Güllerim Soldu Güllerim Soldu Kaldirimlarda Gonca Yüklü Dallarima Ayaz Vurdu Demlerim Oldu Son Akşamlarda Bir Nefeslik Duraklarda çiçek Açtim Bir Tek Sana Güvenmiştim öncem Yoktu, Sonram Yoktu Soyundum, Sevinç Giyindim Sevinmek Sanki Bir Suçtu Hani Her şeyindim Ben Senin Hani Kor Dudaklindim Hani Karlarda Açan çiçektim Vazgeçilmezdim Hani Her şeyindim Ben Senin Hani Kor Dudaklindim Hani Karlarda Açan çiçektim Vazgeçilmezdim Güllerim Soldu Kaldirimlarda Gonca Yüklü Dallarima Ayaz Vurdu Demlerim Oldu Son Akşamlarda Bir Nefeslik Duraklarda çiçek Açtim Bir Tek Sana Güvenmiştim öncem Yoktu, Sonram Yoktu Soyundum, Sevinç Giyindim Sevinmek Sanki Bir Suçtu Hani Her şeyindim Ben Senin Hani Kor Dudaklindim Hani Karlarda Açan çiçektim Vazgeçilmezdim Hani Her şeyindim Ben Senin Hani Kor Dudaklindim Hani Karlarda Açan çiçektim Vazgeçilmezdim Hani Her şeyindim Ben Senin Hani Kor Dudaklindim Hani Karlarda Açan çiçektim Vazgeçilmezdim Hani Her şeyindim Ben Senin Hani Kor Dudaklindim Hani Karlarda Açan çiçektim Vazgeçilmezdim Sezen Aksu
Olur, aramam seni ve kimseyi Anıları pas tadında bırakırım Konuşacak ne kaldıysa kalsın Susmaktır birşeylere saygılı kılan Ayrılık da bir olanaktır bilirsin İnce bir sis, bir hüzün örtüsü Dumanlı bir ıslık yakışır şimdi Dudaklarıma, bırakıp giderim Söz / de sararır biterken bir aşk Kediye iyi bak çiçekleri sula Diyorsam da aldırma sözlerime Alışkanlık işte başka birşey değil Söz / de sararır biterken bir aşk Ahmet Telli
SU ÇÜRÜDÜ... 1 Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta. Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?) Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıyla yaktım, jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum. Adımdan gayrısını bilmiyorum. 2 Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 3 Iki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi? Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 4 Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış. Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır. Irinin bir rengi... Ölünün bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 5 Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık. Soyumun neye benzediğini unuttum. "Insana benziyorlardi" diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 6 Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca. Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. Ince bir kan şeridi sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 7 Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su... Su çürüdü... Adımdan gayrısını bilmiyorum… Ahmet Telli
KİM BİLİR BEN KİMİM AYNADA HEP AYNI YÜZÜ GÖRÜRÜM NE ZAMAN RESMİMİ YIRTMAK İSTESEM CANIM İSTER ELLERİM GİTMEZ ASMA SURATINI ŞİİR BU HEP SONU MUTLU BİTMEZ
Ey milletim,Ben, Mustafa Kemal'im... Ey milletim, Ben, Mustafa Kemal'im... Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim, Hala en hakiki mürşit, değilse ilim, Kurusun damağım, dilim. Özür dilerim... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Özgürlük hala, En yüce değer Değilse eğer... Prangalı kalsın diyorsanız, köleler... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Yoksa, çağdaş medeniyetin bir anlamı, Ortaçağa taşımak istiyorsanız zamanı, Baş tacı edebiliyorsanız Sanatın içine tüküren adamı... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Yetmediyse acısı, şiddetin, savaşın. Anlamı kalmadıysa Yurtta sulh, dünyada barışın. Eğer varsa ödülü, silahlanmayla yarışın. Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Özlediyseniz fesi, peçeyi. Aydınlığa yeğliyorsanız, kara geceyi. Hala medet umuyorsanız Şıhtan, şeyhten, dervişten. Şifa buluyorsanız, Muskadan, üfürükçüden... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Eşit olmasın diyorsanız, kadınla erkek... Kara çarşafa girsin diyorsanız, Yobazın gazabından ürkerek... Diyorsanız ki, okumasın Kadınımız, kızımız; Budur bizim alın yazımız... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi... Fazla geldiyse size, Hürriyet, Cumhuriyet... Özlemini çekiyorsanız, Saltanatın, sultanın... Hala önemini anlayamadıysanız, Millet olmanın... Kul olun, ümmet kalın, Fetvasını bekleyin, Şeyhülislamın... Unutun tüm dediklerimi. Yıkın, diktiğiniz heykellerimi. RAHAT BIRAKIN BENİ... S. APAYDIN
