İlk avınızı hatırlıyormusunuz? Benim ilk av'ım; Bir seyyar satıcıdan almış olduğum Derme-Çatma bir oltayla başladı. (O oltada daha ilk denememde dağılmıştı nerdeyse) İlk avlak yeri olarak Konya'nın Altınapa barajını tercih etmiştim. Ne balık türü, ne yem, ne de takım olarak hiç bir bilgim yoktu. Şamandıralı oltamın ucuna taktığım hamurla saatlerce beklemiş ama bir şey yakalayamamıştım.. Sonra etraftaki diğer avcıların yanına gittiğimde Livarlarındaki sazanları görmüştüm. Kendilerine bunları ne ile yakaladıklarını sorduğumda hamur ile yakaladıklarını söylemişlerdi. Ben de kendilerinden rica ederek almış olduğum 4-5 hamur ile ilk dip oltamı suya göndermiştim. Yaklaşık 30 dakika gibi bir sürede misina hareketlenmiş ve hayatımın ilk sazanını tutmuştum. Bu yaklaşık 300-400 gr. ağırlığında bir sazandı. Ama ben bir Balina tutmuş gibi heyecanlanmıştım. Tabi sonrasında ardı ardına alınan balık malzemeleri, her hafta gidilen avlaklarla bu günlere kadar geldi Peki siz ilk avınızı ve hikayenizi hatırlıyormusunuz?
http://www.balikavi.net/forum/showthread.php?t=12099 Burda sevgili Abim... "Gecmis zaman olur ki hayali cihan deger" demisler... Degerli paylasiminiz icin tesekkur ederim...
1985-86 civarı. ilkokula başladığım yıllar. babamla balığa zaten çıkıyorum ama daha önce olta ile hiç münferit avlanmamışım. babamın tuttuğu balıkları çekiyorum, gözlemliyorum... yavaş yavaş olta bağlamayı da öğreniyorum, bizim yazlık sitenin iskelesinden o zamanlar tutulamayacak balık yok gibi. bel boyu derinlik, kumluk zemin ama karagözünden kefaline, isparisine, kırlangıcından gelinciğine, hatta ispendek ve lüfere kadar çok çeşit balık tutmak mümkün. ancak küçük çocuklar genelde iskele altındaki kayabalıkları, lapinler ve horozbinanın dışında balık yakalayamıyorlar. ben de nasıl olsa babamla balığa çıktığım için iskeleden lapine, ispariye falan itibar etmiyorum. iskelenin altındaki beton yarıklarının dibinde çocuk aklımızla bize dev gelen bir balık söylentisi dolaşıyor 1-2 olta kopartmış, suyun üzerinden siyah gözüküyormuş, simsiyah kocaman diyorlar, adı da karaşimşekmiş. o günlerin gözde dizisi bir gün eve gidip olta yapmaya başlıyorum, babamın mantara sarılı hazır bedenleri bunun için biçilmiş kaftan kalınca bir bedene bir tane prinç fırdöndü bağlıyorum kocaman. çünkü oltalara hep fırdöndü takılır ucuna da bir lüfer çaparisi iğnesi. iğne bir türlü tutmuyor, fırdöndü delikli olduğu için kolay da iğne deliksiz, o yüzden 6-7 yaşında bir çocuğun aklı kesmiyor babamdan yardım almak da istemiyorum, çok izledim, bir iki kere de gösterdi ya, öğrenmiş olmam lazım... iğneyi söküyorum, yerine torbanın içinden bulduğum tek delikli olan şeyi bağlıyorum, bu bir karagöz zokası (pirçol). böylece hasbelkader bir olta yapıvermiş oluyorum. midyemi çıkartıp "karaşimşek"in olduğunu söyledikleri yere gidiyorum. biraz midye parçası takarak bel boyu suda zoka ile avcılığa başlıyorum 1-2 horozbina (sülük derdik biz) tutup attıktan sonra koca bir kafa görüyorum iskelenin dibinde, kayanın altından kafası görünüyor, hakkaten koyu renkli bir balık. büyük bir sülükbalığıymış karaşimşek diyorum. etrafımda 1-2 çocuk daha var, işte işte diye gösteriyorlar bir yandan... oltaya koca bir midye takıp bırakıveriyorum kayanın yanına. önce kafa kayboluyor, gergin bir bekleyiş... hiç itibar eden yok midyeye, ulan diyorum kaçtı balık koca midyeyi görünce. hafifçe oynatayım midyeyi belki balık sanar atlar diyorum ve ufak ufak midyeyi oynatıyorum, o anda saklandığı