hikaye köşemiz ;

Konu, 'Genel Konular' kısmında Yakamoz tarafından paylaşıldı.

  1. Asant07

    Asant07 Osman

    Mesajlar:
    131
    Şehir:
    Antalya - Manavgat
    Favori Makine:
    Banax
    Cevap : Hıncal ULUÇ ( Gazetesindeki köşesinde yazmıştı bir zamanlar. )
     
  2. mufi

    mufi Muvaffak İŞMEN

    Mesajlar:
    3.332
    Şehir:
    İzmir
    Favori Kamış:
    kıyı balıkçılıgı standart malzeme oltakamışı ve makine
    Favori Makine:
    Daiwa GS 9
    En İyi Avı:
    her av iyidir yeterki usule uygun olsun
    güzel bir hikaye

    On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi.

    Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu.

    Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi.

    Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı.O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, ama henüz av yasağının kalkmasına saatler kalmış olan bir levrekti.

    Baba oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı.Saat on olmuştu. Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı.Önce balığa, sonra oğluna baktı.

    " Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum, " dedi. " Baba! " diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle. " Başka balıklar da var, " dedi babası. " Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil , " dedi çocuk.

    Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez.Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi.

    Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York City'nin ünlü mimarlarındandır. Babasının küçük evi hala o adadadır. Oğlunu ve kızlarını hala o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür.

    Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat değerler konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirdi

    Babasından öğrendiği gibi değerler doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca değerlerin uygulanabilmesidir. Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz?

    Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk.
     
  3. gülbaharlar

    gülbaharlar gulbaharlar

    Yaş:
    54
    Mesajlar:
    4.214
    Şehir:
    manisa
    Favori Kamış:
    el oltası, kamış
    En İyi Avı:
    13 kilo aynalı sazan
    muvaffak abicim güzel bir hikaye çok teşekkürler paylaşımın için sağol selamlar
     
  4. geneben

    geneben Aşkın

    Yaş:
    49
    Mesajlar:
    3.702
    Şehir:
    İzmir/Bornova
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Deniz turnası 70 cm 900 gr.
    Hayattaki seçenekler

    Geçenlerde balık tutan avlanan özürlü insanları gösteren resimler açılmıştı bir konuda ve ben yorum yapmıştım işte anlatmak istediğim konunun ana fikri bu hikayede var. Önce benim mesajım hatırlatma amaçlı affınıza sığınarak;