İNSAN VE DENİZ Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman; Deniz aynandır senin, kendini seyredersin Bakarken, akıp giden dalgaların ardından. Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin. Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan; Gözlerinden, kollarından öpersin; ve kalbin Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman, O azgın, o vahşi haykırışında denizin. Kendi âleminizdesinizdir ikiniz de. Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin; Sırlarınız daima, daima içinizde; Ey deniz, nerde senin o iç hazinelerin? Ama işte gene de binlerce yıldan beri Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder; Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi, Ey hırslarına gem vurulamayan kardeşler! Charles BAUDELAIRE Çeviri: Orhan Veli KANIK
Sevgi Derler ki, çakal da, köstebek de aslanın susuzluğunu giderdiği aynı ırmaktan su içer. Ve kartal ve akbaba gagalarını aynı lese daldırırlar, ölünün huzurunda barış içinde, beraberce. Tanrısal eliyle arzularımı dizginleyen, ve onura ve gurura olan açlığımı ve susuzluğumu arttıran sevgi... İçimde güçlü ve değişmez olanın, zayıf benliğimi baştan çıkaran ekmeği yemesine, şarabı içmesine izin verme Varsın aç kalayım, ve yüreğim kavrulsun susuzluktan, ve ölüp yok olayım; yeter ki senin doldurmadığın bir bardağa veya senin kutsamadığın bir kaseye uzanmasın elim. Halil cibran
Kalbimin Derinlerinden Kalbimin derinlerinden bir kuş uyandı ve uçtu gökyüzüne doğru. Yükseldikçe, daha ve daha, büyümeye başladı daha da. Önce bir kırlangıç gibiydi, sonra tarla kuşu ve kartal, sonra bir bahar bulutu misali genleşti en sonunda tüm yıldızlı gökleri kapsadı. Kalbimin derinlerinden bir kuş uyandı, uçtukça büyüdü, çoğaldı, oysa yüreğimi hiç terketmemişti. Halil Cibran
Ah Şehidim Ah Şehidim Askerimiz vuruluyor Gören ağlar ah şehidim Hazırol da duruluyor Siren ağlar ah şehidim Kuruluyor kancık pusu Mayınlanmış mıntıkası Defnolurken yiğit hası Tören ağlar ah şehidim Dağda çakal sürüleri Ufakları irileri Merak eder birileri Neren ağlar ah şehidim Yiğit vücut kana dalar Bütün yurda elem salar Milyonlarca fatihalar Veren ağlar ah şehidim Şehadet toy dernek düğün Bize zıkkım oldu öğün Yetişip de büyüdüğün Yören ağlar ah şehidim Konya Antep Muş Vanlı mı Oltu Keban Keşanlı mı Evli bekâr nişanlı mı Soran ağlar ah şehidim Eşkıyayla pazarlığa Bizler düştük bizarlığa Gömüldüğün mezarlığa Giren ağlar ah şehidim Eşkıyaya selam duran İçimize hep oturan Su mataran kasaturan Beren ağlar ah şehidim Allah alır Allah verdi Delikanlım merdin merdi Gam şişiyle türlü derdi Ören ağlar ah şehidim HİDDETÎ’yim, halim aciz Bitmez nifak bitmez taciz Yasin ve de ruhuna cüz Süren ağlar ah şehidim ALINTIDIR
Homme libre, toujours tu chériras la mer! La mer est ton miroir; tu contemples ton âme. Off Sevil abla, sen ne yaptın... Beni alıp taaa 15 yaşlarıma götürdün... Bu şiir, o yıllarda ezbere bildiğim (Fransızcasını tabii) ve Baudelaire'in en sevdiğim şiiriydi... Her mısrasına ait binbir anı var içimde... Off Sevil abla, offf... Nereden bulup çıkarttın?..
Homme libre, toujours tu chériras la mer! La mer est ton miroir; tu contemples ton âme Dans le déroulement infini de sa lame, Et ton esprit n'est pas un gouffre moins amer. Tu te plais à plonger au sein de ton image; Tu l'embrasses des yeux et des bras, et ton coeur Se distrait quelquefois de sa propre rumeur Au bruit de cette plainte indomptable et sauvage. Vous êtes tous les deux ténébreux et discrets: Homme, nul n'a sondé le fond de tes abîmes; O mer, nul ne connaît tes richesses intimes, Tant vous êtes jaloux de garder vos secrets! Et cependant voilà des siècles innombrables Que vous vous combattez sans pitié ni remords, Tellement vous aimez le carnage et la mort, O lutteurs éternels, ô frères implacables! Olcaktı