Yakala-bırak tipi avcılığı tartışırken pek kimsenin altını çizmediği bir nokta var ki, bu da deniz avları ile tatlı su avları ayrımıdır. Yakala-bırak tipi avcılığın genel olarak bir tatlı su avcılığı neticesi olduğunu düşünüyorum. Öncelikle şunu belirtelim, gelen bir balığı geri salmak yakala-bırak avcılığı demek değildir. Balık hedeflenen türün dışında veya istenen boyun altında ise geri salınabilir. Örneğin lüfer avlayan birisi oltasına gelen bir çinekopu veya kefal balığını geri salabilir ama istediği boyda bir lüfer gelirse onu alır. Bu hepimizin yaptığı geleneksel avlanma çeşididir. Yakala-bırak avcılık ise hangi balık gelirse gelsin onu canlı olarak geri salmayı hedefleyen avlanma şeklidir. Dediğim gibi yakala-bırak tipi avcılığın tatlı sular için geçerli bir konu olduğunu düşünüyorum. Çünkü hedeflenen deniz balıklarının tümü ekonomik değeri yüksek, zevkle yenen balıklardır. Avcılar oltalarına gelen beğenmedikleri balıkları salsalar bile, hedef balıklarını yakaladıklarında kovaya alırlar. Bugüne kadar bir lüferi, palamutu salan balıkçı hiç görmedim. Tatlısularda ise durum farklıdır. Yakalanacak balıkların çeşidi sınırlıdır. Bazıları tatlısu balıklarını lezzetli bulsa da deniz balıklarının lezzeti ile yarışamayacakları kesindir. Ayrıca av yapılan suyun kalitesine ve balıkların beslenme şekline bakarak da bu balıkları yemekten vazgeçen çoktur. Buna karşılık bu balıkların avı çok zevklidir, denizde kolay kolay bulunamayacak irilikte balıklar tatlısuda oltalara gelirler. Tatlısu meralarında doğa da genelde çok güzel olup bu meralarda bulunmak bile büyük bir keyiftir. Denizde ise sırf balık uğruna hayatta adım atılmayacak en garip yerlere gidilip her türlü sıkıntıya katlanılan avcılıklar yapılabilir. Bunların neticesi olarak deniz avlarında yakalanacak balık ön plandayken, tatlısuda balık değil av zevki ön planda olduğu için yakala-bırak tipi avcılık gelişmiştir. Bunların istisnaları olarak tatlı sudaki Kırmızı Benekli avını örnek gösterebiliriz. En yüksek tepelerde, tertemiz sularda yaşayan bu balık son derece lezzetli olduğu için çoğu kişi onu geri salmaz. Geri salanlar da ancak iyi niyetleriyle, nadir bir balık olduğu için nesli tükenmesin diye geri salarlar. Denizlerde ise çok gelişmiş ekipmanlarla orkinos, köpekbalığı, kılıçbalığı gibi en iri balıkların peşinde koşan yakala-bırak avcıları mevcuttur. Bu avlarda yakalanan balıkların ekonomik değeri yüksek bile olsa, bu avlara uygun tekne ve ekipman sahibi kişilerin de maddi durumu çok iyi olduğundan konuya sadece sportif faaliyet olarak bakıp yakalanan her balığı geri salmaları mümkündür. Onun dışında klasik deniz balıkçılarında yakala-bırak tipi avcılık pek görülmez.