    Okuma ve ogrenme zorlugu ceken cocuklara ozel egitim veren bir okul
    icin bagis toplama yemeginde, cocuklardan birisinin babasi
    katilimcilar tarafindan asla unutulmayacak bir konusma yapti. Okula ve
    kendini adamis ogretmenleri kutladiktan sonra soyle bir soru sordu:
    "Disardaki etkenler tarafindan etkilenmedikce doga herseyi mukemmel
    bir sekil ve sirada yapiyor. Ama yine de oglum Shay, diger cocuklarin
    ogrendikleri gibi ogrenemiyor. Diger cocuklarin anlayabildikleri gibi
    anlayamiyor. Oglumda dogal olmasi gerekenler seyler nerede?"
    Bu soru karsisinda dinleyiciler sessiz kaldilar.
    Baba devam etti. "Ben inaniyorum ki, dunyaya fiziksel ve zeka engelli
    Shay gibi bir cocuk geldiginde, gercek insan dogasi kendini gosterme
    firsatini buluyor ve bu da insanlarin o cocuga davranis sekillerinde
    kendini gosteriyor."
    Ve sonra asagidaki hikayeyi anlatmaya basladi:
    Shay ve babasi bir gun parkta Shayin tanidigi birkac cocugun baseball
    oynadiklarini gorduler. Shay sordu, "Acaba oynamama izin verirler mi?"
    Shay'in babasi cogu cocugun Shay gibi bir cocugun takimlarinda
    oynamasini istemeyeceklerini ama ayni zamanda eger ogluna izin
    verirlerse oglunun o cok ihtiyacini duydugu, engellerine ragmen
    baskalari tarafindan kabul edilmenin ozguveni ve sahiplenme duygusunu
    verecegini de biliyordu. Shay'in babasi cocuklardan birinin yanina
    yaklasti ve (fazla birsey beklemeyerek) Shay in oynayip
    oynayamayacagini sordu. Cocuk soyle danisabilecegi birilerine bakti ve
    sonra "Su anda 6 sayi gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde
    takima girebilir ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya
    calisirim" dedi.
    Shay buyuk bir gayretle takimin yanina gitti ve yuzunde kocaman bir
    gulumseme ile takim t-shirtini giydi. Babasi gozunde yas, kalbi sicak
    duygularla dolu onu izledi. Cocuklar oglunun kabul edilmesinden dolayi
    babanin mutlulugunu gorduler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takimi
    birkac puan kazandi ama hala 3 sayi gerideydi. Dokuzuncu turun
    basinda Shay eldiveni eline gecirdi ve sag acik sahaya cikti. Ona
    dogru hic top isabet etmemesine ragmen oyunda olmaktan son derece
    mutluydu ve babasi ona tribunlerden el salladigini gordugunde yuzunde
    kocaman bir gulumseme vardi.
    Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takimi yine puan kazandi. Simdi butun
    kaleler doluydu, oyunu kazanma sansi ortaya cikmisti ve topa vurma
    sirasi Shay'e gelmisti. Bu noktada Shay'in vurucu olmasina izin
    vererek oyunu kaybetme riskini mi almaliydilar? Sasirtici bir hamleyle
    Shay'e sopayi verdiler. Herkes topa
    isabet ettirme sansinin sifir oldugunu biliyorlardi cunku birakin
    topa vurmayi Shay sopayi bile elinde tutmasini bilmiyordu. Ama Shay
    sahaya ciktiginda top atici, diger takimin kazanma sanslarini bir
    kenara birakarak Shay'e bu firsati tanidiklarini gorunce birkac adim
    one giderek yumusak bir sekilde topu Shay'e dogru firlatti. Ilk topa
    Shay zorlukla sopayi savurdu ama iskaladi. Atici tekrar birkac adim
    one dogru geldi ve topu yine yumusak bir sekilde Shay'e dogru atti.
    Shay sopayi savurdu ve hafifce topa dokunarak yere aticiya dogru
    vurdu. Oyun simdi bitecekti. Atici topu yerden aldi ve ilk kaledeki
    adamina kolaylikla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu
    bitirebilecekti. Ama atici topu aldi ve ilk kaledeki adaminin basinin
    uzerinden diger takim
    arkadaslarinin erisemeyecegi yere firlatti. Tribunlerdeki herkes ve
    iki takimda bagirmaya basladilar, "Shay, ilk kaleye kos, ilk kaleye
    kos!" Shay hayatinda hic bu kadar uzaga kosmamisti ama ilk kaleye
    gidebildi. Saskinliktan buyumus gozleriyle yere coktu. Herkes
    bagirmaya devam etti, "Ikinci kaleye kos, ikinci kaleye kos" Nefes
    nefese Shay zorlukla ikinci kaleye kosabildi. Shay ikinci kaleye
    geldigi sirada acik sahada diger takimdan biri topu almisti ...
    takimin en kucugu olan bu cocuk kahraman olma sansini elinde
    tutuyordu. Topu ikinci kaledeki adamina atabilirdi ama top aticisinin
    niyetini anladigindan o da kasitli olarak topu ucuncu kaledeki
    arkadasinin basinin uzerinden atti.
    Herkes bagiriyordu, "Shay, Shay, Shay, butun yolu kos Shay" Karsi
    takimdan birinin yardim ederek onu ucuncu kaleye dogru dondurmesiyle
    Shay ucuncu kaleye kosabildi, "Ucuncuye kos! Shay, ucuncuye kos!"
    Shay ucuncuye gelirken diger takimdaki cocuklar ve seyirciler ayaga
    kalkmislardi ve bagiriyorlardi, "Shay, hepsini kos! Hepsini kos!" Shay
    hepsini kostu ve oyunu takimi icin kazanan bir kahraman olarak herkes
    tarafindan alkislandi.

    "O gun", dedi babasi, gozlerinden yaslar asagiya dogru suzulerek,
    "iki takimdaki cocuklar da dunyaya bir parca sevgi ve insanlik
    getirmeyi basardilar".
    Shay bir sonraki yaza yetisemedi. O kis oldu. Bir kahraman oldugunu
    ve babasini mutlu ettigini, ve eve geldiginde annesinin de gozyaslari
    icinde onu kucakladigini asla unutmadi.
     