yerden o kafa çıkıyor ve bir anda midye yok oluyor, oltaya asılıyorum ki balık kayaya girmesin tekrardan, çünkü çocuklar yemi kapıp kayaya giriyor misina kopuyor demişlerdi, kalbim küt küt atıyor, olta kopar mı acaba? fırdöndü de zoka da babamın tekneyi bağlarken attığı düğümle bağlanmış durumda, başka düğüm bilmiyorum çünkü, aklımda kalmamış... balığı çekiyorum ağırlık muazzam, debeleniyor, bir sağa bir sola fişekliyor, misina elimde, resmen elim kesilecek gibi hissediyorum, tabi kalama vermek falan yok, cahilliğin çocuksu delikanlılığı var üzerimde, sular güneşte parıl parıl parlarken koca balığı haydi yallah hop hop hop deyip alıyorum iskeleye, çocuklar bağırışıyor, ben balığın ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, bir bakıyorum simsiyah olmuş, yaşlı ve kocaman bir kaya balığı. o yaşta kolum kadar var, sanırım 1 kilo civarı bir canavar. zımpara gibi derisini seviyorum... ağzında küçük bir sinek iğne de var ekstra olarak. kendi zokamı ve sinek iğneyi çıkartıp "işte size karaşimşek" deyip suya bırakıveriyorum balığı... çocuklar "aptal mısın, salak mısın" deyip kızıyorlar, sanki tapulu malları. "yazık yaşasın" diyorum oltamı alıp uzaklaşırken bir yandan da karaşimşeği gözlüyorum, başka bir yerlere doğru telaşla gidiyor... doğru düzgün atamadığım ve kat oluşturamadığım düğümle o balığı nasıl alabildiğimi hala bilmiyorum, ama bildiğim bir şey var, her denize baktığımda ve bu sevdayı içimde hissettiğimde karaşimşek bir kayanın altından bana bakıp gülümsüyor ve "önemli olan mücadele etmekti" diyor... seni hiç unutmadım, hep aklımdasın karaşimşek... (umarım bunu sevgilim okumaz, bir balığa yazdıklarına bak bir de bana yazdıklarına bak deyip kamışı kafamda kırar yemin ediyorum)
Buda benden; Ortaokul çağları... 2 dayım ile beraber Çeşme'de kıyıdan balık avlamaya gitmiştik. Hepimiz hevesliyiz. Dayım bana kasnağa sarılı misina, ucunda tek köstekli sinek iğneli ve küçük bir kurşunlu olta veriyor. Küçük olduğum için oltayı uzağa atamayacağımdan kıyıya yakın büyükçe bir kayanın üstüne çıkıp ordan atmaya çalışıyorum ama nafile.... Çünkü olta nasıl atılır bilmiyorum. Bir süre sonra sıkılıp kayanın altına doğru salıyorum oltayı. Yem olarakta kayaların üzerinden topladığım salyangozları takıyorum. Tabiki kayanın altından vuruşlar geliyor seviniyorum birde bakıyorum küçük bir kayabalığı oltanın ucunda. O anki mutluluğum anlatılamaz. Çünkü dayılarım kıyıdan atıyorlar ama balık tutamıyorlar ama ben tutuyorum kendimce. Balığın ne olduğu nasıl olduğu önemli değil o zaman benim için... Birara yorulduğumu hissedip tekrar kıyıya çıkıyorum. Dayımlar devam ediyorlar hala ama nafile. Bense başım dik duruyorum yanlarında... Birara hemen 2 metre önümüzde bir hareketlenme oluyor, ne olduğunu anlamıyoruz hiçbirimiz. Büyük dayım bağırıyor " büyük balık geliyor!" diye. Küçük dayımın suya girmesi ile çıkması bir oluyor. "Köpek balığı...!" diyor küçük dayım. Su o bölgede bulanıyor ve 5-10 dakika sonra su durulduğunda orada birşeyin parıldadığını farkediyoruz. Küçük dayım birazda korkarak parlayan şeyin yanına kadar gidiyor, elini suya sokuyor ve sudan birşey çıkarıyor. Kıyıya geldiğinde gözlerime inanamıyorum. Kocaman bir kefal...... Ama yarısı yok.... Acayip şaşırıyoruz.... Ne olduğunu anlayamadığımız bir balık sanırım dayımın suya girmesindan korkarak son bir hamle ile balığın yarısını koparıp almıştı. O an hiç gözümün önünden gitmez. Ne zaman o avlandığımız yere gitsem o sahneler gözümde canlanır.....
