güzel bir hikaye On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi. Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı.O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, ama henüz av yasağının kalkmasına saatler kalmış olan bir levrekti. Baba oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı.Saat on olmuştu. Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı.Önce balığa, sonra oğluna baktı. " Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum, " dedi. " Baba! " diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle. " Başka balıklar da var, " dedi babası. " Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil , " dedi çocuk. Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez.Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi. Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York City'nin ünlü mimarlarındandır. Babasının küçük evi hala o adadadır. Oğlunu ve kızlarını hala o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür. Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat değerler konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirdi Babasından öğrendiği gibi değerler doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca değerlerin uygulanabilmesidir. Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk.
Hayattaki seçenekler Geçenlerde balık tutan avlanan özürlü insanları gösteren resimler açılmıştı bir konuda ve ben yorum yapmıştım işte anlatmak istediğim konunun ana fikri bu hikayede var. Önce benim mesajım hatırlatma amaçlı affınıza sığınarak; Okuma ve ogrenme zorlugu ceken cocuklara ozel egitim veren bir okul icin bagis toplama yemeginde, cocuklardan birisinin babasi katilimcilar tarafindan asla unutulmayacak bir konusma yapti. Okula ve kendini adamis ogretmenleri kutladiktan sonra soyle bir soru sordu: "Disardaki etkenler tarafindan etkilenmedikce doga herseyi mukemmel bir sekil ve sirada yapiyor. Ama yine de oglum Shay, diger cocuklarin ogrendikleri gibi ogrenemiyor. Diger cocuklarin anlayabildikleri gibi anlayamiyor. Oglumda dogal olmasi gerekenler seyler nerede?" Bu soru karsisinda dinleyiciler sessiz kaldilar. Baba devam etti. "Ben inaniyorum ki, dunyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir cocuk geldiginde, gercek insan dogasi kendini gosterme firsatini buluyor ve bu da insanlarin o cocuga davranis sekillerinde kendini gosteriyor." Ve sonra asagidaki hikayeyi anlatmaya basladi: Shay ve babasi bir gun parkta Shayin tanidigi birkac cocugun baseball oynadiklarini gorduler. Shay sordu, "Acaba oynamama izin verirler mi?" Shay'in babasi cogu cocugun Shay gibi bir cocugun takimlarinda oynamasini istemeyeceklerini ama ayni zamanda eger ogluna izin verirlerse oglunun o cok ihtiyacini duydugu, engellerine ragmen baskalari tarafindan kabul edilmenin ozguveni ve sahiplenme duygusunu verecegini de biliyordu. Shay'in babasi cocuklardan birinin yanina yaklasti ve (fazla birsey beklemeyerek) Shay in oynayip oynayamayacagini sordu. Cocuk soyle danisabilecegi birilerine bakti ve sonra "Su anda 6 sayi gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takima girebilir ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya calisirim" dedi. Shay buyuk bir gayretle takimin yanina gitti ve yuzunde kocaman bir gulumseme ile takim t-shirtini giydi. Babasi gozunde yas, kalbi sicak duygularla dolu onu izledi. Cocuklar oglunun kabul edilmesinden dolayi babanin mutlulugunu gorduler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takimi birkac puan kazandi ama hala 3 sayi gerideydi. Dokuzuncu turun basinda Shay eldiveni eline gecirdi ve sag acik sahaya cikti. Ona dogru hic top isabet etmemesine ragmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babasi ona tribunlerden el salladigini gordugunde yuzunde kocaman bir gulumseme vardi. Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takimi yine puan kazandi. Simdi butun kaleler doluydu, oyunu kazanma sansi ortaya cikmisti ve topa vurma sirasi Shay'e gelmisti. Bu noktada Shay'in vurucu olmasina izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almaliydilar? Sasirtici bir hamleyle Shay'e sopayi verdiler. Herkes topa isabet ettirme sansinin sifir oldugunu biliyorlardi cunku birakin topa vurmayi Shay sopayi bile elinde tutmasini bilmiyordu. Ama Shay sahaya ciktiginda top atici, diger takimin kazanma sanslarini bir kenara birakarak Shay'e bu firsati tanidiklarini gorunce birkac adim one giderek yumusak bir sekilde topu Shay'e dogru firlatti. Ilk topa Shay zorlukla sopayi savurdu ama iskaladi. Atici tekrar birkac adim one dogru geldi ve topu yine yumusak bir sekilde Shay'e dogru atti. Shay sopayi savurdu ve hafifce topa dokunarak yere aticiya dogru vurdu. Oyun simdi bitecekti. Atici topu yerden aldi ve ilk kaledeki adamina kolaylikla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti. Ama atici topu aldi ve ilk kaledeki adaminin basinin uzerinden diger takim arkadaslarinin erisemeyecegi yere firlatti. Tribunlerdeki herkes ve iki takimda bagirmaya basladilar, "Shay, ilk kaleye kos, ilk kaleye kos!" Shay hayatinda hic bu kadar uzaga kosmamisti ama ilk kaleye gidebildi. Saskinliktan buyumus gozleriyle yere coktu. Herkes bagirmaya devam etti, "Ikinci kaleye kos, ikinci kaleye kos" Nefes nefese Shay zorlukla ikinci kaleye kosabildi. Shay ikinci kaleye geldigi sirada acik sahada diger takimdan biri topu almisti ... takimin en kucugu olan bu cocuk kahraman olma sansini elinde tutuyordu. Topu ikinci kaledeki adamina atabilirdi ama top aticisinin niyetini anladigindan o da kasitli olarak topu ucuncu kaledeki arkadasinin basinin uzerinden atti. Herkes bagiriyordu, "Shay, Shay, Shay, butun yolu kos Shay" Karsi takimdan birinin yardim ederek onu ucuncu kaleye dogru dondurmesiyle Shay ucuncu kaleye kosabildi, "Ucuncuye kos! Shay, ucuncuye kos!" Shay ucuncuye gelirken diger takimdaki cocuklar ve seyirciler ayaga kalkmislardi ve bagiriyorlardi, "Shay, hepsini kos! Hepsini kos!" Shay hepsini kostu ve oyunu takimi icin kazanan bir kahraman olarak herkes tarafindan alkislandi. "O gun", dedi babasi, gozlerinden yaslar asagiya dogru suzulerek, "iki takimdaki cocuklar da dunyaya bir parca sevgi ve insanlik getirmeyi basardilar". Shay bir sonraki yaza yetisemedi. O kis oldu. Bir kahraman oldugunu ve babasini mutlu ettigini, ve eve geldiginde annesinin de gozyaslari icinde onu kucakladigini asla unutmadi.
Yakup kardeşim hikayeleri gözlerinizi nemlendirmek için değil hayatta almamız gereken derslerimizin arasına bir kaç konu eklemek için yazıyorum. Ama sende haklısın içinde insanlık olan kişilerin hüzünlenmemesi elde değil bu tip hikayelerden.
Görebilmek Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa; - Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.. Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra; Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.. Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. - Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten. - İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?. -Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara.. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız.. Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde farketmiş çocuğun kör olduğunu.. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış adamın kendisini farkettiğini.. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken; - Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki!. Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?. Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına doğru yönelirken; - Artık emin değilim demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.. Gösterdi ............. gördü anlamına gelmez Söyledi .............. duydu anlamına gelmez Duydu .................doğru anladı anlamına gelmez Anladı ............... hak verdi anlamına gelmez Hak verdi ............ inandı anlamına gelmez İnandı ............... uyguladı anlamına gelmez Uyguladı ............. sürdürecek anlamına gelmez Komikaze.net
Herşeyin Başı Vehbi Koç'dan bir alıntı, "Dostum, evin varsa bir sıfır koymalısın varlıklar hanene, İşin varsa bir sıfır daha koymalısın, İş seninse üç sıfır daha koymalısın, İşin iyi gidiyorsa üç sıfır daha, Araban varsa bir sıfır, Yazlığın varsa bir sıfır daha, Daha sıralanabilir sıfırlar hanesi... Ancak, Sağlığın varsa bir koyarsın başına, bütün sıfırlar anlamlı bir değere ulaşır. Yoksa sonuç sıfırdır,hiç uğraşmayasın boş yere..."
