Üç Baraj: Gökçekaya, Sarıyar, Yenice Yalnızca evler, köyler, topraklar, endemik türler değil Türkçe isimler de Sakarya Nehri üzerindeki Gökçekaya, Sarıyar ve Yenice barajlarının suları altında kaldı. Bir Emremsultanlının deyişiyle, anaç tavuk alındığında yavruları nasıl darmadağın olur, her biri bir yana sebepsiz ve sahipsiz giderse onlar da öyle dağıldı. Yatırlarını da gittikleri yere götüren bu insanlar şimdi kendi büyüttükleri gölgeleri bile özlüyorlar. Yazı: Bülent Kale / Fotoğraflar: Turgut Tarhan Sündiken Dağları'nın ortasında Gökçekaya Baraj Gölü'nün üzerinde bir balıkçı kayığındayım. Her yer sessiz. Küreklere asılıyorum. Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Süleler köyünden Süleyman Bayar ve oğlu Mehmet'le kerevit sepetleri çekiyor, ağ bırakıyoruz. Dört yanımız orman. Ağaçların arasında, yukarıda küçücük bir gökyüzü görünüyor. Güneşi görmüyoruz ama battığını biliyoruz. Orman, üzerinde aktığımız suyun altında da devam ediyor. Çünkü burası bir baraj gölü. Kayık yavaşlıyor. En kıdemlimiz Süleyman hemen bir küfür savuruyor. Çiftçi olacakken mecburi balıkçı olan Süleyman "Ağ takıldı yine" diyor. Gerçekten de biraz önce bıraktığımız ağlarımız suyun altındaki ardıçlara, çamlara takılıyor. Ağ heba oluyor ama dert değil. "Olsun" diyor Süleyman "akşam evde onarırız" Ağları toplarken "Burası Ayçukuru" diyor. Eliyle göstere göstere sayıyor sonra: "Şurası Yoncalık, Gosuncuk, Kayadibi, Dördoluk, Kızılçukur, Çakıcaklı, Daşlıdere, Sivrikaya, Gondal, Büzürük, Değirmendere, Kızılgüney, Akyar, Göbet, Diridaş ya da Yuğluk, öyle de deriz, Geyikpınar, Sivrilce, Karakaya, şuraya Çırgankaya deriz, çığırgan yani, ses verince ora da ses verir, sonra Tepederesi, Molluoğlu, Akkaya, Ballıkaya, Tosbağalık, Karabayır..." Süleyman sonra durup gülüyor: "Bitmez" diyor, "burada her yerin bir adı var. Biz her yere bir şey deriz" Her yere bir şey diyen bu insanların verdikleri isimler Eskişehir'in kuzeydoğusunda yükselen Sündiken Dağları'ndaki ormanlık mevkilerin adları. Birbirine bağlı üç baraj; Gökçekaya, Sarıyar ve Yenice barajları için su tutulmaya başlanmasıyla bu alanların çoğu sualtında kaldı. Önce mevkiler gitti, sonra insanlar. Ardından da isimler. Kısacası, yalnızca evler, köyler, topraklar, endemik türler değil, Türkçe isimler de sualtında. Üç Baraj: Gökçekaya, Sarıyar, Yenice Yalnızca evler, köyler, topraklar, endemik türler değil Türkçe isimler de Sakarya Nehri üzerindeki Gökçekaya, Sarıyar ve Yenice barajlarının suları altında kaldı. Bir Emremsultanlının deyişiyle, anaç tavuk alındığında yavruları nasıl darmadağın olur, her biri bir yana sebepsiz ve sahipsiz giderse onlar da öyle dağıldı. Yatırlarını da gittikleri yere götüren bu insanlar şimdi kendi büyüttükleri gölgeleri bile özlüyorlar. Yazı: Bülent Kale / Fotoğraflar: Turgut Tarhan Sündiken Dağları'nın ortasında Gökçekaya Baraj Gölü'nün üzerinde bir balıkçı kayığındayım. Her yer sessiz. Küreklere asılıyorum. Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Süleler köyünden Süleyman Bayar ve oğlu Mehmet'le kerevit sepetleri çekiyor, ağ bırakıyoruz. Dört yanımız orman. Ağaçların arasında, yukarıda küçücük bir gökyüzü görünüyor. Güneşi görmüyoruz ama battığını biliyoruz. Orman, üzerinde aktığımız suyun altında da devam ediyor. Çünkü burası bir baraj gölü. Kayık yavaşlıyor. En kıdemlimiz Süleyman hemen bir küfür savuruyor. Çiftçi olacakken mecburi balıkçı olan Süleyman "Ağ takıldı yine" diyor. Gerçekten de biraz önce bıraktığımız ağlarımız suyun altındaki ardıçlara, çamlara takılıyor. Ağ heba oluyor ama dert değil. "Olsun" diyor Süleyman "akşam evde onarırız" Ağları toplarken "Burası Ayçukuru" diyor. Eliyle göstere göstere sayıyor sonra: "Şurası Yoncalık, Gosuncuk, Kayadibi, Dördoluk, Kızılçukur, Çakıcaklı, Daşlıdere, Sivrikaya, Gondal, Büzürük, Değirmendere, Kızılgüney, Akyar, Göbet, Diridaş ya da Yuğluk, öyle de deriz, Geyikpınar, Sivrilce, Karakaya, şuraya Çırgankaya