Çocuk saflığının güzelliği ancak bu kadar keyifle anlatılır, bu kadar da keyifle okunabilir Sizin için çok değerli bir anı, bizler için de çok iyi yaşanmış bir hikaye Paylaşımınız için teşekkür ederim __________________ Sevil Kurtoğlu 1966 A Rh (+)
Hikayenizi geröçekten büyük bir keyifle okudum.. Yalnız şu yukarıda alıntı yaptığım yer ise bir çok kişinin rüyası sanırım. Ne mutlu size ki böyle bir çocukluk yakalama ayrıcalığınız olmuş. Bu arada umaraım hikayeni sevgilin okumaz Sevgili Acaralper. Sizin hikayenizde güzeldi. O balığın yarısını götüren her ne ise iyi ki dayına saldırmamış
ve artık bir rüya olmaya da devam edecek malesef rahmetli babannemin başından çalıp götürdüğüm tülbentlerle o yerlerde bir karışlık kırlangıç yakalıyordum desem abarttığımı düşünür müsünüz? ya dil balığı, pisi balığı? gözle görüp ilkel insanlar gibi avlanıyorduk, iki çocuk tülbentin köşelerinden tutup kuma sürüye sürüye balığı kuma kadar güdüp yakalardık... şimdi düşününce şaka gibi geliyor. sabahları gün doğarken kalkıp ispari tutmaya gittiğimde, iki paralel iskele arasında kalan 2 metre genişliğindeki minik derenin ağzına gelen koca kefalleri diz boyu suda sıkıştırıp paramparça eden kofanaları seyrettiğim de olmuştur. süveyş kanalı gibi, kaçacak yer yok, 100-200 koca kefal sıkışınca çaresizlikten zaten alçak olan iskeleye atlarlardı. kofanalar kefal ya da kofana ayırmadan önüne gelene dalardı. ben de huşu içinde izlerdim... çocuk aklımla, benekli minik ispendekleri alabalık sanar şaşardım, denize girerken tam kumla denizin birleştiği yerde vatozlara basar ayağımızı keserdik... 20 sene önce bile ne bolluk varmış... şimdi düşünüp yazdıkça hüzünleniyorum... saygılar.