Padişah acemi bir köleyle gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş geminin mihletini tutmamıştı. Ağlamaya,inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes aciz vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı adam padişahın huzuruna çıktı, '' MÜSADE BUYURURSANIZ BEN ONU SUSTURURUM!'' dedi. Padişah da '' LÜTFEN LÜTFETMİŞ OLURSUNUZ!'' dedi. Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı,çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı. Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, '' BUNDAKİ HİKMET NEDİR?'' diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi. '' KÖLE EVVELCE SUYA BATMAYI TATMAMIŞTI.GEMİDEKİ SELAMETİN KIYMETİNİ BİLMİYORDU. İŞTE HUZUR VE SAADET DE BÖYLEDİR, BİR FELAKET GÖRMEYEN KİMSE HUZURUN KIYMETİNİ BİLEMEZ. başarı başarısızlık, iyilik ve kötülük, sıkıntı rahatlık, mutluluk mutsuzluk mutlaka tatmamız gereken hayat cilveleridir; aksi halde ömür boyu ham kalmaya ve hayat gemisinde tir tir titremeye mahkum oluruz
KURABİYE HIRSIZI Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında, daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına. Havaalanındaki dükkândan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp buldu kendisine oturacak bir yer. Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de yanında oturan adamın olabildiğince cüretkâr bir şekilde aralarında duran paketten birer birer kurabiye aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de. Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken, gözü saatteydi, kurabiye hırsızı yavaş yavaş tüketirken kurabiyelerini. Kulağı saatin tik taklarındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik taklar sinirlenmesini. Düşünüyordu kendi kendine, kibar bir insan olmasaydım, morartırdım şu adamın gözlerini! Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca, bakalım şimdi ne yapacak? dedi kendi kendine. Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye. Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına. Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve Aman Tanrım, ne cüretkâr ve ne kaba bir adam, üstelik bir teşekkür bile etmiyor! Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında, uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla. Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına, dönüp bakmadı bile kurabiye hırsızına. Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna, sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına. Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla. Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye! Çaresizlik içinde inledi, bunlar benim kurabiyelerimse eğer; ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini! Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle, Kaba ve cüretkâr olan, kurabiye hırsızı kendisiydi işte.
Sormuşlar ermişlerden birine; "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yasayanlar arasında ne fark vardır?" "Bakın göstereyim" demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar icinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine "şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıltılı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince her biri uzun boylu kasıklarını çorbaya daldırıp, sonra karsısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerlerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "İşte" demiş ermiş. "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymamış düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz bunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır her zaman..."
