuyucunun ilgisine sun. " Sonunda Namık Kemal ile vedalaştık. Evime geri döndüm. Şimdi tarih: 9-5-2024. Ben 90 gün uğraştım bu hikayeyi hazırladım. Okurlar, en çok 9 dakikada okur, bitirirler. Bu onların çabukluğundandır. Onların arasından çıkanlar, Namık Kemal'i benden çok daha iyi anlatacaklardır. SON
NASREDDİN HOCA KORSANLARA KARŞI Nasreddin Hoca, Mısır'daki dayısından haber almış. Dayısı, acele gelmesini istemiş. Hoca, Akşehir'den İzmir'e eşeğiyle altı ayda gitmiş. Bir gemiye binip Mısır'a doğru yola çıkmış. Yolda gemiye Rodos korsanları saldırmış. Hoca, yüzükoyun yere yatmış. Sayısı çok fazla olan korsanlar, gemiyi ele geçirmiş. Gemidekileri esir alıp götürmüş. Sadece Hoca kurtulmuş. Korsanlar gidince Hoca ayağa kalkmış. Sizi melunlar, ayağım takılıp düşmeseydim bilirdim yapacağımı, diye söylenmiş. Dümene geçmiş, rüzgarı arkasına almış ve sonunda Mısır'a varmış. Dayısının Kahire'deki sarayına gitmiş. Görevliler, Hoca'ya, geç kaldığını, dayısının intihar ettiğini söylemişler. Hoca, neden, diye sorunca, Nasreddin'in çocukluğunu bilirim. Eli ve çenesi çabuktur. Hızlıdır. İki ayda Akşehir'den Kahire'ye gelir, demişti. İki ay dolunca bahçedeki en yüksek ağaca çıkıp aşağı atladı. Son sözü, Nasreddin gelmedi, oldu. Nasreddin Hoca: " Ah dayım, eşek sırtında altı ayda İzmir'e geldim. Kanatlarım olsa, imkansız iki ayda gelemezdim. " Görevlilerden genç olanı: " Sen o göbekle zor uçardın, hocam, " deyince diğer görevliler gencin ağzını kapatıp oradan uzaklaştırmış. Daha sonra Hoca dayısından miras kalan saraya çıkmış. Büyük salonda görevliler Hoca'ya ziyafet çekmiş. Çalgılar çalmış, çengiler oynamış. Yemişler, içmişler. Görevliler de, çengilerle birlikte oynamaya başlayınca Hoca ayağa kalkmış ve çalgıları, çengileri dordurmuş. Görevliler de durmuş. Nasreddin Hoca: " Oldu mu birader, dayıma saygınız yok mu? Zaten yorgunum, bir de sizinle uğraşmayayım. " demiş. Görevlilerden biri, Hoca'nın yanına gelip: " Hocam, dayının kırkı çıktı. Ben gittikten kırk gün sonra ne isterseniz yapın demişti. " Genç görevli söze karışmış: " Hoca, bunlar dayın intihar ettiğinin ertesi günü de böyle çalıp oynamışlardı. " deyince diğer görevliler gencin ağzını kapatıp oradan uzaklaştırmış. Nasreddin Hoca: " Neden ama neden? " diye bağırarak dizlerine vurmuş. Görevlinin biri: " Gerçek şu ki, dayınız bizi her gün falakaya yatırırdı. Sonradan ayaklarımızın altı şişmesin diye sırtımıza binip yürütürdü. Çektiğimiz acıyı varın tahmin edin. Siz olsanız kurtuldunuz diye sevinmez misiniz? " Nasreddin Hoca: " Hayret, sizi neden dövüyordu? " Aynı