  5. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    aşkın utanmıyormusun sabah sabah gözlerimiz nemlendirmeye :eek:
     
  6. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    muvaffak abicim güzel hikayen için teşekkür ederim :)
     
  7. geneben

    geneben Aşkın

    Yaş:
    49
    Mesajlar:
    3.702
    Şehir:
    İzmir/Bornova
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    Deniz turnası 70 cm 900 gr.
    Yakup kardeşim hikayeleri gözlerinizi nemlendirmek için değil hayatta almamız gereken derslerimizin arasına bir kaç konu eklemek için yazıyorum.
    Ama sende haklısın içinde insanlık olan kişilerin hüzünlenmemesi elde değil bu tip hikayelerden.
     
  8. flazer

    flazer mehmet ali filizer

    Mesajlar:
    4.148
    Şehir:
    ESKİŞEHİR
    Favori Kamış:
    YILMAZ 90 LIK ZIPKIN SHEAKPER MAKARALI OLTA VEDE ALBA NIN KAMIŞLARI
    En İyi Avı:
    TATLI SUDA 43 KG AYNALI SAZAN(rüyamda)5,5kg aynalı sazan,6KG DÜZ SAZAN, DENİZDE 2KG MIGRI
    çok güzel ya
     
  9. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    bunun farkındayım ve bu siteyi bu yüzden çok seviyorum. eline emeğine sağlık.
     
  10. balıkçıberk

    balıkçıberk Mr. None

    Mesajlar:
    385
    Şehir:
    Istanbul
    güzel bea bende yazarım daha sonra ama belki yazamam elinize sağlık:) :)
     
  11. prof_turna

    prof_turna

    Yaş:
    46
    Mesajlar:
    541
    Şehir:
    ankara
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    turna 4,5 kg.
    beğendiğine sevindim mehmet ;)
     
  12. Oztemiz80

    Oztemiz80

    Mesajlar:
    698
    Şehir:
    Konya-Beyşehir
    Favori Kamış:
    el oltası
    En İyi Avı:
    1 kg sudak 1,5 kg kadife
    Görebilmek

    Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada
    duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta
    tek başına oturan çocuğa;
    - Buranın yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanı
    başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu
    söylediler..

    Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra;
    Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama
    sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde..

    Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl
    anladığını sormuş ister istemez.

    - Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz?
    diye gülümsemiş çocuk. Kuş cıvıltıları oradan geliyor
    zaten.

    - İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de
    tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?.

    -Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye
    atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara..
    Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış
    ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız..

    Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan
    sonra, teşekkür etmek için döndüğünde farketmiş çocuğun
    kör olduğunu..

    Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda
    kesmesinden anlamış adamın kendisini farkettiğini..

    Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken;
    - Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi
    o kadar çok özledim ki!. Sizinkiler sağlam, öyle
    değil mi?.

    Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına
    doğru yönelirken;
    - Artık emin değilim demiş. Emin olduğum tek şey,
    benden iyi gördüğündür..

    Gösterdi ............. gördü anlamına gelmez
    Söyledi .............. duydu anlamına gelmez
    Duydu .................doğru anladı anlamına gelmez
    Anladı ............... hak verdi anlamına gelmez
    Hak verdi ............ inandı anlamına gelmez
    İnandı ............... uyguladı anlamına gelmez
    Uyguladı ............. sürdürecek anlamına gelmez


    Komikaze.net
     
  13. Oztemiz80

    Oztemiz80

    Mesajlar:
    698
    Şehir:
    Konya-Beyşehir
    Favori Kamış:
    el oltası
    En İyi Avı:
    1 kg sudak 1,5 kg kadife
    Herşeyin Başı

    Vehbi Koç'dan bir alıntı,
    "Dostum, evin varsa bir sıfır koymalısın varlıklar
    hanene, İşin varsa bir sıfır daha koymalısın,
    İş seninse üç sıfır daha koymalısın, İşin iyi gidiyorsa
    üç sıfır daha, Araban varsa bir sıfır, Yazlığın
    varsa bir sıfır daha, Daha sıralanabilir sıfırlar hanesi...
    Ancak, Sağlığın varsa bir koyarsın başına,
    bütün sıfırlar anlamlı bir değere ulaşır.
    Yoksa sonuç sıfırdır,hiç uğraşmayasın boş yere..."
     
  14. furumar

    furumar ali

    Mesajlar:
    296
    Şehir:
    izmir==tire den
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    1.750 Gr aynalı sazan
    Padişah acemi bir köleyle gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş geminin mihletini tutmamıştı.

