içimdeki sen seni düşündükce zeytin ağaçları gelir aklıma zakkuma bezenmiş yol kenarları evlerde salınan mevsimsiz begonyalar güneş geliyor aklıma mavi gökyüzü, mavi deniz bir meltem esiyor içimden seni düşündükce yeşile bürünmüş toroslar kadar bahtiyar beyaz bir balıkcı teknesi kadar dalgalara tutkun seni düşündükce bir nehir akar içimden kumsalda oynaşan çocuklar kadar şen çıplak bir beden kadar suya tutkun aç fedakar yüreğini sana geliyorum... kopup içinden mahzun bir karabulutun zemheride çiçek açalım doğsun gökkuşağımız, çözülmesin her düşündüğümüzde birbirimizi yaşlı bir balıkcı gülümsesin Bağır ! Çağır beni ! sesin yüreğimde inlesin
SENİ SEVİYORDUMM Seni seviyordum ve senin haberin yoktu. Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun herkesten başkaydı işte. Güldüğün zaman yukarıya bakardın. Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı, ne güzeldiler... Sen bilmiyordun, ben seni seviyordum. Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler. Duvarlara, vitrin camlarına kaldırımlara çarpıyordu. Geri dönüyordu çoğalarak. Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, her şeyi erteleyişim oluyordun. Kalp ağrısı oluyordun, birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun. Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk. Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyor ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk. Cesurduk... Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller. Ben seni seviyordum, bilmiyordun. Sevinçlerim oluyordun arasıra, sen hiç bilmiyordun. Sonra herhangi biri oldun. Bütün sevinçlerim bittikten sonra yağmurlar yağdı serin haziran akşamları... Sonra bir gün uzaktan gördüm seni. Saçların bana inat, başın her şeye meydan okuyarak. İşte yine aynı... Kalbimi acıttın. Her zamanki gibi. Değiştik sanıyordum. Ve sen yine bilmiyordun. İclal Aydın
özledim seni Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir... Beynimi uyuşturuyor özlemin... Çok sık birlikte olmasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum. Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp sürekli bir boşluğa dönüşüyor. Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyup seninle baş başa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü... Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... Ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken... Hasta olduğunda, o korkunç kriz gecelerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... O şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek... "Atlattı" müjdesini kutlarken yorgun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi: "Yaşayamaz artık bu evde... Yüksek binalar ve beton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... Ve kendine yeni bir hayat çizmeli..." Bilsen ne zor, gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana... Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek... Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek... "Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor... Sesimi, kokumu çekip alıvermek beyninden, sesin, kokun hala beynimdeyken... Seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden... Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek... Ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yan yana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkadan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor... Ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek... Yokluğunu beklemek, ne zor... Bunları düşündükçe, şu anda uzaklarda bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geliyor içimden... Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum. Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terk etmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve "Dön bebeğim" demek istiyorum: "Geri dön... Kulüben seni bekliyor..." Can Dündar
BİR DAKİKA Deniz, durgun göl gibi gitgide genişliyor Sular kayalıklarda nur'dan izler işliyor, Engine sarkan gökler, baştan başa yıldızlı.. Şimdi göğsümde kalbim, çarpıyor hızlı hızlı. Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya. Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor, Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor. Yakın olayım diye bu gökten gelen ize Öyle eğilmişim ki, kayalardan denize Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi. Bilemem nasıl oldu, geldi ki öyle bir an Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim Doğruldum atılırken bir dakika titredim. Bir dakika sonsuzluk doldu, taştı gönlümden Bir dakika, bir ömrü kurtarmıştı ölümden. Nazım Hikmet Ran
can dündar bu şiiri köpeğine yazmıstır..bu satırları köpeği için yazan yüreğin büyüklüğünü düşünebılıyormusunuz
şimdi benden uzaktasın hüzün bulutları geldi dostlarım geldi sen gelmedin gözyaşlarım yelken açtı yalnızlığıma... vagon vagon sensizlik kokuyor....... şiirler okuyorum şarkılar armağan ediyorum ama şarkılarda şiirlerde yarım senle başlayan mektubumda yarım kaldı ben ise ortada kaldım şiirler yazdım sana mükerrep sıçradı her yana karmakarışık oldum senle, ağladım sensizliğe, ne şiir şiir, ne şarkı şarkı, ne yaşamak yaşamak sen ortasını bulupta sonu olmayan bir romansın................ Arada yıllar,yollar, dağlar olsa da unutmam her zaman yanındayım, ben unutmam sen unutursun diye çok korkuyorum, yaşa beni şiirlerimde şarkılarda, hayat yaşanılabilir en güzel cennettir aşta bunu yaşatacak şarap.................. Seni güllerin ötesinde kaybetmişliğin yanlızlığında, nefes alışımda, yıldızların şahitliğinde, gökyüzü mavisinde, derinliklerinde kaybolduğum benliğimle sevdim güneş doğmuyor sensiz sabahlarıma, geceler hep hüzünlü...............