Bir otobüs duraginda karsilasmislardi ilk kez.... Biri tipta okuyordu,öbürü mimarlikta. O ilk karsilasmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karsilasabilmek için, hep ayni saatte, ayni duraktan, ayni otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konusacak cesareti bulmalari biraz zaman aldi ama sonunda basardilar. Ikisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardi aslinda. Delikanli arkadasinda kaldigi için o duraktan binmisti otobüse, kiz ise ablasinda.... Sirf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çikip, sehrin öbür ucundaki o duraga, onlarin duragina geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarini bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen issiz, bazen parasiz kaldilar ama öylesine siki kenetlenmisti ki yürekleri ve elleri hiçbir seyi umursamadilar. Ayin sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarinda da hep mutluydular. Zaman asimina ugrayan, aliskanliklara yenik düsen, banka hesabinda para kalmadigi için ya da tam tersine o hesabi daha da kabarik hale getirmek uguruna bitip-tükeniveren sevgilerden degildi onlarinki... Günler günleri, yillar yillari kovaladikça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarinin olmamasiydi. Zorlu bir tedavi sürecine ragman çocuk sahibi olmayinca, ?bütün mutluluklarin bizim olmasini beklemek, bencillik olur? diyerek devam ettiler hayatlarina. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... Senin için ölürüm? derdi kadin, simsiki sarilip adama ve adam Hayir, ben senin için ölürüm diye yanit verirdi hep... Bazen eve geldiginde, aynanin üzerinde bir not görürdü kadin, ?Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafina bak....? Kütüphanenin ikinci rafinda baska bir not olurdu, Mutfaktaki masanin üzerine bak ve seni çok sevdigimi sakin unutma? Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notlari okuya okuya kosturan kadin, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdigi çikolatalar, kimi zaman da pahali armaganlarla karsilasirdi... Aldigi hediyenin ne oldugu önemli degildi zaten.... Hayat ne kadar hizli akarsa aksin, isleri ne kadar yogun olursa olsun hep birbirlerine ayiracak zaman buluyorlardi bulmasina ama kirkli yaslarin ortalarina geldiklerinde, daha az çalismaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrildi ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye basladi. Kadin da mimarlik bürosunu kapadi ve sadece özel projelerde görev aldi. Artik daha fazla beraber olabiliyorlardi. Bir gün sahilde dolasirken, harap durumda bir ev gördü kadin, üzerinde ?satilik? levhasi asili olan. ?Ne dersin, bu evi alalim mi?? dedi adama. ?Bu viraneyi yiktirir, harika bir ev yapariz. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terasi olan, martilari kahvaltiya davet edecegimiz bir deniz evi yapalim burayi...? ?Sen istersin de ben hiç hayir diyebilirmiyim?? diye yanit verdi adam. Amerikadaki tip kongresinden döner dönmez ararim emlakçiyi... Kaç para olursa olsun, burasi bizimdir artik....? Sadece bir hafta ayri kalacaklarini bildikleri halde, ayrilmalari zor oldu adam Amerika?ya giderken. Her gün, her saat konustular telefonla. Gözyaslari içinde kucaklastilar havaalaninda. Fakat birkaç gün sonra, kocasinda bir tuhaflik oldugunu fark etti kadin. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konusmaktan kaçiniyordu. Onu neselendirmek için, sahildeki evi hatirlatti ve çizdigi projeyi verdi kadin ama hiç beklemedigi bir cevap aldi: Canim, o ev bizim bütçemizi asiyor. Sen en iyisi o evi unut...? Mutsuzluk, mutlulugun tadina alismis insanlara daha da aci, daha da çekilmez gelir. Kadin, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardi adama, Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat? diye dil döktü bos yere... Yillardir sevdigi adam, duyarsiz ve sevgisiz biriyle yer degistirmisti sanki. Ona ulasmaya çalistikça, beton duvarlara çarpiyordu kadin, her çarpmada daha fazla kaniyordu yüregi... Bir gün, çocuklugunun, gençliginin ve bütün hayatinin birlikte geçtigi arkadasina dert yanarken, ?Artik dayanamiyorum, sana söylemek zorundayim? diye sözünü kesti arkadasi. O, seni aldatiyor. Is yerimin tam karsisindaki restoranda genç bir kadinla yemek yiyiyor her öglen. Sonra sarmas dolas biniyorlar arabaya.... Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanlari? diye bagirdi kadin. Onca yillik arkadasini, kendisini kiskanmakla suçladi.... Ertesi gün, ögle vakti o restoranin hemen karsisinda bir köseye sindi sessizce ve peri masallarinin sadece masal oldugunu anladi... Kocasinin eskiden ayni hastanede çalistigi genç çocuk doktorunu tanidi hemen. Bazen evlerinde agirladiklari kadina nasil sarildigini gördü adamin... Aksam kocasi eve gelir gelmez, bazen bagirip, bazen aglayarak, bazen ona simsiki sarilip bazen de yumruklayarak haykirdi suratina her seyi. Inkar etmedi adam. Zamanla duygularin degisebildigi, insanlarin orta yasa geldiklerinde farklilik aradigi gibi bir seyler geveledi agzinda ve bavulunu alip gitti evden. Kapidan çikarken, ?son bir kez kucaklamak isterim seni? diyecek oldu ama kadin, ?defol? dedi nefretle... Ilk celsede bosandilar... Modern bir ask hikayesinin böyle son bulmasina kimse inanamadi. Arkadaslarinin destegiyle ayakta kalmaya çalisti kadin. Adamin, sevgilisiyle birlikte Amerika?ya yerlestigini ögrendi. Bazen yalniz kaldiginda, onu hala sevdigini hissedince, aglama nöbetleri geçiriyor, askin yerini, en az onun kadar yogun bir duygu olan nefretin almasi için dua ediyordu. Aradan bir yil geçti... Her seyin ilaci oldugu söylenen zaman bile, kadinin derdine çare olamamisti. Bir sabah, israrla çalan zilin sesiyle uyandi. Kapiyi açtiginda, karsisinda o kadini gördü. ?Sen, buraya ne yüzle geliyorsun? diye bagirmak istedi ama sesi çikmadi. ?Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konusmamiz gerekiyor.? dedi genç kadin. Kanepeye ilisti ve zor duyulan bir sesle konusmaya basladi: ?Hiçbir sey göründügü gibi degil aslinda. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yil Amerika?daki kongre sirasinda ögrendi hastaligini ve yaklasik bir senelik ömrü kaldgini. Buna dayanamayacagini, hep söyledigin gibi onunla birlikte ölmek isteyecegini biliyordu. Seni kendinden uzaklastirmak için, benden sevgilisi rolünü oynamami istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika?ya yerlestigimiz yalanini yaydi. Oysa ilk karsilastiginiz otobüs duraginin karsisinda bir ev tutmustu. Tedavi görüyor ve kurtulacagina inaniyordu ama olmadi. Gece fenalasmis, bakicisi beni aradi, son anda yetistim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...? Gözlerinden akan yaslari durduramayacagini biliyordu kadin. Hemen oracikta ölmek istiyordu. Eline tutusturulan kutuyu açmayi neden sonra akil edebildi. Itinayla katlanmis bir sürü kagit duruyordu kutuda. Ilk kagitta, ?Lütfen bütün notlari sirayla oku bir tanem? diyordu... Sirayla okudu; ?Seni çok sevdim?, ?Seni sevmekten hiç vazgeçmedim?, ?Senin için ölürüm derdin hep, dogru söyledigini bilirdim.? ?Fakat benim için ölmeni istemedim? ?Simdi bana söz vermeni istiyorum.? ?Benim için yasayacaksin, anlastik mi?? son kagidi eline alirken, kutuda bir anahtar oldugunu gördü kadin... Ve son kagitta sunlar yaziliydi: Sahildeki evimizi senin çizdigin projeye göre yaptirdim. Kocaman terasta martilarla kahvalti ederken, ben hep seni izliyor olacağım... __________________
Selamlar ; Hayatım boyunca okuduğum hikayeler arasında beni en çok etkileyenlerden birisini ekledim alta.Hayata dair küçük bir ders çıkartmak isterseniz okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Saygılarımla. KÜÇÜK BİR HAYAT DERSİ !!! Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara özel eğitim veren bir okul icin bağış toplama yemeğinde, çocuklardan birisinin babası katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yaptı. Okulu ve kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra şöyle bir soru sordu: " Dışardaki etkenler tarafından etkilenmedikçe doğa her şeyi mükemmel bir şekil ve sırada yapıyor.Ama yine de oğlum Shay, diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor.Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor. Oğlumda doğal olması gereken şeyler nerede ? " Bu soru karşısında dinleyiciler sessiz kaldılar. Baba devam etti. " Ben inanıyorum ki, dünyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir çocuk geldiğinde, gercek insan doğası kendini gösterme fırsatını buluyor ve bu da insanların o çocuğa davranış sekillerinde kendini gösteriyor. " Ve sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı : Shay ve babası bir gün parkta Shay'in tanıdığı birkaç çocuğun baseball oynadıklarını gördüler. Shay sordu ; " Acaba oynamama izin verirler mi? " Shay'in babası çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu, engellerine rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu. Shay'in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı ve ( fazla birşey beklemeyerek ) Shay'in oynayıp oynayamayacağını sordu.Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra ; " Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takıma girebilir ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya çalışırım " dedi. Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım t-shirtini giydi. Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi. Çocuklar oğlunun kabul edilmesinden dolayı babanın mutluluğunu gördüler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazandı ama hala 3 sayı gerideydi.Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi ve sağ açık sahaya çıktı. Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babası ona tribünlerden el salladığını gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takımı yine puan kazandı. Şimdi bütün kaleler doluydu, oyunu kazanma şansı ortaya çıkmıştı ve topa vurma sırası Shay'e gelmişti.Bu noktada Shay'in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalıydılar ? Şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verdiler. Hepsi topa isabet ettirme şansının sıfır olduğunu biliyorlardı çünkü bırakın topa vurmayı Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu. Ama Shay sahaya çıktığında top atıcı, diğer takımın kazanma şanslarını bir kenara bırakarak Shay'e bu fırsatı tanıdıklarını görünce birkaç adım öne giderek yumuşak bir şekilde topu Shay'e doğru fırlattı. İlk topa Shay zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı. Atıcı tekrar birkaç adım öne doğru geldi ve topu yine yumuşak bir şekilde Shay'e doğru attı. Shay sopayı savurdu ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya doğru vurdu. Oyun şimdi bitecekti. Atıcı topu yerden aldı ve ilk kaledeki adamına kolaylıkla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti. Ama atıcı topu aldı ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlattı.Tribünlerdeki herkes ve iki takımda bağırmaya başladılar ; " Shay, ilk kaleye koş, ilk kaleye koş ! " Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı ama ilk kaleye gidebildi.Şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü.Herkes bagirmaya devam etti ; " İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş ! " Nefes nefese Shay zorlukla ikinci kaleye koşabildi.Shay ikinci kaleye geldiği sirada açık sahada diğer takımdan biri topu almıştı ... takımın en küçüğü olan bu çocuk kahraman olma şansını elinde tutuyordu.Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi ama top atıcısının niyetini anladığından o da kasıtlı olarak topu ucuncu kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı.Herkes bağırıyordu ; " Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay ! " Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay üçüncü kaleye koşabildi ; " Üçüncüye koş ! Shay, üçüncüye koş ! " Shay üçüncüye gelirken diğer takımdaki çocuklar ve seyirciler ayağa kalkmışlardı ve bağırıyorlardı ; " Shay, hepsini koş ! Hepsini koş ! " Shay hepsini koştu ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlandı. " O gün ", dedi babası, gözlerinden yaşlar aşağıya doğru süzülerek, " iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar ". Shay bir sonraki yaza yetişemedi. O kış öldü. Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini, ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını asla unutmadı.