Bir takım çıkarımlar yapmışsın. Fakat bunları genellemişsin. Deniz balıklarının da aynı şekilde yakala bırak yapılanı var. Yapılmaz diye de bir şey yok. Lezzetli olması da çok önemli bir kriter değil. Çok lezzetli tatlı su balıklarınında yakalayıp bırakıldığı sık sık görülür. Burada konu balığın lezzeti falan değil aslolarak. Sazan çok lezzetli olsa da, bırakacak çok insan var. Lezzetsiz olduğu halde de çuvall götüren gene çok insan var. Sonuç olarak bu çıkarımların çok sağlıklı olduğunu düşünmek olası değil. Öncelikle, acaba, tatlı su avcıları ile tuzlu su avcılarında yakala bırak yapanların oranı nedir? Bunu daha birde herkesi tek bir sepete doldurup yapmak gene yanlış olacaktır. Kişileri gelir, malzeme, balıkçılıktan beklentileri vs. konusunda gruplamakta gerekir. Elbette bu yapılacak bir çalışmadır, ben bu gibi bir çalışma var mı, sonucu nedir, bilmiyorum. Fakat kendi gözlemlerimden yola çıkarak bir şeyler söylemek mümkün olabilir. Deniz balıkçılığı nispeten düşük bütçeli bir avcılık. Bir kaç yüz TL ile en fazla hemen bir denzi avcısı olabilirsin. Ama tatlı su işi son derece masraflı. Gerek demirbaş kamış, makine vs, gerek her defasında kullanılacak yem vs. olarak, masrafı çok daha yüksek. Bu da deniz balıkçılığının çok daha yaygın olmasına yol açıyor. Tabiri caizse, eline olta kapan, kıyıda, teknede vs. balıkçı oluyor. Benzer şekilde deniz balıkçılığında çok tecrübeli, çok bilgili, usta vs. olmanız gerekmiyor. Al şurdan hazır bir çapari, salla, dolsun kova. Ama tatlı su öyle değil, ustalık çok önemli oluyor. Bu durumda, deniz balıkçılarına bakarsak, çok büyük kısmının tabiri gene caizse acemi, tecrübesiz kişiler olduğu görülüyor. Yakala bırak yapanlara da bakarsak, bunların daha çok ustalaşmış kişilerden çıktığını görüyoruz. Ama beğenmediği için salan, ama küçük olduğu için, ama kayıtsız şartsız salan olsun, hemen hepsi belli bir tecrübe ve birikimi aşmış insanlar. Hal böyle olunca, haliyle denizde yakala bırakçı daha az görülüyor. Birde şu var. Adam ne için gidiyor? Denize balığa giden pek çokları, balık tutmaya değil, kova doldurmaya gidiyor. Limitleri tuttuğu sürece, bu da yanlış değil. Niyeti kova doldurmak olanın, yakala bırak yapmasını beklemek abes olur zaten. Ama kovam var,boş kalmış diye, tatlı suya gitseler, o kovanın boş kalacağı da kesin. Yeterli ekipmanları, tecrübeleri vs. yok zira. Sonuçta, benim değerlendirmem, kova doldurmak isteyenler, avcılık, balıkçılık kavramını elde edilen et ile değerlendiren bir kesim var. Birde balıkçılık kavramını bir tür spor olarak algılayan kesim. Şimdi, kimisi denize uzak, tamam, gidemiyor. Ama şöyle bakalım. Diyelim İstanbul'da 1000 balıkçı olsun. Bunların 800 tanesi zaten acemidir, pek bilmez işi. Kalan 200'ün içinde olayı spor olarak gören kaç kişi olabilir? Diyelim 40 kişi olsun. Bu kırk kişi, nerde gidip sportif av keyfini yaşayabilir? Boğazda istavrit tutarak mı? Üsküdar'da bir karış balığın ardından akşama kadar at-çek yaparak mı? Elbette pek olası değil. Ama tatlı suya giderse, bir turna bile yeterince keyf verecektir. O halde? Buradan, olayı spor olarak görenlerin daha ziyade tatlısuya kanalize olduğu çıkarımını yapabiliriz. Aynı zamanda, denize akanların çoğunun zaten oraya baştan dolu kova niyetiyle gittiğini de görebiliriz. Bu durumda, zaten yemek için giden, yakala bırak yapmaz, denizde çoğunluktan bunu beklemek, biraz boş olacaktır. Koskoca lüferleri, kofanaları, levrekleri saldığımı çok bilirim. Sonra da eve bom boş döndüğümü, ama ertesi gün pazardan para verip levrek filan aldığımı. Yemesini de pek severim aslına bakarsan bunları. Ama salmayı daha çok severim, orası da öyle. Kısaca, balığın salınması, lezzetiyle filan alakalı değil. Tamamen kişinin şahsi zevki, olaya bakışla alakalı bir şey.