Deniz, İlk günahına soyunmuş bakire gibi Çokça istekli, biraz da ürkekti Küçücük dalgaları Arzuya aralanan dudaklar gibi titrekti. Güneş İlk deneyimini uyanmış delikanlı gibi Çokça istekli ama biraz da ürkekti. Parlak ışıkları Hedefi saplanmış ok gibi titrekti. Beni görünceye kadar Deniz ve güneş, Bütün gözlerden uzak gibi Çeşme Koyu’nda gün boyu seviştiler Deniz şuh bir kadın gibi arzulu Üstüme, üstüme geliyordu Tanığım iğde ağacı ve hanımeli Davetkar türküler söylüyordu. Güneş bir suçlu gibi mahcup Yüzü al,al mor, mor oldu İnanmazsan o küçük buluta sor Dağı aşarken az kalsın düşüyordu. Niyedir bilmiyorum Herkesi bir hal aldı Sanki bir suçu gizler gibi Aya Yorgi’yi erguvan bir akşam aldı.
düşün bir gece sokakta kalmışım bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor iliklerime kadar ıslanmışım meteliği bitene kadar kurşunlamışım üstelik körkütük aşığım parmaklarımın ucunu yakmışım düşün bütün gece adını sayıklamışım telaşla bir vehim içinde korkulara kapılmışım belki gelmezsin diye tüm gece ağlamışım üstelik yalnızım ben bir karanlıktan birde yalnızlıktan korkarım düşün hava geceleyin ne soğuktur birde gece boyu kaldırımda yatmışım sabah bir bel ağrısı kedilerle beraber uyanmışım hiç yemek yememiş sabah zar zor ayılmışım üstelik sigarayı yeni bırakmışım dertleşecek bir dost bile bulamamışım düşün bir adam düşün böylesi bir sevda böylesine bir sevmek geçen her anın ardından ölmek ilmek ilmek sensiz geçen geceyi yenmeyi denemek
Saat geceyi ay geçe yetmişbin ışıldak var üstümde upuzun yürüdükçe ufuklaşan siyah panayırlar şafağa gebe Saat geceyi ay geçe düşünceler musallada,musalla içimde nur yüzlü annemi uğurlamıştım vaktiyle... günlerin su misali aktığı benlikte Bir kimsesizlik ağıtı var içimde saat geceyi ay geçe yokluklar varlığa gebe kötülükler iyiliğe Hangi renge bulaşsam saat geceyi ay geçe hangi ışığı soğursam saat geceyi ay geçe Bir hikaye başladı özlem kokan buram buram zaman ansızın afalladı geceyi üşüten gündüzü yoğuran Kuytu ilerleyişler sivrisinek kaçışlar saat geceyi ay geçe içime doluştular Saat geceyi ay geçe ben ay'ım sende gece ey! sen dedigim güzellikler gökyüzümden bir bir silindiler Hangi ırmağa karışsam da hangi evrende dolaşsamda bir sen varsın bir de gece saat geceyi ay geçe...