Benim ilk av hikayem Fıstıklıdaydı.Geçen seneydi.Öğle sularında denizde yüzerken ayaklarımızın altında kefaller dolanıyordu.Bende akşam üstü olunca evden 1 iğne ve kasnak alıp ucunada midye bağlayıp denize attım.Gelmedi.Bir daha denedim ve 6 kiloluk haskefal tuttum.Ben annem ve oradaki abi zor çektik Çok heyecanlıydı
benim ilk maceram yaşımı tam hatırlamıyorum ama henüz okula gitmediğim zamanlardı.çocukluk yıllarım köyümde geçti.ve köyümde şirin bir ırmak kasabası.Kızılırmak kenarında hoş ve güzel bahçeli bir evimiz var.Yazları orada kışın şehirde yaşardık.Tabi en büyük zevkimiz mutlak balık avlamaktı.Kıt sat hatırlıyorum babamla giderdik balık yakalamaya ozamanda böyle makina ve kamış çok lükstü bizim için.Kasnaklı el oltaları işte.Bir kere babam bana vermişti bi el oltası hiç unutmuyorum.Böyle iğneyi felan kendim bağladım ama nasıl heyecanlıyım.Yem olarakta su kenarından yusufcuk böceği yakalamıştım bitane hiç unutmam.Yaşımızda küçükya bizimkiler göndermiyor ırmak kenarına düşersiniz felan diye neyse bi kaçamak yapıp oltayı attım ve küçük bir sazan yakaladım ilk avım oydu.Şimdilerde eskisi gibi balık mümkün değil.Hatta birkere yakaladığım kelebeği (yayının 20-30 cm civarında olanı) babam ağlata ağlata tekrar suya bırakmaya ikna etmişti.Çok kızmıştım o zamanlar ama şimdi nekadar güzel bir davranış olduğunun farkındayım. Rastgele
benimde ilk olta atışım sene 92 üsküdar şemsi paşa cami yanından aldığım küçük bir olta kamışla başladı , oltayı aldım,abime, hala oğluna ,balığa gidelimmi gidelim dedi,ler 3 kişi elimizde küçücük olta ben anlatıyorum şöyle balıkvar böyle balık var, abim hala oğlu heycanlı,gittik sarayburnu limana.ilk atışım bilmiyorum gerildim attım denize doğru bakıyorum nereye düşecek diye,meğersem çapari beni sarmış sarmış küpe gibi kurşun sallanıyo kulağımın üzerinden yanımızdaki balık tutanbi abi gülme kırizine girdi .daha sonra biatıyorum neredeyse boş yok attığım yerde,5 10 metre, yanımda gülen abi baya uzağa atıyo 3 - 5 anca alıyo benimkisi acem,i şansı diyelim ogünde mübarek istavrit bol ,abim hala oğlu hecanlandı gaza geldiler, oltacıların yanında miladı dolmuş bi rus kamış vardı ama tam bi tarihi eser iyi kötü çekiyo ogün iyi balık aldık ogün bu gün hastasıyım !!!yalnız rus kamış beni yanıltı çok uzun zaman kullandım.makinesi çabuk iflas etti, herkese sevgiler saygılar.^^^^
Balik ilk balığımı 7-8 yaşlarında babamla fenerbhçe koyundan tekneyle giderdik.boyum kadar kofananayı çekemez,sandala babamın yardımıyla alırdım.tek başıma köprüye gider koca bir uskmru yakalar sularını akıta akıta eve gelirdim.büyüdükçe köprü balıkçılığımızda gelişti.çok geceler,saat 5den sonra oradaki balıkçı arkadaşlarla ızgaramızı yakar hem balığımızı pişirir,hem ısınır hemde herez içkisinden bir fırt çekerdi.çoğunluğunla içilen köpek öldüren güzel marmara şarabıydı.bir kaç benim gibi votka kola,veya kanyak çeken vardı.telefon dediğimiz tellere tekgöz veya şakşak yemler zokalara takılıp denize sallanmış,kofana beklenirkende tatlı talı muhabbet başlar.belki orada o cahil adamın anlattığı belki bir balık avıydı ama o kadar temiz,o kadar saf, o kadar yalansız,içtendiki...... sonra saat 10a doğru balık başlar,herkez hararetle oltalarının başına gidip av ne kadar yaparsa,5-6 veya 8-10 parça kofanayı alır oltalar tekrar denizde geçip giden sürünün arkasından yeni sürüyü beklerken ızgaraya birazdaha sandık vs atılır muhabbete devam edilirdi.sat 5 olsunda erzurumluların kahve açılsın o üşümüş ellerimizle sıcacık çay bardağını tutup doğan güneşi selamlardık.ama birgün bütün bu güzelliği öldürdüler,köprüyü yerinden söktüler,benimde içimde bişiler koptu.ama olsun,o güzel anıları öldürebilirlermi?