    Ağlamaya,inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes aciz vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı adam padişahın huzuruna çıktı, '' MÜSADE BUYURURSANIZ BEN ONU SUSTURURUM!'' dedi. Padişah da '' LÜTFEN LÜTFETMİŞ OLURSUNUZ!'' dedi. Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı,çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı. Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, '' BUNDAKİ HİKMET NEDİR?'' diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi. '' KÖLE EVVELCE SUYA BATMAYI TATMAMIŞTI.GEMİDEKİ SELAMETİN KIYMETİNİ BİLMİYORDU. İŞTE HUZUR VE SAADET DE BÖYLEDİR, BİR FELAKET GÖRMEYEN KİMSE HUZURUN KIYMETİNİ BİLEMEZ.


    başarı başarısızlık, iyilik ve kötülük, sıkıntı rahatlık, mutluluk mutsuzluk mutlaka tatmamız gereken hayat cilveleridir; aksi halde ömür boyu ham kalmaya ve hayat gemisinde tir tir titremeye mahkum oluruz
     
  15. KURABİYE HIRSIZI


    Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında, daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına. Havaalanındaki dükkândan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp buldu kendisine oturacak bir yer. Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de yanında oturan adamın olabildiğince cüretkâr bir şekilde aralarında duran paketten birer birer kurabiye aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de. Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken, gözü saatteydi, kurabiye hırsızı yavaş yavaş tüketirken kurabiyelerini. Kulağı saatin tik taklarındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik taklar sinirlenmesini. Düşünüyordu kendi kendine, kibar bir insan olmasaydım, morartırdım şu adamın gözlerini! Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini.
    Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca, bakalım şimdi ne yapacak? dedi kendi kendine.
    Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye. Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına. Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve Aman Tanrım, ne cüretkâr ve ne kaba bir adam, üstelik bir teşekkür bile etmiyor! Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında, uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla. Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına, dönüp bakmadı bile kurabiye hırsızına.
    Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna, sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına. Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla. Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye! Çaresizlik içinde inledi, bunlar benim kurabiyelerimse eğer; ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini! Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle,
    Kaba ve cüretkâr olan, kurabiye hırsızı kendisiydi işte.
     
  16. Sormuşlar ermişlerden birine; "Sevginin sadece sözünü
    edenlerle, onu yasayanlar arasında ne fark vardır?"
    "Bakın göstereyim" demiş ermiş.
    Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar icinde
    sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
    Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş.
    "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
    Bunun üzerine "şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."
    Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıltılı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
    "Buyurun" deyince her biri uzun boylu kasıklarını çorbaya daldırıp, sonra karsısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri
    diğerlerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
    "İşte" demiş ermiş. "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymamış düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz bunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır her zaman..."
     
  17. Bir otobüs duraginda karsilasmislardi ilk kez....
    Biri tipta okuyordu,öbürü mimarlikta. O ilk karsilasmadan
    sonra, bir kere,
    bir kere, bir kere daha karsilasabilmek için, hep ayni saatte,
    ayni duraktan,
    ayni otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle
    konusacak cesareti
    bulmalari biraz zaman aldi ama sonunda basardilar. Ikisi de
    her sabah otobüse bindikleri
    semtte oturmuyorlardi aslinda. Delikanli arkadasinda kaldigi
    için o duraktan binmisti otobüse, kiz ise ablasinda....
    Sirf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden
    evlerinden çikip, sehrin öbür ucundaki o duraga, onlarin
    duragina
    geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

    Okullarini bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok
    mutlu...
    Bazen issiz, bazen parasiz kaldilar ama öylesine siki
    kenetlenmisti ki
    yürekleri ve elleri hiçbir seyi umursamadilar. Ayin sonunu zor

    getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar
    olduklarinda
    da hep mutluydular. Zaman asimina ugrayan, aliskanliklara
    yenik düsen,
    banka
    hesabinda para kalmadigi için ya da tam tersine o hesabi daha
    da kabarik
    hale getirmek uguruna bitip-tükeniveren sevgilerden degildi
    onlarinki...
    Günler günleri, yillar yillari kovaladikça sevgileri de
    büyüdü, büyüdü...
    Tek eksikleri çocuklarinin olmamasiydi. Zorlu bir tedavi
    sürecine ragman
    çocuk sahibi olmayinca, ?bütün mutluluklarin bizim olmasini
    beklemek,
    bencillik olur? diyerek devam ettiler hayatlarina. Çocuk
    yerine,
    sevgilerini büyüttüler... Senin için ölürüm? derdi kadin,
    simsiki sarilip
    adama ve adam Hayir, ben senin için ölürüm diye yanit verirdi
    hep...