görevli: " Bizi dövmeyi seviyordu. Dayak yedikçe mutlu olacağımızı düşünüyordu. Ayaklarına kapanıp yalvardık. Merhamet dilendik. Doğrusu budur deyip, sopayı daha bir hırsla kaldırır oldu. " Diğer görevliler, aynen böyle oldu deyince Nasreddin Hoca, kırkı çıktığına göre, çalgılar çalsın, herkes oynasın, deyip bahçeye çıkmış. Nasreddin Hoca bir ay Mısır'da kalmış. Sarayı, bağları, bahçeleri satmış. Nil Nehri dayısınınmış. Onu da satmış. Yüz gemilik ve beş bin askerlik bir donanma kurmuş. Bu donanmayla korsanların üstüne yürümüş. Korsanlar: " Aman, Nasreddin Hoca geliyor deyip gemilerine binip kaçmış. Nasreddin Hoca Rodos Adası'nda ne kadar esir varsa hepsini kurtarmış. Onları donanmaya bindirip İzmir'e getirmiş. Esirler, sağ ol hoca deyip evlerine, köylerine gitmiş. Nasreddin Hoca askerlerine, isteyen burada kalsın, istemeyen Mısır'a dönsün, gemiler sizin, istek sizin, demiş. Nasreddin Hoca bir handa bıraktığı eşeğine binip Akşehir'e dönmüş. Masalımız da burada bitmiş. SON Yazan: Serdar Yıldırım
Orta Asya'da kurulu Türk-Uygur Devleti sitesinde benim yazdığım Anne Güvercin isimli hikaye çıkmıştır. Yazılar, Uygur Arapça'sıdır. Ekranı yukarı doğru kaydırırsanız işte Türkçe ve Anne Güvercin. İyi okumalar dilerim. https://www.uyghur-archive.com/lopn...EaxVhWQVkFCeCiS59w_aem_BApJLIO-KBcTz2RLq1lcTw
Romanya Demokrat Türk Birliği Yayın Organı Hakses Dergisi'nde benim yazdığım Baba Koç ile Kızıl Kurt isimli masal çıkmıştır. 26-27. sayfadadır. Masalın altında adım yazmaktadır. https://rdtb.ro/hakses/pdf/feb2019.pdf?f...Ew2C2gpORA ====================================================================== KONUŞAN LEYLEK Yazan: Serdar Yıldırım Benim yazdığım bu masal peştuca diliyle yayınlandı. Afganistan’da ve Pakistan’ın batı kesiminde yaşayan Peştunların konuştuğu dil. Hint-Avrupa dillerinin Hint-İran dilleri öbeğine bağlıdır. Kırk beş harfli bir alfabesi vardır. Peştunlar tarafından konuşulan dil, Darice ile birlikte Afganistan'ın iki resmi dilinden biridir. Pakistan'da Hayber Pahtunhva eyaletinde Belucistan eyaletinin kuzey bölgelerinde konuşulmaktadır. 40 ila 60 milyon arasında kişi tarafından konuşulduğu düşünülen dil, Peştun kimliğinin temel "unsurlarından" biridir. Peştuca, bu dile uyarlanmış Arap alfabesiyle yazılır. Ayrıca Farsça ve Arapçadan girmiş çok sayıda kelimeye rastlanır. Peştuca, eski İran ve Hint dillerine özgü özellikler de taşımaktadır. https://telegram.me/s/Turk_Balalari...77bKf51IBtp_RByxsA_aem_1F9DuH_BGWXHSEYbIaIG0Q Sayfayı yukarı doğru kaydırırsanız Konuşan Leylek masalına daha kolay ulaşırsınız.