İlk balığım avcılarda tuttuğum gümüşlerdi. Aynı gün ileriye oltamı atarak ispari yakaladığımda çok sevinmiştim. Gümüşü pek balıktan saymıyordum. Yemi yerken bile gördüğüm ve pek vurmadığ içindir herhalde. Balıkçılık hayatımdaki ilklerden biride eski Galata köprüsünde ilk makinemi (silstar 2.40 cm ve halen çalışır) almamdır. Herkesin 15'er istavrit çektiği yerde benim zar zor toplam 3-4 adet istavrit çekmem (kalın takım yüzünden), ince takımı keşfetmem (70-80 adet balığa çıkış) ve balıkçı komşum Niyazi amcamın sayesinde kendi takımımı yapmam (100 + balık yakalamam) unutamadığım anlardır. Kış günü köprüde üşümemek için yerimde zıpladığım ve aynı anda gelen iki adet kefalle sevindiğim, bunları benim tuttuğuma inanmayan babamda hatıralarım arasındadır. İlk zarganamı, turnamı, lüferimi ve yayın balığımıda keyifle anarım. Fethiye'de beni elimden sokan, ölümden döndüğüm, sabahı zor ettiren ve şişliği aylarca geçmeyen Trakonya balığınıda unutamam.
arkadaşlar ben size ilk avımı değil de yıllar sonra kızımla birlikte gittiğim ilk avı anlatayım Vaniköy parkı…hafif ama serin esen rüzgar nisanın ikinci Pazar gününde erken saatlerde kıyıyı dolduran insanların umurunda değildi. Ellerinde olta olanlar bütün dikkatlerini denizin akıntısında sürüklenen kurşunla beraber çaparilerinin dolmasına vermişlerdi. Kimse biribirine aldırış etmiyor, kıraça ile dolan çaparilerin eğdiği oltalarına sanki dünyayı yerinden söküyormuşçasına asılıyorlardı… Aralarına zar zor bir balıkçının girdiğini fark etmemişlerdi. Balıkçı sörf kamışını dikkatle kılıfından çıkardı. Uç taraftan başlayıp etrafını rahatsız etmemeye çalışarak açtı. Çantasından çıkardığı yeşil ip ve simlerle hazırlanmış çaparisini sardığı mavi renkli köpüğe baktı. Önce daha önceki deneyimlerine dayanarak 125 gram ağırlığındaki kurşunu takmalıydı. Kurşununa ip bağlarken arkasına baktı. Balık tutanları izleyenlerin arasında, bir çift kahverengi gözün içi gülen hayranlık dolu bakışlarını gördü. Biran için içi titredi ama belli belirsiz bir tebessümü dudaklarına yerleştirip hızla önüne döndü. Dikkatini önce kurşuna, sonra da biribiri ardına sarıldığı köpükten açılarak uzayan çaparisine verdi.. İşte çaparisi açılmıştı. Dikkatle ucunu fırdöndüye takıp iki defa sarıp sağlamlaştırdı. Kamışı elinde daha bir sıkı tutup kurşununu taktığı çaparisini denize göndermek için arkasına doğru hafif döndü.Kamışı başının üzerine doğru kaldırmadan önce çaparisini gerdirmek için kurşunu biraz geri atmalıydı. O anda kendisini izleyen gözlerle çakıştı. Gözlerin güzelliği, hayranlık ve sevgi yüklü enerjisi onu yakaladı. Kendinden emin ve daha bir güçlü hissederek kamışı savurdu. Kurşun havada uzun bir kavis çizerek denizin ortasına doğru hızla yolaldı. Makinasından hızla boşalan misinanın hızı yavaşlamış kurşun dibe inmişti. Misinayı sarmaya başlamadan önce arkasına tekrar bir göz attı. Evet…kendisi izliyordu. Onun arkaya sık sık bakması önce yanındakilerin dikkatini çekti.Parkın kenarındaki tüm balıkçılar sırayla onun nereye baktığını merak ederek geri dönüyorlardı. Genç adama bakan gözleri fark edince tebessüm ederek önlerine dönüyor, tekrar dikkatlerini oltalarına veriyorlardı. Genç adam oltasını sık sık gerdirerek misinasını sarıyor, çaparisine dolan balıkları da hissetmeye çalışıyordu. Birden çaparisinin oldukça ağırlaştını hissetti. ‘’Bütün iğneler doldu galiba..’’ diye düşünerek, makinenın kolunu daha seri çevirmeye başladı. Bu durumu kendisini izleyen gözlerle de paylaşmak istedi. O da oltanın aldığı şekil ve adamın tavrından balıkların kıyıya doğru geldiğini anlamıştı. Adamın mutluluğuna ortak olduğunu hissettirdi. Çapari kıyıya doğru hızla gelmiş adam oltasını uçunu denize doğru paralel uzatmış halde, balıklar görünüce yukarı doğru kaldırdı. Çapariyi dolduran küçük balıklar ‘’ kuyruklarını ‘’ pır..pır’’ ettiriyordu. Adam bu defa zaferini paylaşmak için arkaya döndüğünde aynı bakışları yakalamayı umuyordu… Ama bu defa bakışlar ateş saçıyor ‘’sen bu olamazsın. Benim bu kadar sevdiğim, hayran olduğum insan bu olamaz. Bu minicik şeyleri yemeyi nasıl düşünebilirsin’’ diye haykırarak bakıyordu. Adam balık dolu çaparisine baktı….baktı.. tekrar aynı gözlerle çarpıştığında beyninde şimşekler çaktı. Genç adamın çaparisini dolduran balıkları toplamak yerine arkasına dönüp kalmasına anlam veremeyen yanındakilerin de o yöne dönmesini sağladı.. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. O bakışlardaki anlamı yakalayanlar merakla genç adamın ne yapacağını izlemeye başladılar. Artık denizdeki çapariler kimsenin umurunda değildi.. Yanaklarının rengi, etrafındakilerin de dikkatini çektiğini düşünerek hafif kızaran adam birden ellerini çaparisindeki balıkların arasına sokup yakaladığını dikkatle iğneden çıkarıp denize atmaya başladı. Onu izleyenler ne olduğunu kısa sürede anladılar. Büyülenmiş gibi karşılıklı iki çift gözün mücadelesini izliyorlardı… Genç adam balıkların hepsini denize gönderdikten sonra çaparisini alelacele topladı, olta kamışını katlayıp kılıfına yerleştirirken kendisini izleyen gözleri ensesinde hissetti. Kafasını kaldırdığında yanaklarına konan iki güzel opücük ve boynuna dolanan incecik iki kol içinin sımsıcak huzurla dolmasını sağladı. Onları izleyenlerden biri daha kovasında dört dönen kıraçaları denize boşaltırken ‘’ bizi de böyle öpermisin?’’ diye sordu. Genç adam kendisine ne yapması gerektiğini soran bakışları görünce başını ‘’ olur’’ anlamında salladı.. Küçük kızın sadece bakışlarıyla yaptıkları parkta büyük bir neşenin de kaynağı olmuşu. Sırayla herkes denize tuttukları balıkları salarken bu güzel gözlerden ve küçük öpücüklerden paylarını almak için yarışıyorlardı… Sevgili arkadaşlarım, olayı yaşayan ben, yıllardır sahile inerken ‘’inşallah kıraça gelmez’’ diye dua ediyorum.
İlk kez balığa çıkışım henüz 11- 12 yaşlarımda ailem ile tatil amaçlı gittiğimiz memleket sularında olmuştu. O zamanlar daha bir gün akan söğütlü çayının tertemiz suları içerisinde yöreye has çok affedersiniz eşek kadar alabalıklar her zaman açık davet sunuyordu. Tatlı ve akarsu içerisinde balık tutmakta takdir edersiniz ki ya serpme ile yada ele geçirilen çorap ile oluyor ( otların altında serin yerlerde solungaçlarından albalıkları yakalamak için ele geçirilen ayak giysisi ) Sağolsun dayım ve bir kaç arkadaş hep beraber sabahtan köyün yukarı kısımlarına o zamanlar kaynak diyebileceğimiz yerlere doğru gidiyorduk arada serpme ile dayım saldırıyor bizde elimize aldığımız taşları suyun derin yerlerine atarak balıkları açığa çekmeye çalışıyoruz. Ara ara devam eden bu işlem sırasında tabiki yakaladığımız alabalıkları söğüt ağaçlarının dallarından koparıp çakı ile sivriltiğimiz V şeklinde ki balık taşıyıcımıza takarak güle oynaya dolanıyorduk. Hayatımda ilk kez balık tutmanın heyacanı ile dolanırken bir anda o korkunç manzara ile karşılaştım ; neticede tatlı su ve yılan da bol miktarda mevcut o güne kadar gördüğüm en büyük alabalı bir yılanın dişleri arasında debelenip sağ sola fırlatıyor kendini ve kurtulmaya çalışıyordu. Korkunç bir görüntüde olsa dayımın orada olması yüzünden aldığım güç ile başladık yılana doğru taş atmaya belli bir süre sonra tabi yılan balığı bırakıp can derdine kaçmak zorunda kaldı bizde canım balığı alarak balık taşıyıcımıza taktık... İşte böyle bir ortamda köyümüzde akan suyun içinde alabalıklara karşı savaşımızın ilk raundunu kazanarak döndüğümüz o günden sonra balık bende bir sevda oldu. O gündür bugündür ara ara çıkmaya fırsat buldukça çıkarım balığa Unutmadan çorap mevzusuna gelince inanılmaz zevkli bir olay elinize geçirdiğiniz bir çorap ile kıyıdaki otların altında yavaş hamleler ile sokulduğunuz balıkların eğerki solungaç kısmından yakalarsanız harika bir balığı karaya çıkarabiliyorsunuz. Dayım işte adam tam bir memleket adamı...