DUYGU ADASI !!! Bir zamanlar, bütün duygular bir adada yaşarmış. Mutluluk, Üzüntü, Sabır, Öfke, Korku, Kibir, Bilgelik, Sevgi...her türlü duygu bu adada olduğu için bu adaya 'duygu adası' deniliyormuş. Ada sakini duygular, günün birinde, tesbit edemedikleri bir yerden, adanın bir kaç gün içinde batacağı yönünde ısrarlı anonslar duymuşlar. İlk anda bunun büyük ber şaka olduğunu düşünmüş bazıları,ama anonslar devam ettikçe, durumun ciddi olduğunu düşünerek, birer ikişer adadan ayrılmaya başlamışlar. Hemen her duygunun kendine ait bir kayığı yahut gemisi ya da yatı olduğundan, adadan ayrılmak nisbeten kolay olmuş onlar için. Ama Sevgi'nin küçücük bir sandalı bile yokmuş. O yüzden, kendisini alacak birini buluncaya kadar, mecburen adada kalmış. Duyguların büyük kısmının adadan ayrıldığı günlerden birinde, ada anonsta söylendiği gibi yavaş yavaş batmaya başlamış. Bunun üzerine, Sevgi, yüksekçe bir kayaya çıkıp yardım istemeye başlamış adadan henüz ayrılan diğer duygulardan. İlk önce, Zenginliği görmüş büyük ve güzel bir yatın içinde. El edip, yüksek sesle bağırmış: - Zenginlik beni de alır mısın? Yatın her tarafına yığdığı eşyaları gösteren Zenginlik: - Hayır alamam. demiş - Görüyorsun, altın gümüş, zümrüt derken yat doldu. Senin için yer kalmadı. Zenginlikten vefa görmeyen Sevgi, biraz daha geride, büyücek bir yelkenli görmüş. Dikkatlice baktığında anlamış ki bu yelkenli Kibir'in: - Kibir, Kibir!... Benim sandalım bile yok, ada da batıyor, yardım et lütfen! - Sana yardım edemem. demiş Kibir. - Biraz pejmürde gözüküyorsun; yelkenlimin fiyakasını bozacaksın. Bu cevap karşısında çok üzülen sevgi, bir kayığa binip kürek çeker vaziyette, Üzüntü'yü farketmiş o sırada. Sevgi bu kez ondan yardım istemeye karar vermiş: - Üzüntü, seninle gelebilir miyim? - Ah sevgili sevgiciğim! demiş üzüntü. - Yalnız gitmeye karar vermiş olduğum için o kadar üzgünüm ki! Bu cevap üzerine üzüntüsü daha da artan Sevgi, yüzünü adanın öbür tarafına doğru çevirdiğinde, bir mavnanın üzerinde neşeyle zıplayan birini görmüş. Mutlulukmuş bu. Sevgi ona da seslenmiş; ama Mutluluk o kadar mutluymuş ki, Sevginin ona seslendiğinin farkına bile varmamış. Çaresiz biçimde mutluluğa seslenmeye devam eden Sevgi, ansızın, bir ses duymuşyakınında: - Buraya gel Sevgi! Seni ben götüreyim. Sevgi çok sevinmiş ve koşar adım sahile koşup içinden yaşlıca bir adamın kendisine seslendiği kayığa atlamış. Kayıkla fazlaca bir yer gitmeden de, adanın büsbütün sulara gömüldüğünü görmüşler. Sevgi, bu kadar duygu çağırdığı halde onu almazken kendisini kayığına çağıran bu saçı başı ağırmış duyguya teşekkür etmiş defalarca. Ama, Duygu Adasında o güne kadar hiç görmediği bu yaşlıya adını bile sormayı unuttuğunu, ancak karaya varıp da vedalaşmalarından sonra farketmiş. Sonra da, günlerden bir gün geldikleri bu yeni kara parçasında Bilgeliğe rast gelince, ismini bile sormadığı bu kadirşinas yaşlıyı tarif edip ismini sormuş kendisine. - O Tecrübeden başkası olamaz. diye cevap vermiş Bilgelik. - Tecrübe mi? peki niye yalnız o bana yardım etti? - Çünkü. demiş Bilgelik, - Sevginin gerçek değerini ancak tecrübe kavrayabilir.....