FRANSA ASKERİ LİDERİ VE İMPARATORU NAPOLYON BONAPART İLE BİRLİKTEYİM Bir zamandır Napolyon ile koordinatlarımızın kesiştiği bir zamanda buluşmak istiyordum ve sonunda buluştuk. Napolyon Bonapart, Fransa imparatoru olmuş, dünya tarihine adını altın harflerle yazdırmak istemiş ve bunu başarmış. Tarih 9-5-2024. Ben Napolyon Bonapart yazıyorum bilgisayarıma ve siteler, forumlar çıkıyor. Hayat hikayesi, fethettiği yerler, hayatları sonlandırılan insanlar. Ben Fransa imparatoru olsam, Fransa'yı yüceltmeye çalışırdım. Komşu ülkelere saldırıp savaş çıkarmazdım. Yaşadığım yıllardan 200 - 300 yıl sonra yeni nesil insanlar benim adımı az bilirdi ama olsun. Az tanınayım ama iyi tanınayım. Ben Fransa imparatoru olarak Mısır'ı işgal edersem olmaz. Bu ülkelerin yüzlerce yıl sonraki yeni nesilleri Serdar Yıldırım kötüydü, fenaydı. Ülkemizi işgal etti, nice canlılara yaşam izni vermedi derlerse çok üzülürdüm. Zaman gezgini olarak Napolyon Bonapart'ı rahatsız ettim: " Buyrun, Napolyon Bonapart. Burası benim evim. Dört katlı bir apartmanın ikinci katı. Bazısına göre, saray, köşk. Bazısına göre, yaşanılacak iyi bir mekan. " Napolyon Bonapart: " Palavrayı kes!. İki oda, bir salon, apartmanda altı kolon. Kendini uyanık sanıyorsun değil mi? Beni harekete geçirmeden sinyallerini aldım. Yaşadığın bu binayı gezdim, dolaştım. Kendin için, kendince bir şeyler yapmaya çalışıyorsun ama bana sökmez. Hakkında araştırma yaptım. Bu binada ve komşu binalarda seni tanıyan yok. Kim bu Serdar Yıldırım diyorlar? " Serdar Yıldırım: " Doğrudur. Demek ki başarılı oldum. Öyle sağda solda lak luk edersem bunun bana faydası olmaz. Sessiz ve derinden gitmek, benim temel ilkemdir. Yakın plan çalıştığım insanlar oldu ve bunların pek azı bana yardımcı oldu. " Napolyon Bonapart: " Her yanlışa bir doğru kılıf buluyorsun. Seninle uğraşamam. Çekil yolumdan. Gölge etme. Serdar Yıldırım: " Benim sizinle bir uğraş içine girmemin sebebi, Osmanlı İmparatorluğu çöktükten sonra Anadolu işgal altındayken Kurtuluş Savaşı başlatan Mustafa Kemal ile ilgili. Mustafa Kemal öğrencilik yıllarında, önceleri Napolyon'a hayrandım. Sonradan siyasi fikirlerim şekillenince Napolyon'dan hoşlanmamaya başladım. Demek ki, devrimler karşı devrimleri getirebilir, demişti. Gençliğinde Mustafa Kemal'i etkileyen kişiler arasında yer alan batılı düşünürlerden bazıları şunlardı: Jean-Jacques Rousseau: Özgürlükçü ve cumhuriyetçi düşünceleri. Montesquieu: Erdem rejimi olarak cumhuriyetin önemine dair fikirleri. Voltaire: İlim ve akıl vurgusu. Ey Napolyon Bonapart, dünyadaki maceranızı bir şekilde sonlandırmışsınız. Sizin için, çok başarılıdır denebilir. Gelecek nesiller sizden etkilenmiş. Dünyanın yüz elliden fazla ülkesinin ders kitaplarında varsınız. Bunlar Napolyon Bonapart diyorlar da başka bir şey demiyorlar. Ben de tarihin kabul ettiği bir yüce sima olarak sizi gördüm ve kabul ettim. Dünya tarihine sizi yeniden lanse etmek istiyorum ve Napolyon Bonapart diyorum. Siz böyle bir etkinliğin baş mimarı olmaz mıydınız? " Napolyon Bonapart: " Ben gelmişim, geçmişim. Bu dünyadaki