Tarzın gereği bana katılmıyor gibi yapıp muhalefete geçmişsin ama genel olarak aynı noktaları vurguluyoruz. Hemfikir olduğumuz en önemli nokta, yakala bırak avcılığın genelde tatlısu avlarına özgü bir durum olduğu. Bunun istisnalarını zaten belirtmeye çalıştım ancak genel olarak yakala bırak avcılık bir tatlısu disiplinidir. Burası tartışmaya açık bir konu değil. Bunun sebeplerini ise tartışabiliriz elbette. Bana göre en önemli sebep dediğim gibi tatlısu balıklarının daha lezzetsiz ve ekonomik değeri düşük olmasıdır. Denizde yakalanan bir trofe düşünün, 10 kiloluk bir sinarit, daha iri bir akya veya orkinos. Dev bir levrek. Bunları ilk önünüze gelen restorana 500-1000 lira gibi fiyatlarla satabilirsiniz. Peki hangi tatlısu balığı bu kadar para eder? Dolayısı ile çoğu kişi denizdeki hedef balıkları kendi yemiyorsa bile satarak değerlendirecektir. Tatlısu içinse bu durum geçerli değil, eğer avlayan kendi yemiyorsa kimsenin para vermeyeceği bir balığı dağın başından neden taşısın? Ayrıca dediğim gibi çoğu insan göller ve nehirler çamurlu sulara sahip olduğu için, buradaki balıklar kurbağa, fare ne bulsa yediği için tatlısu balıklarına karşı bir tiksinti duyuyor. Deniz balıklarının çoğunu herkes yer ama tatlısu balıkları için bu geçerli değil. Tabii başka sebepler de ileri sürülebilir. Denizler genel olarak yerleşim yerlerine daha yakındır. Bu akşamki taze balığımı yakalayayım deyip balığa giden çok insan var ve bu motivasyonla giden adam da tabii ki yakala bırak yapmaz. Ancak bunu söylerken de deniz balıklarının akşam tavaya atıp keyifle yemek için tatlısu balıklarından çok daha uygun olduğunu dikkate almakta yarar var. Tatlısu avları ise daha fazla hazırlık gerektiren, daha uzun süreli, sportif amacı daha önde olan avlardır. Oralarda yakalanan balığı taze olarak muhafaza edip de belki 1-2 gün sonra eve getirmek ise ayrı bir yüktür. Sonuçta tatlısu ve deniz avcılığı birbirlerinden çok farklı disiplinler olup tatlısuda yakala bırak avın öne çıktığını söyleyebiliriz. Ancak bunu yaparken deniz avcılığını bohçacılık olarak görüp tatlısu avcılığını yüceltmek yerine, çevresel faktörler yüzünden bu ayrımın geliştiğini vurgulamakta yarar var.
Sebeple, sonuç karışmış görünüyor. O sazanı tutup salan kimsenin, denize gitse, tutacağı levreği de tutup salması çok büyük ihtimaldir. Benzer şekilde, tatlısuya gidip ne bulduysa çuvala tepip gelenlerde çoğunluktadır. Basitçe, insanlar ikiye ayrılır, tutup yiyen, tutup salan. Hangisi nereye giderse gitsin, aynısını yapacaktır. Velakin, genel olarak, tatlı/deniz farketmeksizin, avcılık işinde ustalaşan kişilerde, yakala bırak oranı daha yüksek görünüyor. Asıl bakılacak şey bu bence.
Ben özellikle doğal alabalık avında mümkün olursa bir, en fazla iki erkek bireyi akşama törenle uğurlamak için alıp, gerisini mutlaka salanlardanım. Tabii ki gökkuşağı ala hariç. Çevremdeki sazancı arkadaşlarımın hemen hemen tamamı işin zirvesindeki avcılar olup, tuttuklarının tamamını salarken onlarla bile avlanırken ben ille de bir tanesini akşama güveç için ayıranlardanım. Turnayı ise son yıllarda sadece yakala birak için avlamaktayım. Tadını unutmak üzereyim desem yalan olmaz. Hatta zaman zaman irisinden kurbağa yakalayıp saldığım ya da budunu meze ettiğim de oluyor. Peki, tutup yiyen ve tutup salan diye ayırdınız da benim gibi kah tutup salan, kah yiyenler ne olacak? Unutmayın. Benim gibiler çoğunlukta. :thumb: Sağlıcakla kalın. RASTGELSİN.