    Bazen eve geldiginde, aynanin üzerinde bir not görürdü kadin,
    ?Bir
    tanem, kütüphanenin ikinci rafina bak....? Kütüphanenin ikinci
    rafinda
    baska bir not olurdu, Mutfaktaki masanin üzerine bak ve seni
    çok sevdigimi sakin unutma?
    Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notlari okuya
    okuya kosturan kadin, sonunda kimi zaman bir demet çiçek,
    kimi zaman en sevdigi çikolatalar,
    kimi zaman da pahali armaganlarla karsilasirdi...
    Aldigi hediyenin ne oldugu önemli degildi zaten....

    Hayat ne kadar hizli akarsa aksin, isleri ne kadar yogun
    olursa olsun hep
    birbirlerine ayiracak zaman buluyorlardi bulmasina ama kirkli
    yaslarin
    ortalarina geldiklerinde, daha az çalismaya karar verdiler.
    Adam,
    hastaneden ayrildi ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye
    basladi. Kadin da mimarlik bürosunu kapadi ve sadece özel
    projelerde görev aldi. Artik daha fazla beraber
    olabiliyorlardi. Bir gün sahilde dolasirken, harap
    durumda bir ev gördü kadin, üzerinde ?satilik? levhasi asili
    olan. ?Ne
    dersin, bu evi alalim mi?? dedi adama. ?Bu viraneyi yiktirir,
    harika bir
    ev yapariz. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terasi olan,
    martilari
    kahvaltiya davet edecegimiz bir deniz evi yapalim burayi...?
    ?Sen
    istersin de ben hiç hayir diyebilirmiyim?? diye yanit verdi
    adam.
    Amerikadaki tip kongresinden döner dönmez ararim emlakçiyi...
    Kaç para olursa olsun, burasi bizimdir artik....?

    Sadece bir hafta ayri kalacaklarini bildikleri halde,
    ayrilmalari zor
    oldu adam Amerika?ya giderken. Her gün, her saat konustular
    telefonla.
    Gözyaslari içinde kucaklastilar havaalaninda. Fakat birkaç gün
    sonra,
    kocasinda bir tuhaflik oldugunu fark etti kadin. Eskisi kadar
    mutlu
    görünmüyor, konusmaktan kaçiniyordu. Onu neselendirmek için,
    sahildeki
    evi hatirlatti ve çizdigi projeyi verdi kadin ama hiç
    beklemedigi bir cevap
    aldi: Canim, o ev bizim bütçemizi asiyor. Sen en iyisi o evi
    unut...?

    Mutsuzluk, mutlulugun tadina alismis insanlara daha da aci,
    daha da
    çekilmez gelir. Kadin, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri.
    Derdini
    söylemesi için yalvardi adama, Senin için ölürüm, biliyorsun,
    ne olur
    anlat? diye dil döktü bos yere... Yillardir sevdigi adam,
    duyarsiz ve
    sevgisiz biriyle yer degistirmisti sanki. Ona ulasmaya
    çalistikça, beton
    duvarlara çarpiyordu kadin, her çarpmada daha fazla kaniyordu
    yüregi...

    Bir gün, çocuklugunun, gençliginin ve bütün hayatinin birlikte
    geçtigi
    arkadasina dert yanarken, ?Artik dayanamiyorum, sana söylemek
    zorundayim?
    diye sözünü kesti arkadasi. O, seni aldatiyor. Is yerimin tam
    karsisindaki restoranda genç bir kadinla yemek yiyiyor her
    öglen. Sonra
    sarmas dolas biniyorlar arabaya....
    Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanlari? diye bagirdi
    kadin.
    Onca yillik arkadasini, kendisini kiskanmakla suçladi....
    Ertesi gün, ögle
    vakti o restoranin hemen karsisinda bir köseye sindi sessizce
    ve peri
    masallarinin sadece masal oldugunu anladi... Kocasinin eskiden
    ayni
    hastanede çalistigi genç çocuk doktorunu tanidi hemen. Bazen
    evlerinde
    agirladiklari kadina nasil sarildigini gördü adamin...