zamanımı tamamlamışım. Siz beni yeniden gündeme mi getirmeye çalışıyorsunuz? " Serdar Yıldırım: " Tamamen öyle. Ben kesinlikle Napolyon Bonapart diyorum ve bu fikirlerin takipçisi olacağım. " Napolyon Bonapart: " İlk karşılaştığımızda bana agresif biri gibi göründünüz ama kalbiniz bir pamuktan yumuşakmış. Benim şu anda size bir jest yapmam gerekir. O zamanlar İspanya Krallığına kardeşim 3. Napolyon'u getirmiştim. Şimdi geçmişe dönsek ben sizi İspanya Kralı olarak tayin etsem, siz emrime riayet edip İspanya Kralı olur muydunuz? " Serdar Yıldırım: " Bu benim için, paha biçilmez bir umut kaynağı olurdu. Krallar, şahlar, padişahlar hep zor durumda kalmıştır ve istemedikleri işlerle mücadele etmiştir. Ben sizi kırmamak için, İspanya Kralı olurum. Zamanı tersine çevirir, saatleri sessiz çaldırırım. Sarayda oturmaz halkın arasında gezerim. Halkla birlik olurum, bütünleşirim. " Napolyon Bonapart: " Ben 22 yaşında albay, 26 yaşında general oldum; haberin var mı senin? Bir ülkeyi düşmanlar istila etse, dört bir yandan sarılsa, yok edilmeye çalışılsa, sen bu ülkenin vatandaşı olsan, bu haksızlığa karşı çıkmaz mısın? " Serdar Yıldırım: " Gür sesimle haykırırım. Bağırır çağırırım. Düşmanlar bundan korkar. " Napolyon Bonapart: " Benim ülkem Fransa'nın İngiltere ile yıllardır bitmek tükenmek bilmeyen savaşları vardı. Genelde bizim ordu bozguna uğruyordu ve kaçıyordu. Ben yüzbaşı ve binbaşı iken savaştan kaçmadım. Emrimdeki birlikle savaşa devam ettim. Asker de kaçmadı. Sonradan ordu komutanları bunu fark etti. Sayısı yüz bini geçen ordular emrime verildi. İtalya seferi sırasında 18 meydan savaşı kazandım. 15-Mayıs-1796’da ordumla Milano’ya girdim. 27 yaşındaydım. Daha sonra Fransız donanması ile 19-Mayıs-1798'de Mısır seferi için yola çıktım. İngiltere'nin ticaret yolunu kesmek istedim. Olayın odak noktası Süveyş Kanalı'ydı. Uzak doğudan gelen gemiler dolusu mallar, Afrika'nın güneyinden dolanmadan Süveyş'ten kolayca geçirilip İngiltere'ye getiriliyordu. Mısır'ı ele geçirmek, benim için zor olmadı. Böylece İngiltere'nin asıl ticaret membaı olan yolu kesmiş oldum. İngiltere'den ah vah sesleri yükselmeye başladı. Sonradan doğuya gittim. Orta Doğu'nun güçlü kalesi Akka'ya yöneldim. Akka'yı kuşattım ama alamadım. Osmanlı veziri Cezzar Ahmet Paşa çok dirençliydi ve Akka'yı bana teslim etmedi. Cezzar kasap demektir. Bu Cezzar Ahmet Paşa yakaladığı düşmanlarını develeriyle birlikte kurban edermiş. Eğer ben Cezzar'ı yenip Akka'yı alabilseydim, Büyük İskender gibi Suriye, Irak, İran, Pakistan ve Afganistan'ı dümdüz edip Hindistan'ı ele geçirmek istiyordum. " Serdar Yıldırım: " Ey Napolyon Bonapart, siz yüce düşünceler içindeydiniz ve İngiltere'nin ticaret yolunu kesmeye çalıştınız. Kestim dediniz, doğrudur ama sonradan neden oradan ayrılıp iki gemiyle Fransa'ya döndünüz. Kırk bin askeriniz orada kaldı. Siz Fransa yönetimi üstünde gücünüzü artırdınız ama orada kalan Fransız askerleri ne oldu? " Napolyon Bonapart: " Avrupa’da Fransa’nın Koalisyon ordularına yenildiği haberini alınca ülkeme dönme kararı aldım. Eylül 1799’da