deriz, çığırgan yani, ses verince ora da ses verir, sonra Tepederesi, Molluoğlu, Akkaya, Ballıkaya, Tosbağalık, Karabayır..." Süleyman sonra durup gülüyor: "Bitmez" diyor, "burada her yerin bir adı var. Biz her yere bir şey deriz" Her yere bir şey diyen bu insanların verdikleri isimler Eskişehir'in kuzeydoğusunda yükselen Sündiken Dağları'ndaki ormanlık mevkilerin adları. Birbirine bağlı üç baraj; Gökçekaya, Sarıyar ve Yenice barajları için su tutulmaya başlanmasıyla bu alanların çoğu sualtında kaldı. Önce mevkiler gitti, sonra insanlar. Ardından da isimler. Kısacası, yalnızca evler, köyler, topraklar, endemik türler değil, Türkçe isimler de sualtında. Mülayim Tetik aslında Nallı Kozlu köyünden. Evi ve toprakları Gökçekaya Baraj Gölü'nün altında kalınca 1972'de Emresultan köyüne taşınmış. Tek başına değil ama. Kozlu'dan Emresultan'a tam 25 hane gelmiş. Kozlulular göç ederken çok hoş bir şey yapmışlar. Köylerinde yatan Cafer Sadık ve Rahim Baba türbelerini de taşımışlar. Onlar için bir de açılış töreni yapılmış. "İçimiz elvermedi" diyor İbrahim Günaydı. "Tepede yaylamız var. Oraya bir türbe yaptırdık, yatırlarımızı da taşıdık. Nallıhan'dan müftü geldi. Dualar okundu. Öyle küçük bir tören." İbrahim Günaydı 81 yaşında. O da Nallı Kozlu'dan taşınanlardan. Ama Emremsultan'a göç ettiğinde yaşı 48'miş. Bir yerde işe girmek, her şeye yeniden başlamak için çok geç bir yaş. "Nedeyim" diyor, "burada icar topraklar aldım, ektim, biçtim ya pek hoş olmadı. Öyle ya, ne yapsan fayda etmez, toprak elin toprağı".İbrahim Dede şimdi doğmadığı bir köyde bir başına yaşıyor. Bunu pek hoş bulmuyor. Teselli etmek istedim: "Bak İbrahim Dede" dedim "sağlığın yerinde, düğün evindeyiz, hayat devam ediyor, gençler evleniyor, müzik çalıyor, gölgede oturuyoruz". 'Doğru söylüyorsun' dedi, 'Lakin benim kendi gölgelerim vardı. Fidanlar diktiydim, cevizler, dutlar diktiydim, ağaç olduydu. Ağaçlarımı büyüttükçe gölgelerimi de büyütürdüm. Öyle ya, her ağacın bir gölgesi olur'.Sustu, gözlerimin içine baktı. Ben gözlerinin içine baktım ve başımla onayladım. Devam etti: 'Evler yaptıydım, babamın koyduğu taşların üzerine taş koyduydum. Evimi onardıkça evime baktıkça, evimin gölgesini beslerdim. Öyle ya her evin bir gölgesi olur.' Yine sustu. Yine onayladım: '80 yaşındaysan, başkalarının gölgesinde oturuyorsan, o gölge seni serinletmez, insana ar gelir.' Diyecek söz bulamadım. Bir ağaca su verip gölge büyütmüşlüğüm yoktu. O sırada gelin alayı geldi: Kornalar, alkışlar, davul-zurna sesleri. Sonra gelinle damat avluya indi. Hoca dua okudu. Hep birlikte kıbleye döndük, elimizi açtık, dua ettik. Ben düğün sahibine 'Hayırlı olsun' deyip, tanışlarımla vedalaşıp uzaklaşırken, damat gelini eve götürüyordu. Düğün bereketli olsun diye yukarıdan genç çiftin üzerine buğday, bozuk para ve şeker saçılıyor, çocuklar bağırış çağırış aşağıda bozuklukları kapmak için koşuşuyorlardı. Sarıyar Baraj Gölü'nün öte yakasındaki Koyunağılı köyüne kömür işçilerinin Mihalıççık'tan kalkan servisiyle ulaştım. Birbiriyle birleşen üç baraj gölünün güneyi Eskişehir-Mihalıççık'ın köyleri. Buralara ancak Mihalıççık ve Alpu'dan gidilebiliyor. Gölün kuzeyindeki yerleşimler ise Ankara'nın Nallıhan ve Beypazarı ilçelerine bağlı. Bu köylere de yalnızca Nallıhan ve Beypazarı'ndan gidiliyor. Koyunağılı'nda köy kahvesinde oturuyorum. İleriden tek tük kömür kamyonları geçiyor. Koyunağılı'ndaki iki kömür işletmesinden kömür yüklüyorlar. "Baraj yapıldığı yıllarda 150 hane vardı köyde" diyor İbrahim Uysal. "Şimdi 70 hane falan var ama yarısı dışarıdan gelme. Kömür madenlerinde çalışan Zonguldaklılar evlerini buraya taşıdılar. Köylüden pek kalan olmadı." İbrahim Uysal 70 yaşında. Kimsesiz köy kahvesinin kirli yeşil duvarları arasında, o ahşap iskemlelerde yalnız olduğumuzu sanıyordum. Ama İbrahim Dede bana duvardaki kalabalık fotoğrafı gösterdi. 'Hepsi gitti' dedi 'bir ben kaldım o fotoğraftan'. Bir o, bir de fotoğrafın kendisi.