6 yaşıma girmemiştim daha babamla hep balığa çıkardık ama ilk defa o gün bana 3 köstekli bir çapari verdi 20 - 30 gr lık bir kurşun vardı ucunda. Kurşunları babam kendi dökerdi. Babamdan çok görmüştüm sallayıp sallayıp çapariyi fırlatmayı zaten o zamanlar kamış falan yoktu kimsede en azından Samsun da ben görmemiştim. Bende tuttum ve sallamaya başladım çapariyi ama daha fırlamadan başıma çarptı kanadı babam hemen deniz suyuyla yıkadı nede olsa o zaman kolibasili falan yok deniz cam gibi .. Gün sonunda ben başımda kurşun çarpması ve iğne yaraları , elimde ise tuttuğum istavritlerin olduğu poşetle eve geri döndük. Bütün o iğne batmalarına ve kurşun çarpmalarına rağmen müthiş birgündü benim için. Keşke denizler yine o kadar temiz olsa ve keşke o kadar bereketli av verse ben başımı yarmaya razıyım..
İlk balık avımda 12 yaşındaydım.galata köprüsünün altındaki ayaklar yasak değildi o zaman.ordan El oltası ile İrice bir istavrit yakaladım.ve ondan sonra balık hastalığı başladı bende.
ben yeni katıldım buraya ve ilk denizdeki avımı sizlerle paylaşıyım çünkü3 gün önceydi ondan önce gönende sazan tutuyodum daha mevsımı gelmedi diye denizde deneyim dedim. bir dolmuşla üsküdara gittim güya istavrit avlayacam sonra köprünün ayağına kadar bilmeden elimde sadece bir olta ile gitmiştim sonra 3 balıkçı gördüm bi yerde baktım oltalarını hızlı hızlı çekiyolar kesin 5-6 kiloluk balık tuttular dedim yanlarına gittim ve seyyar satıcıdan bana buradaki balıkları tutacak bi olta yapmasını istedim ve yaptı sonra adamlara gittim sordum nasıl tutuluyor diye bana cevapları ileri at 5 tur sar ve hızla çek sonra anladım ki adamlar kiloluk balık değil kalem gibi zargana tutuyolarmış o gün 2 saatte 2 tane zargana tuttum ve seyyar satıcıya verdim sebebi de bana oltayı badavaya yapmıştı nedeni parasız gitmiştim orayada
benim ilk maceram şu anoturdugumu müstakil evin 1 km uzaklıgında karpuzatan sazlıgı vardı kayseride oturan abiler iyi bilir şimdi belediye kuruttu ama içme suyu diye sonra üztüne kayseri spor tesisi ve belediye garajı yaptı manavdan aldıgımız telis torba ile suyun içinde dolaşa durduk ve o ne tam benim boyumda bir turna ama biz ona ördek kafa derdik arkadaşlar arasında ne bileyim o bie turma balıgı ve debelene debelene tutuk onu ve ilk balıgımızdı yakalama şekli yanlıştı ama napalım hiç bir bilgiz yoktu...