ordumu Mısır'da bırakarak iki gemiyle Fransa'ya döndüm. Emrimde bir dolu general vardı. Onlarda güçlerini ispat etsinler ve zafer kazansınlar diye düşündüm. Ben bir generaldim ve Fransız orduları benim emrime verilmişti. Bu böyle olmasaydı ben Napolyon Bonapart olabilir miydim? Savaşa gidip, savaştan kaçan komutan değil, savaş meydanını asla terk etmeyen, yalnız kalsa bile savaşan, zafer kazanmayı bekleyen ve bunu başaran bir komutan olabilir miydim? Ben zafer kazandıkça ordu komutanları, bu Napolyon, Fransa İmparatoru olur, dedi. Önce 1.konsül seçildim ve sonra Fransa İmparatoru oldum. Fransa'yı yücelttim. İngiltere'nin hızını kestim. Fransa'yı dünya devletleri arasında ön sıraya yükselttim. 1804 yılının Mayıs ayında, kralcıların bir komplosunu bahane ettim ve kendimi imparator ilan ettim. " Serdar Yıldırım: " Avrupa'yı fethettikten sonra, doğuya yöneldiniz. 1812 yılı ortasında 800 bin kişilik orduyla Rusya üstüne yürüdünüz. Borodino Muharebesi'nde General Kutuzov komutasındaki Rus ordusunu yenilgiye uğrattınız. Ruslar, tarlaları yakarak ve su kaynaklarını kurutarak geri çekildi. Aç ve susuz kalan ordunuzda hastalıklar başladı. Sonunda Moskova'yı kuşattınız. Bir hafta sonra Moskova'ya girdiniz. Bir ay boyunca Moskova'da kaldıktan sonra Kaluga'ya doğru çekildiniz. Daha sonra ordunuzla ileri yürüyüşe geçince Tatarlar Fransa ordusunu takip etti ve çok can aldı. Rus ordusunun kazandığı savaşlardan sonra 14-Aralık-1812' de Rusya'yı terk ettiniz. Böylelikle Avrupa'da itibarınız zedelendi. " Napolyon Bonapart: " Benim hiçbir şekilde itibarım zedelenmedi. Her ne yaptıysam hepsi yüzde yüz doğrudur ve peşinden gidilmesi gerekir. Sen kimsin ki, beni eleştirmeye çalışıyorsun. Ben seni bir kaşık suda boğarım. " Serdar Yıldırım: " Benim yaşadığım zamanda, Avrupa tek bir gücün egemenliği altında olsaydı, sesimi bu derece yükseltemezdim. Avrupa kıtası pek çok devlet barındırıyor ve orta ölçekli bir yönetim anlayışı içinde. Ey Napolyon Bonapart, şu anda Avrupa Birleşik Devletleri olsaydı ve bunun kurucusu siz olsaydınız, bakın ben karşınızdayım ve benim için, nasıl bir gelecek arzulardınız? " Napolyon Bonapart: " En güçlü olduğum zaman bu derdim ve seni şövalyelerime yakalatırdım. Ellerini bağlatır ve karşımda diz çöktürürdüm. " Serdar Yıldırım : " Ey Napolyon Bonapart, böyle bir şey mümkün değil. Ben suçlu biri değilim ki, hakkımda nasıl bir cezai işlem uygulatacaksınız? Hem ele geçirdiğin ülkelere Napolyon kanunları getireceksin ama ben düşüncemi söyledim diye beni kürek mahkumu ilan edeceksin? " Napolyon Bonapart: " Bana bak bana. Adın Serdar mıydı neydi? Benim canımı sıkma canını yakarım. Konuşmayı burada kes, hikayeyi hazırla, sadece gerçekleri yaz ve bana okutmadan yayınlama. Bu işten ben karlı çıkarım çünkü zaferlerimle gündeme geliyorum. Senin bu işten kazancın ne olacak merak ediyorum? " Serdar Yıldırım: " Şimdi tarih 6-1-2025. Artık hikaye bitti. Yazması 8 ay sürdü. Bugün site ve forumlarda okunmaya başlayacak. Bu işten benim kazancım, okuyucunun hoşça vakit geçirerek tarihi bilgi sahibi olması. " SON