    Aksam kocasi eve gelir gelmez, bazen bagirip,
    bazen aglayarak, bazen ona simsiki sarilip bazen de
    yumruklayarak haykirdi suratina her seyi. Inkar etmedi adam.
    Zamanla duygularin degisebildigi, insanlarin orta yasa
    geldiklerinde farklilik aradigi gibi bir seyler geveledi
    agzinda ve
    bavulunu alip gitti evden. Kapidan çikarken, ?son bir kez
    kucaklamak
    isterim seni? diyecek oldu ama kadin, ?defol? dedi nefretle...


    Ilk celsede bosandilar... Modern bir ask hikayesinin böyle son
    bulmasina
    kimse inanamadi. Arkadaslarinin destegiyle ayakta kalmaya
    çalisti kadin.
    Adamin, sevgilisiyle birlikte Amerika?ya yerlestigini ögrendi.
    Bazen
    yalniz kaldiginda, onu hala sevdigini hissedince, aglama
    nöbetleri
    geçiriyor, askin yerini, en az onun kadar yogun bir duygu olan
    nefretin
    almasi için dua ediyordu.

    Aradan bir yil geçti... Her seyin ilaci oldugu söylenen zaman
    bile,
    kadinin derdine çare olamamisti. Bir sabah, israrla çalan
    zilin sesiyle
    uyandi. Kapiyi açtiginda, karsisinda o kadini gördü. ?Sen,
    buraya ne
    yüzle geliyorsun? diye bagirmak istedi ama sesi çikmadi.
    ?Lütfen, içeri
    girmeme
    izin ver, mutlaka konusmamiz gerekiyor.? dedi genç kadin.
    Kanepeye ilisti
    ve zor duyulan bir sesle konusmaya basladi: ?Hiçbir sey
    göründügü gibi
    degil aslinda. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yil

    Amerika?daki kongre sirasinda ögrendi hastaligini ve yaklasik
    bir senelik
    ömrü kaldgini. Buna dayanamayacagini, hep söyledigin gibi
    onunla birlikte
    ölmek isteyecegini biliyordu. Seni kendinden uzaklastirmak
    için, benden
    sevgilisi rolünü oynamami istedi. Ailesine de haber vermedi.
    Birlikte
    Amerika?ya yerlestigimiz yalanini yaydi. Oysa ilk
    karsilastiginiz otobüs
    duraginin karsisinda bir ev tutmustu. Tedavi görüyor ve
    kurtulacagina
    inaniyordu ama olmadi. Gece fenalasmis, bakicisi beni aradi,
    son anda
    yetistim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...? Gözlerinden akan
    yaslari
    durduramayacagini biliyordu kadin. Hemen oracikta ölmek
    istiyordu. Eline
    tutusturulan kutuyu açmayi neden sonra akil edebildi. Itinayla
    katlanmis
    bir sürü kagit duruyordu kutuda. Ilk kagitta, ?Lütfen bütün
    notlari
    sirayla oku bir tanem? diyordu... Sirayla okudu; ?Seni çok
    sevdim?, ?Seni
    sevmekten hiç vazgeçmedim?, ?Senin için ölürüm derdin hep,
    dogru
    söyledigini bilirdim.? ?Fakat benim için ölmeni istemedim?
    ?Simdi bana
    söz vermeni istiyorum.? ?Benim için yasayacaksin, anlastik
    mi?? son kagidi eline alirken, kutuda bir anahtar oldugunu
    gördü kadin... Ve son kagitta sunlar yaziliydi:

    Sahildeki evimizi senin çizdigin projeye göre yaptirdim.
    Kocaman terasta
    martilarla kahvalti ederken, ben hep seni izliyor olacağım...
    __________________
     
  18. hakan28

    hakan28 hakan

    Yaş:
    55
    Mesajlar:
    531
    Şehir:
    manisa
    Favori Kamış:
    kamışlar, el oltaları
    En İyi Avı:
    Levrek, çipura
    yaa hayret bişeysiniz yaa. Niye bizleri üzüyosunuz kii sabah sabah..:(
     
  19. reef1905

    reef1905 Akın

    Mesajlar:
    175
    Şehir:
    İstanbul
    Favori Kamış:
    SHIMANO ALIVIO CX TELE SURF 4,20 MT 150 GR
    Favori Makine:
    SHIMANO EXAGE 6000 FA + E
    Selamlar ;

    Hayatım boyunca okuduğum hikayeler arasında beni en çok etkileyenlerden birisini ekledim alta.Hayata dair küçük bir ders çıkartmak isterseniz okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

    Saygılarımla.