Ustalıkla ilgili olduğunu hiç zannetmiyorum, bunu grubumuzdaki raporlara bakarak rahatlıkla görebiliriz. Dediğim gibi çok net bir ayrım avın tatlısuda mı denizde mi yapıldığıdır. Tatlısuda sazan yakalayıp salan kişi denizde levrek tutsa salmaz. Mesela Vedat abinin raporlarında görüyoruz, tatlısuda turna, kasna vs. yakalayıp hep salıyor ama denizde tuttuğu balıkları hep alıyor. Bunun gibi örneklerin daha tonlarcasını sayabiliriz. Deniz balıkları daha değerli, lezzetli ve yenilebilir balıklar olduğu için genelde salınmazlar, tatlısu balıkları için ise tersi bir durum söz konusudur.
Peki, tutup yiyen ve tutup salan diye ayırdım da sizin gibi kah tutup salan, kah yiyenler ne olacak? O gün hangisini yapıyorsa, o gün o olacaktır. İnsan bu, robot değil ki. En tutup salıcı insan bile, bir gün bir şey tutar, canı çeker, midesi guruldar, kucaklar gider. Doğada siyah beyaz yoktur malum. Griler, renkler vardır. Kimisi beyaz, kimisi siyah olurken, arada grinin her tonu olacaktır. Ama her ton için uzun uzun yazmaktansa, kısaca iki uç kutup ele almak, tartışmayı kolaylaştırır. Evet, benim görüşüm, ustalaştıkça, yakala bırak oranının arttığı yönünde. Belki yakala bıraka yatkın olanlar ustalaşmaya da yatkın oluyordur; asıl merakları av süreci olup, bu sürece odaklandıkları için daha meraklı olup, daha çok şey öğreniyordur. Belki başka türlüdür, insan bir şekilde ustalaştıkça, yakala bırakçılıkda artmaya başlıyordur bir takım sebeplerden. Belki de daha başka sebeptendir, kim bilir? Bu aslında üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Pek çok şeyi aydınlatabilir.
Tabii Tarık abi tatlısuda avlandığınız alan çok sınırlı olduğu için orada balık popülasyonunu gözetmek gibi bir çabanız var. Anaç balıkları alırsanız veya aşırı avlanırsanız o merada ertesi sene balık bulamazsınız. O yüzden dediğiniz gibi bir uygulama geliştirmişsiniz. Deniz avları böyle değil, Dünya'daki bütün denizler birbirine bağlı. Ayrıca gırgır tekneleri gibi büyük miktarlarda av yapanlar mevcut. Tek bir oltacının balık alıp salması hiç bir şey değiştirmez. Bu da tatlısu avı yapanlarda balık salma oranının yüksek olmasının sebeplerinden biridir.
Iııh. Bence değişir. En azından salan ve salınan için değiştirir. Rahmetli babam - ustamın yanında çanta misali ava gittiğim, yani benim yeni yeni yürümeye başladığım yıllar içsularda da balık salana enayi gözüyle bakılırdı. Zaman içinde gelişen durum ortada. Deniz balıklarını da içsu balıkları kadar salanların çoğalması dileğimle. İyi akşamlar olsun.
Deniz balıkları hiç bir zaman iç su balıkları kadar salınmaz. Hem deniz hem iç su avı yapanların raporları bunu doğruluyor. İkisinin doğası çok farklı maalesef, bilinç veya başka bir şeyle ilgisi yok.
Konuya, çok dar bir açıdan bakıyorsun. Evet, tatlı suda bu sorun, balığı tüketme potansiyeli ciddi bir tehdit. Ama deniz için bu geçerli değil gibi bir şey yok.