    KÜÇÜK BİR HAYAT DERSİ !!!


    Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara özel eğitim veren bir okul icin bağış toplama yemeğinde, çocuklardan birisinin babası katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yaptı. Okulu ve kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra şöyle bir soru sordu:
    " Dışardaki etkenler tarafından etkilenmedikçe doğa her şeyi mükemmel bir şekil ve sırada yapıyor.Ama yine de oğlum Shay, diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor.Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor.
    Oğlumda doğal olması gereken şeyler nerede ? "
    Bu soru karşısında dinleyiciler sessiz kaldılar.
    Baba devam etti. " Ben inanıyorum ki, dünyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir çocuk geldiğinde, gercek insan doğası kendini gösterme fırsatını buluyor ve bu da insanların o çocuğa davranış sekillerinde kendini gösteriyor. "
    Ve sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı :
    Shay ve babası bir gün parkta Shay'in tanıdığı birkaç çocuğun baseball oynadıklarını gördüler. Shay sordu ;

    " Acaba oynamama izin verirler mi? "

    Shay'in babası çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu, engellerine rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu.
    Shay'in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı ve ( fazla birşey beklemeyerek ) Shay'in oynayıp oynayamayacağını sordu.Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra ;

    " Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takıma girebilir ben de onu dokuzuncu turda
    vurucu olarak sokmaya çalışırım " dedi.

    Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım t-shirtini giydi.
    Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi.
    Çocuklar oğlunun kabul edilmesinden dolayı babanın mutluluğunu gördüler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazandı ama hala 3 sayı gerideydi.Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi ve sağ
    açık sahaya çıktı. Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babası ona tribünlerden el salladığını gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
    Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takımı yine puan kazandı.
    Şimdi bütün kaleler doluydu, oyunu kazanma şansı ortaya çıkmıştı ve topa vurma sırası Shay'e gelmişti.Bu noktada Shay'in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalıydılar ? Şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verdiler. Hepsi topa isabet ettirme şansının sıfır olduğunu biliyorlardı çünkü bırakın topa vurmayı Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu.
    Ama Shay sahaya çıktığında top atıcı, diğer takımın kazanma şanslarını bir kenara bırakarak Shay'e bu fırsatı tanıdıklarını görünce birkaç adım öne giderek yumuşak bir şekilde topu Shay'e doğru fırlattı. İlk topa Shay
    zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı. Atıcı tekrar birkaç adım öne doğru geldi ve topu yine yumuşak bir şekilde Shay'e doğru attı. Shay sopayı savurdu ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya doğru vurdu. Oyun şimdi
    bitecekti. Atıcı topu yerden aldı ve ilk kaledeki adamına kolaylıkla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti.
    Ama atıcı topu aldı ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlattı.Tribünlerdeki herkes ve iki takımda bağırmaya başladılar ;

    " Shay, ilk kaleye koş, ilk kaleye koş ! "

    Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı ama ilk kaleye gidebildi.Şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü.Herkes bagirmaya devam etti ;

    " İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş ! "

    Nefes nefese Shay zorlukla ikinci kaleye koşabildi.Shay ikinci kaleye geldiği sirada açık sahada diğer
    takımdan biri topu almıştı ... takımın en küçüğü olan bu çocuk kahraman olma şansını elinde tutuyordu.Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi ama top atıcısının niyetini anladığından o da kasıtlı olarak topu ucuncu kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı.Herkes bağırıyordu ;

    " Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay ! "

    Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay üçüncü kaleye koşabildi ;

    " Üçüncüye koş ! Shay, üçüncüye koş ! "

    Shay üçüncüye gelirken diğer takımdaki çocuklar ve seyirciler ayağa kalkmışlardı ve bağırıyorlardı ;

    " Shay, hepsini koş ! Hepsini koş ! "

    Shay hepsini koştu ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlandı.

    " O gün ", dedi babası, gözlerinden yaşlar aşağıya doğru süzülerek, " iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar ".

    Shay bir sonraki yaza yetişemedi. O kış öldü. Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini, ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını asla unutmadı.
     
  20. izzetbey

    izzetbey

    Mesajlar:
    982
    Şehir:
    Trabzon
    Favori Kamış:
    olta
    En İyi Avı:
    3,5kg Mığrı -700gr Somon-145gr Barbun-380gr Kötek-400gr Çupra
    DUYGU ADASI !!!