Peki dedim di ama az da Türkiye dışı av raporlarını incele istersen. Bilinç. Doymuşluk. Kurallara saygı ve uyum. Avı salt et olarak görmemek. Bunlar en büyük etkenler. Darısı başımıza.
Denizde de balığın tükenme tehlikesi var ama bizim salıp salmamamız tatlısudaki gibi kayda değer bir etki yaratmaz. Ama birinci faktör bana göre yakalanan balıkların değeridir. Mesela bizim Roy bu konuya en güzel örnek. Adam Türkiye'de yaşarken İstanbul Boğazında babası ile kıyı avı yapar ve yakaladıkları balıkları ailece yerlerdi. Paris'e yerleşti, orada Sen Nehrinde tatlısu avı yapmaya başladı. Hayatında yakalamadığı irilikte 10-15 kg. balıklar yakalıyor ama bir kere bile eve balık götürmedi. Aynı Roy senede 1-2 kez Fransa'nın Atlantik kıyılarına gidip çapari ile uskumru yakalıyor ve onları eve getirip yiyor. İşte aynı adam, farklı uygulamalar. Balık salıp salmamayı etkileyen tek faktör ne? Avın deniz avı mı tatlısu avı mı olduğu. Adam alışmış Boğaz'ın balığına, hadi okyanusta çıkan balıkları da yer de, Paris'in ortasında yakaladığı balıkları yemiyor. Ben de olsam ben de yemem.
Buradaki meseleyi, roy'a sormak lazım. Asıl mesele şu. Yakalayıp bırakanlar, balık tatsız olduğu, balık yemeyi sevmediği, balık neslini tüketmek istemediği için bırakmıyor onları. Bunu ilk elden bizzat kendim yaşadığım için biliyorum.
Ben senin dediğin gibi kofana, levrek salan bir balıkçı hiç görmedim. Bunu eğer sen yapıyorsan ancak bir istisna olursun. Diğer taraftan ben sana Roy dışında pek çok örnek daha verebilirim. Ustalık arttıkça balık salma uygulaması artar diyorsun. Vedat amca, Orhan amca, Aliço usta değiller mi? Bunların balık saldığı ne zaman görülmüş? Ancak yavru veya hedef dışı kalitesiz balık yakalarlarsa salarlar. Torikleri, kofanaları, sinaritleri neden salsınlar? Ama bu isimler arasında Vedat amca tatlısuda neredeyse %100 yakala-bırak avlanıyor. Bunun nedeni tatlısuda yakalanan balıkların yemeye elverişli olmamasının yanı sıra, kırılgan olan tatlısu meralarına zarar vermemek de olabilir. Kendilerinin açıklayabileceği ek nedenler de vardır. Ama kesin olan şu ki, balık salıp salmamayı belirleyen temel faktör avın denizde mi tatlısuda mı yapıldığıdır. Başka bir şey değil.
Iyide benim kafam da bir nevi turk kafasi. 20 yildir yurtdisinda olsam bile yinede kafa yapimin bir kismi ayni kaliyor. Burda avini eve goturene viandare ( et duskunu) gibi cirkin bir yakistirma yapiliyor mesela. Tatlisucularin denizde levrek barakuda avi yapip hepsini saldigina çok sahit oldum. Dikkat edersen tatlisuda avlanmaya baslayali uskumruya gitme ihtiyaci bile hissetmiyorum. Sebebi basit, 25-30kg bir baligin verdigi mucadele hazini veremiyor bana. Dunya para harciyorum boyum kadar balikla mucadele edip maglup ayrilmamak icin. Ben bu konuya iyi bir ornek degilim. Benim amacim iri balik avlamak. Balik avlayip eve goturmek degil. Eve goturdugum de oluyor tabi ama nadiren. Yahu amerikada balik avciligi 4cu en populer spor olmus biz ne konusuyoruz
Bu arada simdi turk kafasi da ne ola ki diyen olur, acikliyim. Genel mantaliteyi kasdediyorum. Istisnalar kaideyi bozmaz kurali bakidir.