    Bir zamanlar, bütün duygular bir adada yaşarmış. Mutluluk, Üzüntü, Sabır, Öfke, Korku, Kibir, Bilgelik, Sevgi...her türlü duygu bu adada olduğu için bu adaya 'duygu adası' deniliyormuş.
    Ada sakini duygular, günün birinde, tesbit edemedikleri bir yerden, adanın bir kaç gün içinde batacağı yönünde ısrarlı anonslar duymuşlar. İlk anda bunun büyük ber şaka olduğunu düşünmüş bazıları,ama anonslar devam ettikçe, durumun ciddi olduğunu düşünerek, birer ikişer adadan ayrılmaya başlamışlar.
    Hemen her duygunun kendine ait bir kayığı yahut gemisi ya da yatı olduğundan, adadan ayrılmak nisbeten kolay olmuş onlar için. Ama Sevgi'nin küçücük bir sandalı bile yokmuş. O yüzden, kendisini alacak birini buluncaya kadar, mecburen adada kalmış.
    Duyguların büyük kısmının adadan ayrıldığı günlerden birinde, ada anonsta söylendiği gibi yavaş yavaş batmaya başlamış. Bunun üzerine, Sevgi, yüksekçe bir kayaya çıkıp yardım istemeye başlamış adadan henüz ayrılan diğer duygulardan.
    İlk önce, Zenginliği görmüş büyük ve güzel bir yatın içinde. El edip, yüksek sesle bağırmış:
    - Zenginlik beni de alır mısın?
    Yatın her tarafına yığdığı eşyaları gösteren Zenginlik:
    - Hayır alamam. demiş
    - Görüyorsun, altın gümüş, zümrüt derken yat doldu. Senin için yer kalmadı.
    Zenginlikten vefa görmeyen Sevgi, biraz daha geride, büyücek bir yelkenli görmüş. Dikkatlice baktığında anlamış ki bu yelkenli Kibir'in:
    - Kibir, Kibir!... Benim sandalım bile yok, ada da batıyor, yardım et lütfen!
    - Sana yardım edemem. demiş Kibir.
    - Biraz pejmürde gözüküyorsun; yelkenlimin fiyakasını bozacaksın.
    Bu cevap karşısında çok üzülen sevgi, bir kayığa binip kürek çeker vaziyette, Üzüntü'yü farketmiş o sırada. Sevgi bu kez ondan yardım istemeye karar vermiş:
    - Üzüntü, seninle gelebilir miyim?
    - Ah sevgili sevgiciğim! demiş üzüntü.
    - Yalnız gitmeye karar vermiş olduğum için o kadar üzgünüm ki!
    Bu cevap üzerine üzüntüsü daha da artan Sevgi, yüzünü adanın öbür tarafına doğru çevirdiğinde, bir mavnanın üzerinde neşeyle zıplayan birini görmüş. Mutlulukmuş bu. Sevgi ona da seslenmiş; ama Mutluluk o kadar mutluymuş ki, Sevginin ona seslendiğinin farkına bile varmamış.
    Çaresiz biçimde mutluluğa seslenmeye devam eden Sevgi, ansızın, bir ses duymuşyakınında:
    - Buraya gel Sevgi! Seni ben götüreyim.
    Sevgi çok sevinmiş ve koşar adım sahile koşup içinden yaşlıca bir adamın kendisine seslendiği kayığa atlamış. Kayıkla fazlaca bir yer gitmeden de, adanın büsbütün sulara gömüldüğünü görmüşler.
    Sevgi, bu kadar duygu çağırdığı halde onu almazken kendisini kayığına çağıran bu saçı başı ağırmış duyguya teşekkür etmiş defalarca. Ama, Duygu Adasında o güne kadar hiç görmediği bu yaşlıya adını bile sormayı unuttuğunu, ancak karaya varıp da vedalaşmalarından sonra farketmiş.
    Sonra da, günlerden bir gün geldikleri bu yeni kara parçasında Bilgeliğe rast gelince, ismini bile sormadığı bu kadirşinas yaşlıyı tarif edip ismini sormuş kendisine.
    - O Tecrübeden başkası olamaz. diye cevap vermiş Bilgelik.
    - Tecrübe mi? peki niye yalnız o bana yardım etti?
    - Çünkü. demiş Bilgelik,

    - Sevginin gerçek değerini ancak tecrübe kavrayabilir.....